İnsanoğlunun varoluşundan bugüne, temel sorusu, sorunu ve sorunsalı “Bilgi nedir?” ve “Bilgi nasıl elde edilir?” olmuştur.
Bu sorunu çözebilmek için insan her çeşit yolu denemiş, kendini ve kendi dışındaki tüm şeyleri (evreni, doğayı, insanları, toplumu) düşünmüş, sorgulamış, incelemiş, sınamış ve bilgiye dönüştürmeye çalışmıştır.
O halde nedir “Bilgi”?
İnsan duyu organları ile bu evreni algılar. Burada algılayan ben (süje) ile algılanan nesne (obje) vardır. İnsan dış dünyanın yanında, kendi iç dünyasını da algılar. Kendi iç dünyası da insan için bir obje olur. Bu objeler duyumsama yolu ile insan beyninde izler bırakır. Bu bağlamda basit olarak, bu izler üzerinde yapılan ansal (zihinsel) etkinliğe düşünme dersek, insan düşünme yolu ile soyutlanmalar yaparak kavramlara ulaşır, kavramlar arasında ilişkiler kurarak çıkarsamalar yapar, yargılara varır.
Bu düşünme sürecinin sonunda oluşan ürüne (düşünce) bilgi denir. Eş deyişle, bilgi, insanın yöneldiği nesne, olgu ve olaylar arasında kurduğu ilişkiler sonucu, insan bilincinde oluşan düşünsel üründür.
En genel biçimi ile tanımladığımız bilgi kavramına, gündelik kullanım biçimi dışında, daha içerikli bir tanım kazandırmak için, gerçek-bilgi ile insan bilincinde oluşan çeşitli izlenim ve yanılsama ürünlerini özenle ayırmamız gerekir.
Bu aşamada bilgi, nesnel olanın, gerçeğine uygun biçimde bilinçteki yansıması ya da gerçeğine uygun olarak bilinçte yeniden üretimidir şeklinde tanımlanır. Ancak, bu bilgi insanın salt bireysel çabasının bir ürünü olmayıp, tüm insanlığın emeği ile oluşturduğu, nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin, kendi düşüncesinde yeniden üretilmesidir.
Bir başka anlatımla bilgi, nesnel gerçekliğin kendisine uygun olarak insan bilincinde kavramlaşmasıdır.
Bilgi olayını daha yakından belirlemek istediğimizde, bilinç ile nesne arasındaki ilişkinin, farklı alanlarda ve farklı biçimlerde kurulduğunu görürüz.
Çeşitli alanlarda bilme yönetimi başka başka olduğu için edinilen bilgi de özelleşir ve ayırıma uğrar.
Genel olarak beş ayrı Bilgi Türü’nden söz edebiliriz.
1. Gündelik Yaşam Bilgisi
Bilinç ile nesne arasındaki ilişkinin duyu ve algı ile kurulduğu bilgi türüdür. İnsanlar gündelik yaşamda gözlemleyip doğruluğunu saptadıkları tek tek olgu ve olaylar arasındaki ilişkilerden birtakım sonuçlar çıkartmıştır. Çoğu kez şimşek ve gök gürültüsünden sonra yağmur yağdığını izlediğinde “her şimşek görüldüğünde yağmur yağar” ya da birkaç kez yeşil elmaların ekşi olduğunu görünce “yeşil elmalar ekşidir” genellemesi kolaylıkla yapılır.
Bu tür bilgiler gündelik yaşamımızı oluşturan ve deneyime dayanan bilgilerdir. Görüldüğü gibi burada tek tek olgu ve olaylar arasındaki bir nedensellik (neden-sonuç) bağı kurulmuştur. Ancak bu nedensellik, akıl yoluyla temellendirilmediği için, o iki olay arasındaki belli bir zaman süresi içindeki ilişkide geçerli olmaktadır.
