Okuma süresi: 4.29 mintues

Tüm antik çağların bilgeliğine göre insan ruhu gökyüzünden gelerek bedene bürünmüştür. Fakat geldiği bu yer (dünya) öyle pek güzel bir yer değildir. Burada bir Kaos (düzensizlik) hüküm sürmektedir. Ruh, zorunlu olarak bir beden içine gönderilmiş ve “Katalemna” olarak adlandırılan bir mağarada yani bedende tutsak edilmiştir. Bu tutsaklık esnasında maddeyi deneyimlemiş, maddi dünyanın acımasızlığı altında ezilmiş, çok ıstırap çekmiş ve hayal kırıklığına uğramıştır. Şimdi ise bu tutsaklıktan kurtulması gerekmektedir. Kurtuluş için bir umut ışığı aramaktadır (Pythagoras ve Platon’un anlatımı).

Aslında bu umut ışığı, tüm çağlar boyunca ozan-şairler, müzisyenler, filozoflar ve bilgeler ve sanatçılar tarafından dile getirilmiştir. MÖ. 9. yüzyılda yazılmış Antik Yunan mitlerinden Pandora adlı mitte, kutu açılınca her şeyin etrafa saçılmasından sonra kalan son şeyin umut olduğu anlatılmaktadır.

Musa tarafından Tekvîn’deki düşüş (Kathados) öyküsünde bu umut ışığının nasıl ortaya çıkacağı, bir alegori ile anlatılmıştır. Edouard Schure’nin yorumuna göre; Tekvin’de psişe (insan ruhu) “Ayşa” diye adlandırılır. Bu, Havva’nın başka bir adıdır. Burada psişe (nefs) kadına; intellect (zekâ) ise erkeğe benzetilmiştir. Kadın, erkekten türetilmiştir. Ayşa (nefs), Ayiş’ten (bilinç) türetilmiştir. Onun ayrılmaz parçasıdır. Vatanı, Şamaim’dir. Orada ilâhî esir içinde mutlu bir hayat sürmektedir. Fakat kendisinin farkında değildir. Farkında olmadan cennetin tadını çıkarmaktadır. Farkında olması ve anlayabilmesi için, kendini unutması ve tekrar hatırlaması gerekmektedir. Bunu ancak ıstırap yoluyla öğrenebilecektir. Ancak düşüş yoluyla anlayabilecektir. Bu çocuksu Tevrat öyküsü, düşüş öyküsüdür. İlâhî esirden meydana gelmiş insan ruhu Ayşa, canlı bedene bürününce, arı ruh niteliğini kaybedip bedenli hayat çemberine dâhil olur. Bir tek bedenli hayat yaşamaz. Bulunduğu kürelere uygun olarak gitgide kabalaşan bedenlere, yüz kere, bin kere bağlanır. Küreden küreye atlaya atlaya aşağılara iner. Gerçek yurdunu, Şamaim’i unutur. “Gönül gözü” kara bir örtüyle kaplanır. “İlâhî şuur”u, maddenin tesiri altında boğulur ve “göğe ait” anları silikleşir, kararır ve eski mutluluğunu kaybeder. Bir aşk kıvılcımı sayesinde tekrar doğup kendisini terbiye (ıslah) etmesi gerekmektedir. İnsan ruhu Ayşa, artık vahşi bir dünya üzerinde yıldırımların çaktığı şimşeklerin gümbürdediği gökyüzünün altında savunmasız bir şekilde yaşamak zorundadır. Yine Edouard Schure’nin aktarımına göre; Tevrat’ın Samirice metninde “Semâvî insanlık âlemi”nden söz edilir. Yine Edouard Schure’nin yorumlarına göre; Musa dünyasal Havva’ya (Eve), yani bozulmuş zaaf sahibi insan nefsinin doğasına savaş açmıştır. Onu düzeltmek için, mutlak güce sahip olan ateşi (Ieve) yardıma çağırır. Onun anlamı “irade”dir. Bu irade sayesinde “kurtuluş umud”u gerçekleşecektir.

Carl Gustave Jung, “Bireyleşme ilkesi” kurgusunda insanı, teleolojik (erek bilimsel) ve teolojik (tanrı bilimsel) bir varlık olarak betimler. Buna göre, teleolojik bir varlık olarak insan, bir gayeye/ereğe ulaşmalıdır. Bu ereğini gerçekleştirebilmesi için insanın umuda ihtiyacı vardır. Umutsuz bir ideale ulaşmak, neredeyse imkânsızdır. Çünkü insanlar, umut ettikleri için eylemde bulunurlar. Nitekim umut, itici bir güçtür. İnsanın potansiyel enerjisini ortaya çıkarma konusunda kışkırtan, hareket ettirici bir güçtür.

İnsanlar dünyada, maddî ve mânevî bir umut içinde yaşamaktadırlar. Umutsuz bir yaşamı düşünmek, neredeyse imkânsızdır. Jung’un kurgusuna göre bireyleşme ilkesi gerçekleştiği zaman, umut gerçekleşmiş olacaktır. Bu gerçeklik ya da umut, tüm insanlığa sunulacaktır.

“Her insan ruhunda ebedî hayat umudu bulunduğu, Hermetika’da Hermes-Thoth tarafından dile getirilmiştir”. Dolayısıyla her insan ruhunda potansiyel olarak bulunan kurtuluş umudunu gerçekleştirebilmek için, insanların arayış içerisine girmesi doğal bir olgu olarak görünür. Plotinos, Hermes’in bu görüşünü Enneadlar’ında şöyle dile getirir: “İnsan, bu kurtuluş ışığını beklemeli, aramalıdır.” Ona göre bu umut ışığı, tanrısal inayet (yardım, himmet) biçiminde gerçekleşecektir. Pavlus da Romalılar’a Mektubunda; “Umudumuz sayesinde kurtarıldık” demiştir. Umudun, kurtuluş için önemli bir etken olduğunu dile getirmiştir. Pavlus’a göre kalıcı olan üç şey vardır: Bunlar; “İman, umut ve ruhsal aşk”tır.

Eros (beden aşkı), enerjisinin bir dönüşümü olan ruhsal aşk (agape) gerçekleştiğinde, insanın kurtuluşu da gerçekleşmiş olur. Artık umuda ihtiyaç duyulmaz. Geçmiş, gelecek ve şimdinin bireşimi olan “an”da yaşam başlamış olur. Anda yaşamak demek, huzurlu ve mutlu olmak demektir.

Turgut Özgüney
+ Son Yazılar