Okuma süresi: 6.20 mintues

İnsan; fıtratı gereği, doğal olarak heyecan duyar ve arzularının tamamını kendine hak olarak görür. Süleyman mabedinin girişinde bulunan iki sütun Boaz ve Yakin sırasıyla, heyecanın ve arzunun sembolleri olarak yorumlanabilir. İslam’ın Hac ritüelinde de Kâbe’yi tavaf etmeye yine iki sütunlu Hacer-ül Esved ve Makam-ı İbrahim arasından başlanır. Aynı şekilde semitik öğretinin bir merhalesinde de Sufi geleneğinde ifade bulan “eşikte durulmaz” sözünden kasıt, bu iki sütun arasının durulmaması gereken, aşılması elzem bir zorunlu durum (derviş) olduğudur.

Psikoloji biliminin babası Sigmund Freud, vahşet – şehvet çifti olarak bu iki sütunu psike paradigmasında temel alır. Arzu ve heyecan ikilisinin, hayatta kalma ve üreme içtepi çiftiyle köken olarak birliği vardır. Aristoteles, “Metafizik” ismiyle tanıdığımız eserine şu cümlesiyle başlar: “İnsan doğal olarak bilmek isterler.” Bu ifadenin en çok öne çıkarılmış olan öğesi “bilmek” işlevi olmuş, hatta Latince “sapiens” kelimesinden hareketle bilen-insan “homo sapiens” tamlaması literatürde yerini almıştır.

Ancak cümlenin yükleminin özellikle “istemek” olduğuna vurgu, pek de yapılmamıştır. “Bilmek” kelimesini bir an için kaldırsak, önerme; “İnsan doğal olarak ister” şeklini alacaktır ve insan tabiatı gereği her isteğinin hak olduğundan hareket edecektir. Buradan referans aldığımızda ise; insan en azından eşik formu olarak “istek” ya da “irade” varlığı yani “homo voluntas” diye anılabilmektedir.

Beşer aşamasındaki insansı, bu mertebede her istediğini kendinde hak olarak görür. Bu istek; diğer canlı türlerinde olduğu gibi beşer için de vazgeçilemez tarzda baskın olmakla beraber bilinen evrim sürecinin son basamağında kendisini tahtından indirebilir bir yeti ile karşı karşıya gelir. “Arzu” kelimesi Farsça olup Türk Dil Kurumu tarafından “istek ve heves” şeklinde çevrilmektedir. “İstek” karşılığı olarak Farsça “arzu” kelimesini eksik ifade etmekle beraber tam karşılığı Arapça “heves” kelimesidir. Türkçede “arzu” kelimesinin anlamdaşı aslında “istek” değil “geçici istek”tir. “Heyecan” kelimesi de Arapça olup TDK Türkçe karşılığını “güçlü ve geçici duygu durumu” diye ifade etmektedir. Tüm bu tanımlamaları da “eşikte durulmaz” bağlamında değerlendirmek gerekir. Çünkü eşik durumu evrim ürünü insan formu için geçici olmalıdır.

En başa dönersek; her isteğini hak görmesine neden olan arzuları ve heyecanlarının idrakinde olarak akl-ı hikmetle idare eden insan bu bağlamda da “homo sapiens”dir. Hak olarak görülen heyecan ve arzular; kolayca öfke ve harislik gibi fahiş duygulanımlara yol açar. Akl-ı hikmet ise zaman ve mekândan, dolayısıyla şartların eseri olan arzu ve duygulanımlardan münezzehtir.

Akıl kelimesi de heyecan ve arzu kelimeleri gibi Türkçe bir kelime olmayıp Arapçadır. Akıl kelimesi “ukl” kökünden geliyor olup “bağ” “ilişki” anlamındadır. Bir şeyi akletmek, o şeyi bir başka şeyle ilişkilendirmek bağlamaktır. Kendini idare edebilen insan, hikmete bağlı akılla haklarının sınırlarına riayet edebilendir. İdare etmek veya yönetmek “müdür” olmak demektir. İnsan duygulanımları da içinde bulunulan durumun koşullarına yani şartlarına göre değişir. Bir yeni varoluş kıpısının ortaya çıkması için ise gerekli şartların olgunlaşması ve koşulların tamamlanması olmazsa olmazdır.

Arapça “vakit” kelimesinin karşılığı “şartların oluştuğu, münasip olduğu an’dır”. Örneğin; doğumun ve ölümün saatinden veya zamanından değil vaktinden, diğer bir deyişle şartlarının hâsıl olmasından bahsedilebilir.