Eş değişle bu bilgilerin doğruluğu, mantıksal yöntemlere ve bilimsel deneyime değil, sağduyu ve sezgiye dayalıdır. Bu nedenle gündelik bilgilerin doğruluğu ve geçerliliği, ilgili olduğu tek tek olgular ve olaylar ile sınırlı olup, genel geçer olma niteliği yoktur.
2. Dinsel Bilgi
İnsana özgü bir fenomen olan din, insanın sınırlı ve ölümlü bir varlık oluşundaki konumuna bir karşılık bulma denemesidir. İnsanların mutlak ve sonsuz bir güce ve bir “yaratıcı”ya inanma doğal gereksiniminden ortaya çıkmıştır.
Bir başka anlatımla, insanların doğal ve toplumsal yetersizliklerinin yansısı olarak, “yaratıcı, düzenleyici ve yönetici üstün bir güç” inancı biçiminde oluşmuş ve gelişmiştir.
Din olgusu, insanın kutsal saydığı gerçeklikle ilişkisi ya da kutsalın deneyimi olarak tanımlanır. Bu ilişkinin çerçevesini belirleyen inançlar, öğretiler, değer yargıları, davranış kuralları, tapınma biçimleri ve kurumsal yapılar ile birlikte bir inanç sistemi oluşmuş olur. Bu bağlamda din, insanı ve inancı bir kutsallık tanımıyla birleştiren kurallar bütünüdür.
Dinsel bilgi, konusu bakımından Mutlak Gerçekliği yani Tanrıyı ve bu gerçeklik karşısında insanın ve evrenin durumunu, yerini, görevini belirleyen bir bilgi türüdür. Dinsel bilgide, bilinç ile nesneler arasındaki ilişki inanç ile kurulur. Varlık ve nesneler inanç ile açıklanır. Kaynağı ilâhi olan bu bilgi türünde insana düşen, Tanrının emir ve yasaklarına uymak, ona teslim olmak, onun yüceliğini ve gücünü düşünerek sonsuz mutluluğa yönelmektir. Bu tür bilgi insana kendinden daha kapsamlı ve daha kalıcı bir gerçekle özdeşleşerek benliğinin tutarlılığını sağlamak olanağını verir.
İnanç olgusu psikolojik çözümlemelerde o kadar güçlü bir gereksinim olarak saptanmıştır ki, inanç sistemlerinin evren ve insan konusundaki açıklamalarının eksikliğinin ya da yanlışlığının bilimsel olarak kanıtlanmış olması, dinlerin gücünü ve egemenliğini çokça etkilememiştir.
Evrime, bilime ve akla duyulan güven, Batı’da XVIII. Yüzyılda başlamış ve giderek dinsel inançların zayıflamış görünmesine neden olmuştu. Ancak çağdaş dönemde, dini bir bütün olarak benimseyen ve uygulamak isteyen akımların canlanmış olması, din olgusunun ve insanın kutsal bir alanla ilişki kurma, hem çekilen acıların hem de ölümün anlam kazandığı bir öteki dünyaya inanma gereksiniminin devam etmekte olduğunu açıkça göstermektedir.
3. Sanat Bilgisi
Sanat insanla nesnel gerçeklik arasındaki estetik ilişkidir.
Bu bağlamda sanat, güzelin ve güzelliğin kavranması, onun ortaya konulan yapıtlarla anlatılması demektir.
Ayrıca sanat, beğeni kazanan biçim, düzen ve dizge yaratma çabası olarak da tanımlanmaktadır. Bu nedenle her sanat yapıtı, varlık hakkında bir yorumolmaktadır. Sanatçı, duygudan kalkarak coşkuya varan bir anlayış ile evrensel yapıya doğrudan katılımda bulunur, onu yeniden yaşar, yorumlar ve oluşturur. Sanatçı bu yolla duygu, düşünce ve heyecanlarını biçimlendirerek başkalarına ulaştırır.
Sanattaki güzellik, doğadaki güzelliğin insandan doğmuş biçimidir. Bu tür bilgide bilinç ile nesne arasındaki ilişki, sezgi ve yaratıcı imgelem (hayal gücü) ile kurulur. Bu nedenle, sanat bilgisi öznel (sübjektif) bir bilgidir. Eş değişle sanatçının kişiliğine bağlı ve bağımsız bir bilgidir.
- Ortaçağ Feodal estetik düşüncesinde sanatın görevi, insan ruhunu arındırmak ve kutsal alan ile ilişki kurmaktır.
- Rönesans estetiğine göre sanatın amacı, dünyayı bilmek ve tanımaktır.
- Günümüz sanatçısı ise sanatı ve özgün yapıtlarıyla topluma mesaj vermeyi amaçlar.
Dinsel deneyim bağlamında insan, kutsal ya da “öteki” gerçekliğe yönelir ve onu yüceltirken, estetik deneyimin temeli, doğal nesnelerde ya da sanat yapıtlarında gözlenen niteliklere, biçimlere ve örüntülere kendi başına değer biçilmesidir.
4. Felsefe Bilgisi
Felsefe, insan kültürünün belli bir aşamasında insanın kendisini, evreni ve içinde yaşadığı çevreyi anlamak için duyduğu gereksinimi karşılamak üzere başvurulan bir düşünme ve refleksiyon olarak ortaya çıkmıştır. Bir başka anlatımla, varolanların varlığı, anlamı ve nedeni üzerine sorularla başlamış, önceleri dinin ve söylencelerin yanıtladığı bu sorular, eleştirel bir düşüncenin ve gözlemenin konusu yapılınca Felsefe doğmuştur.
Günümüzde Felsefe varlık, anlam ve nelik gibi soruların eleştirel bir yaklaşımla araştırılmasına ve varılan sonuçların sistemli bir biçimde ortaya konulmasına yönelik düşünce etkinliğidir. Bir başka anlatımla Felsefe sürekli bir arayış ve eleştirme, doğruları akıl yoluyla bulmaya çalışan, bilgiyi ve bilgeliği elde etmeye yönelen özgür bir çabadır.
Felsefe, bilimlerin parçalayarak ele aldığı varlığı “Bütünü ile Evren veya Varlık” olarak ele alır. Evreni ya da varlığı parça parça değil, bütünsel olarak kavramak ve bilmek ister. Bu bağlamda Felsefe, evreni ve varlığı tümüyle çözümlemeye ve açıklamaya çalışan, birleştirilmiş, kendi içinde mantık bakımından tutarlı olan bir bilgi türüdür.
5. Teknik Bilgi
Techne, Grekçe sanat, beceri demektir. Genelde, doğal nesneleri bir kültür varlığına, “yaşamda kullandığımız araç ve gereçlere” dönüştürme şeklinde anlaşılmıştır. Teknoloji terimi ise Eski Yunan’da “sanatlar üzerinde konuşma” anlamına geliyordu.
Rönesans sonrası bu kavram, içerik kazanarak, gelişmiş ve bilimsel araştırmalardan elde edilen somut ve yararlı sonuçları ve bunlara ilişkin araç, yöntem ve süreçlerin bütününü ifade eden bir anlam kazanmıştır.
Teknik, temel olarak alet yapımı ve alet kullanarak sonuç alma yöntemleri anlamına gelir. Teknoloji ise, bilimin, pratik yaşam gereksinimlerinin karşılanmasına ya da insanın çevresini denetleme, biçimlendirme ve değiştirme çabalarına yönelik uygulamaları demektir. Bilim, bu yönü ile doğal kaynakları insan yaşamını kolaylaştıracak biçimde kullanmaya başlamıştır. Yeni buluşlar ile konfor ve rahatlık sağlanmış, bilimden pratik amaçlar için yararlanılmıştır.