Arzu ve heyecanlar yani “geçici istek” ve “güçlü geçici duygu” durumlarına bürünerek her irad ettiğini hak görmek, insanın zorunlu doğasıdır ve içtepilerinden kaynaklanır, demiştik. Geçici olmaları ise evrim içinde bulunan şartların da değişiyor ve gelişiyor olmasından ileri gelir. İnsan için her şey içsel ve dışsal koşulların bir bileşkesi olarak oluşa gelmektedir. Mevcut şartların değişmesi ile arzu ve heyecanların nitelik ve mertebeleri de değişecektir.

Arzular; eğer akıl (değerlere bağlıysa sezginin devreye gireceği) hikmet ile birleşir ve değerlerle yüceltilirlerse iffet olurlar. Heyecanlar ise şecaat mertebesine dönüşürler. Öyleyse mevcut şartları (değişmeyenlere yani “değerlere/ilkelere” bağlı olarak) hayata bir anlam verecek tarzda dönüştürmek, dolayısıyla akl-ı hikmetle idare etmek ve vakti yönetmek, vaktin müdürleri olmak mümkün müdür?

Volontarizm akımına göre; böyle bir şey mümkün değildir. Yani “istek” ya da “doğal irade” akla göre daha evvel ve daha üstündür. Volontaristlerin kullandığı irade kavramı kendi savları içinde arzu kavramı ile aynı anlamı içermektedir. Her ne kadar arzu ve heyecanların Schopenhauer tarafından volontarist bir anlayışla yetkin bir şekilde konu edildiğine rastlasak da literatürde arzulara uygun davranmayı esas alan Stoacıların ilk sıraya koyulduklarını görürüz.

David Hume; iradenin yönelimlerinde aklın hiçbir rolünün olmadığını söylerken “Akıl sadece arzuların kölesi olabilir ve onlara hizmet etmekten başka bir işlevi olduğunu da asla iddia edemez,” demektedir.

Prof. Dr. Mustafa İnan ise; “Akıl hayatın manasını ve gayesini anlayamaz, onu ancak ruh yükselmesiyle kavramak kabildir,” demektedir. Öte yandan William James düşüncelerini kendine has şu deyişiyle taçlandırır: “İnsanlar, diğer haklarına ve diğerlerinin haklarına engel olmadan ‘en az zararla’ sahip oldukları arzularını gerçekleştirmek zorundadırlar.”

İnsanın “irade varlığı” diye konuşlandırıldığı volontarizm akımının yaptığı olumlama hep irade üzerineyken, James’in son hükmü altında yatan şey ise “olumsuz irade” olmuştur. Olumsuz irade kullanmak yani insanın arzu ve heyecanları dolayısıyla ihtiyaç ve kendisinde hak görmesine rağmen “isteği yapmamayı – istemek” literatürde “ihtiyar etmek” ifadesiyle yerini almıştır. Bu noktada ihtiyar edebilmeyi sağlayan ise bireyde “değerlerden kaynak alan akl-ı hikmetle” arzu ve heyecanları yaratmış olan koşulları değiştirebilmektir.

“Homo sapiens” arzu ve heyecanlarını, (değerlerden sezgilerle hayatın gayesine erişmiş hikmetten sibernetik beslenen akıl ile) süreci ve vakti idare eder mertebeye geldiğinde artık ona “homo sapiens” demek de eksik kalacağından “kendini yani bileni bilen”, haklarını özgürce sınırlayabilen anlamında “homo sapiens sapiens” nitelemesi yapılır. Bu yüzdendir ki vaktin müdürleri, yani ihtiyar edebilenler koşullardan etkilenmezler ve akl-ı hikmetle değiştirebilirler, ihtiyarlar lâ mekân ve lâ zamanda “şimdi”de ya da “an-ı daim”dedirler. Yine aynı nedenle onlara yaşları sorulamaz; vakt sürerler ve daim – şimdi’de olduklarından hiç yaşlanmazlar.


Kaynakça:

1- Pragmatizm, William James

2- Prof. Dr. Mustafa İnan Konferans ve Makaleleri, İTÜ

3- Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu

4- Çağdaş Felsefe Tarihi Ders Notları, Ömer Yıldırım

5- Bilmek ve İstemek, Schopenhauer

Kutay Akın
+ Son Yazılar