Günümüzde Teknik, “Doğaya egemen olma gücü” olarak anlaşılmış ve tanımlanmıştır. “Bilim doğayı anlamayı, Teknoloji ise insan gereksinimleri için doğayı kontrol altına almayı amaçlar” özdeyişi ile bilim ve teknik ayırımı açıkça ortaya konmuştur.
Bu tür bilgide, bilinç ile nesne arasındaki ilişki, fayda kavramı yani, nesnelerin insan yararına kullanılması yönünde kurulur.
6. Bilimsel Bilgi
Bu bilgi türünde bilinç, nesnesine “bilmek için bilmek” amacı ile yönelir.
Bilimsel yöntem ile üretilmiş ve pratikte doğrulanmış bilgidir.
Bu bilgiler bütünü kendini bilim olarak ifade eder.
Bilgi Kaynakları
Bilgi türlerine kısaca değindikten sonra, bilgi kaynaklarını ele alalım. İnsan bilgisinin kaynağı sorunu, tüm düşünürleri, özellikle de felsefecileri uğraştıran bir konu olmuştur. Kaynaklar konusundaki farklı görüşler; Pozitivizm, Materyalizm, İdealizm, Rasyonalizm, Realizm, Sensualizm ve Empirizm gibi pek çok düşünce akımını ortaya çıkartmıştır.
Genel olarak bu düşünce akımlarını iki ana görüş altında özetleyebiliriz:
- İnsan aklını, her türlü duyum ve algılardan bağımsız olarak, bilgi kaynağı olarak gören Akılcı (Rasyonalist) görüş.
- Maddeyi ilk veri olarak kabul eden ve bilgi kaynağı olarak duyu, algı ve deneyimleri esas alan Deneyci (Emprist) görüş.
Akılcı görüşe (Rasyonalizm) göre, aklın doğru saydığı, usa, mantığa uygun olan bilgi, gerçek bilgidir. Bilen özne yani akıl, bilginin gerçek kaynağıdır. Bu görüş, akla uygun olan bilgilerin, doğrulanması için bile olsa, gözleme yer vermez. Duyu ve algıların geçici ve bulanık bilgiler verdiğini varsayarak, kesin bilgiler önsel olarak akıldan kaynaklanır yargısını savunur.
Deneyci görüşe (Empirist) göre ise, algısal gözlemler bilginin başta gelen kaynağı ve son yargılama aşamasını oluşturur.
Akılda olan her şey, duyularla ve deneyimlerle elde edilir. Başkalarının ulaşamayacağı özel bir bilgi yoktur. Deneycilere göre, ideal bilgi bilimdir ve olgusal niteliktedir.
Akılcılar (Rasyonalistler) bilgi kaynağının, bilgiyi oluşturan öğelerin, doğruluğun ve yanlışlığın temel ölçütlerinin, öznenin kendisinden çıkarak, nesneye yüklenen özelliklerde olduğu görüşünü savunurlar. Matematik gibi soyut, dış nesnelerle doğrudan ve açık ilişkisi bulunmayan bilgi türlerine ağırlık verirler.
Deneyciler (Empiristler) ise, yukarıda sayılan özelliklerin nesneden özneye ulaşan verilerde olduğunu kabul ederek, somut duyu verilerine dayalı, dış nesnelerle dolaysız ilişki kurulabilecek bilgi türlerini esas alırlar.
Bilgi Dayanakları
İnsanlar karşılaştıkları sorunları çözebilmek için değişik bilgi dayanaklarından yararlanırlar. Bunlar genelde Gelenekler, Otorite figürleri, Bireysel deneyimler ve Bilim olarak sıralanabilirler.
1. Gelenekler
Çoğu sorunun çözümü geleneklerde aranır. Karar verirken örnek arama eğilimi, bu yaklaşımın kolayca görünen belirtisidir. Böyle bir yaklaşımda, gelenekselleşen ya da geçmişte benimsenmiş bir çözüm yolunun yeterliğini kanıtladığı kabul edilir.
Geçmiştekinden daha iyi bir beklentisi olmayan birisi için, bu yolu izlemek daha kolay ve daha tehlikesizdir. Bazı durumlarda yeterli olabilecek böyle bir yaklaşımın geneldeki geçersizliğini anlayabilmek için, toplumlarda baş döndürücü hızla gerçekleşen değişim ve gelişim olgularına bakmak yeterli olacaktır.
2. Otorite Figürleri
Otorite figürü, belli konularda karar verme yetkisi ya da yetersizliği olduğu kabul edilen kişi ya da kurumdur. Yönetsel hiyerarşi, yaşlılık, uzmanlık, bilgelik, kuvvetlilik, din duygusu ve çeşitli inançlar, belli kişi ya da kurumların otorite figürü olarak benimsenmesini sağlayabilir. Bunlarca ortaya konan görüş, öneri ve kuralların gerçek olduğu ya da sağlam bir düşüncenin ürünü doğrular olduğu kabul edilir ve uygulamalar için temel alınır. Bazı durumlarda olumlu sonuçlar verse de, bu kaynaklara kayıtsız bağlılığın, güvenli bir yaklaşım olmasına olanak yoktur. Aynı alanlarda ve ayrı görüşlerdeki “otorite figürleri”nin çokluğu, böyle bir kuşkuya yeterli dayanaktır.
Otorite figürlerine başvurma yaklaşımı, temelde Aristo’nun Tümdengelimci Usavurma Yöntemi ile özdeş tutulabilir. Bilindiği gibi tümdengelimde, genel önermelerden (doğrulardan) hareketle, özel durumlar için ussal sonuçlar çıkartılır.
Bütünden parçaya doğru bir düşünce etkinliği vardır.
3. Bireysel Deneyimler
Bu yaklaşımda, birey kendi dışındaki güçlerin istek ve önerileri ile değil, kendi düşünce, gözlem ve deneyimleri ile bir karara gitmektedir. Birey edilgen olmaktan, yani başkalarının kendisi için düşündüğü ortamdan çıkıp, daha etken bir duruma gelmekte ve “ben de varım, ben de düşünüyorum” demektedir. Bireyin bilinçlenmesi ile ortaya çıkan olumlu durum, yine de yeterli olmayabilir. Çünkü, bireysel yaşantılar da sınırlı ve özneldir. Aynı konuda hemen herkesin değişik görüşler ileri sürmesi, bu yaklaşımın da “bir başka otorite” oluşturduğu gerçeğini ortaya koyar. Ayrıca, görüş birliğine varılmış ya da ortak kanı oluşturmuş bazı durumlarda bile, gerçek nedenler bilinmeyebilir.
Örneğin, belli türden bulutların görünmesi ile yağmur yağacağını kestirebilen gözlemciler, yağmur olayının teknik özelliklerini bilmeden kurabilirler bu ilişkiyi. Bu ise bilimsel değeri sınırlı bir öngörü olur. Bu yaklaşım, salt kişisel deneyimlerden oluşuyor görünse bile, yeterince sürdürüldüğünde, yani deneyimler çoğaldığında ve sistemli olarak derlenmeye çalışıldığında, Bacon ile gelenekselleşen Tümevarım Yöntemi ile özdeş tutulabilir.
Bilindiği gibi Tümevarım, insan bilgisinin, tek tek gözlem ve bireysel deneyimlerinin sistemli bir birikimi ile oluşabileceğini savunur. Yalnızca bu yolla elde edilen genellemelerin gerçeği yansıtacağı düşünülür. Tümevarım, sözcük anlamından da kolayca çıkartılabileceği gibi, Parçadan Bütüne, Özelden Genele bir gidişi simgeler.
Gelenek ve otorite figürlerine sığınmak ile bir ölçüde de bireysel deneyimlere bağlı kalmak, temelde sağduyusal yaklaşım ile sınırlıdır. Bu ise insanı, gördükleri ve kestirebildikleri ile sınırlı tutar.
Örneğin, bir baba ile oğul birlikte otomobilleri ile giderken, baba otomobil kazasında ölür. Çocuk ağır yaralı olarak, ameliyat edilmek üzere bir hastaneye kaldırılır. Çocuğu gören operatör doktor, Heyecanlanarak: “Üzgünüm bu çocuğu ameliyat edemem, bu benim oğlum” der. Aslında, çocuğun babası ölü ve doctor da doğruyu söylemektedir. Çoğu toplumlarda böyle bir durum olanaksızdır, doğruluğu düşünülemez. Çünkü, orada, bir annenin doktor ve özellikle de bir operatör olabilmesi alışılmış şeylerden değildir.
4. Bilim
Bilime dayalı problem çözmenin en belirgin özelliği, çözümün genel, güvenilir ve bilinen en geçerli bir biçimde gerçekleştirilebilir oluşudur. Bu yaklaşımda, temel bilgi insanların ortak ürünü olan bilimdir.
Bu bilgi ise, ortaklaşa benimsenen ölçütlere göre, deneyci yaklaşımla toplanmış, gözlenebilir verilerden elde edilir. Böylece, belli bir çözüm önerisinin kimden geldiği değil, bilimsel olarak temellendirilip temellendirilmediği önem kazanır.
Bilim Kavramı
Bilim kavramının anlamını açıklamak üzere atılacak ilk adım, bu kavramın terimsel kökenine inmektir. Bilim yani Science sözcüğü, Latince Scire kökünden türemiş bir terimdir ve bilinen şey anlamına gelir. Terimsel kökeninden hareketle, en geniş anlamda Bilimi “bir bilgiler kümesi” olarak tanımlamak olanaklıdır. Ancak, bu bilgiler, olgusal ve mantıksal olarak birbirine ilişkin bir bütündür. Eş deyişle sistematik ve örgün bir bilgiler bütünüdür. Fakat bu nitelikleri taşıyan ve adına da bilim denilen ama bilimsel olmayan bilgi dalları da vardır. Örneğin, teoloji (Tanrıbilim) ve astroloji (yıldızbilim) gibi. Tanrıbilim, doğaüstü ve deneyüstü bir varlık alanıyla ilgili bilgiler kümesi olup, konuları olan, mutlak yaratıcı, ruh, öteki dünya gibi kavramların nesnel gerçeklikleri yoktur. Astroloji denen, belli gök cisimlerinin doğa olayını yönettiği ve insanların yazgılarını belirleyip denetlediği görüşüyle, astronomik olaylarda doğaüstü güçler tasarımlayan yıldızbilim de böyledir.
Günümüzde Bilim;
Görgül (Bilimin konusu olan nesne ve olayların gözlenebilir olması)
Nesnel (Bu gözlemin herkese açık olması)
Mantıksal (Mantık biçimine uygun olması) ve
Pratikte doğrulanmış olmakla diğer bilgi türlerinden ayırıma uğrar.
Bilim, yöntemle elde edilen ve pratikte doğrulanan bilgiler bütünüdür.
Bilim terimi günümüzde, nesne, olgu ve olayların yasalarını bulmak amacı güden araştırmaları dile getirir. Nesnel gerçeklikleri, insan eylemleri ile doğrulanmış kavramlar, ulamlar ve yasalar ile yansıtır.
Bilimin konusu doğa, insan ve toplumdur. İnsanın, kendisini ve çevresini daha iyi anlayıp, gerektiğinde etkileyebilme, egemen olma ve kontrolü altına alma biçimindeki istek ve güdüsünden kaynaklanmıştır.
Bu bağlamda Bilim, doğa olgu ve olaylarının ilişkilerini ve nedenlerini bulmak için, onları gözleyen, inceleyen, deney yolu ile bilgi ve veri toplayan, bu gerçeklerden hareketle, ilk, kural ve yasalara ulaşmayı amaçlayan bir yaklaşım biçimidir.
Bir başka deyişle, nesnel dünyaya ve bu dünyada yer alan olgulara ilişkin, yansız gözlem ve sistematik deneye dayalı zihinsel etkinliklerin ortak adıdır.
Bilimin Amacı
Doğadaki genel doğruların ve temel yasaların bilgisine ulaşmak ve bu verilere dayanarak olguların alacağı biçim ve izleyeceği doğrultu üzerinde önceden çıkarımlar yapmak, ön deyilerde bulunmaktır.
Bilim, doğal ve toplumsal ilişkileri açıklayarak, evreni ve yaşamı anlamlı kılmaya çalışır. Sonuçta, düşüncede ve toplumda bir düzen oluşturmayı amaçlar.
Bu düzen oluşturma düşüncesinin köklerini Antik Yunan Düşüncesi’nde de buluruz. Yunanlılar, doğadaki armonia’ya, akılda logos demişler ve logosu, doğadaki düzenin akıldaki yansıması olarak benimsemişlerdir. Aklın, doğadaki düzeni edinebilmesi için kategoriler, kıyaslar ve çeşitli yöntemler oluşturmuşlardır.
Bilimin de gayreti tanıtlanmış, kanıtlanmış doğru ve geçerli bilgiler ile bu düzeni oluşturmak, kişiden kişiye değişen yargılar ve seçimler yerine, tarafsız, genel geçer ölçülere ulaşmaktır. Amaçlanan, sağlam ve güvenilir bilgi elde etmektir. Bilimsel bilgi dediğimiz bu bilgi türü ile nesnel gerçekliği akılda yansıtarak insanlığın bilinçlenmesini sağlar.
Bilimin bir yönü, teknolojideki uygulamalar sonucu, fayda ve konfora yönelik yeni buluşlar ile insan yaşamına kolaylık ve rahatlık getirir.
Bilimin diğer yönü ise, nitelikleri belli bir akıl disiplini ve akılcı bir dünya görüşü oluşturarak, evrenin insanoğlu için giz olan yasalarını ve işleyişini çözümleyebilmek için yeni yöntemler geliştirir.
Bilimsel Bilgi
Şimdiye kadar söz ettiklerimizden anlaşıldığı gibi, bilgi, nesnelerin kendinden başlar. Duyular ile algılanır. İnsan usunda çeşitli soyutlamalara ve bireşimlere uğrar, kavramlaşır, ulamlaşır ve yasalaşır. Sonra yeniden doğaya, nesnelere döner, kendini pratikte denetleyerek doğrular. Pratikte doğrulanma gerçekleşmez ise, bilgi süreci tamamlanmamış ve bilimsel bilgi oluşmamış demektir.
Bilimsel bilgi, deneyime dayalı iki olay arasında neden-sonuç biçiminde mantıksal bağ kurarak edindiğimiz bilgidir. Eş deyişle herkesçe kabul edilen, kanıtlanan ve istenildiğinde tekrarlanabilen deneyimsel sonucu, iki olay arasında nedensellik ilişkisi kurulduğunda, bilimsel bilgi elde edilmiş olur.
Bilimsel bilgi, iki aşamalı bir süreç sonucu oluşur:
1. Duyumsal aşama
2. Mantıksal aşama
Bilgilenme süreci, daima, nesnel gerçekliğin duyu örgenleri aracılığıyla algılanmasıyla başlar. Duyumsama olmaksızın nesnel gerçeklik üstüne hiçbir şey öğrenilemez. Duyu örgenleri, insanın dış dünyaya açılan kapılarıdır; bilgi bu kapıdan içeri girer.
Ne var ki bu yetersiz bir bilgidir. Örneğin duyularımızla elektrik ışığını görebiliriz, ancak elektriğin ne olduğunu anlayamayız. Duyumsal bilgi, nesnel gerçekliğin iç yapısını ve evrim yasalarını bildirmez. Buna karşın, duyumsal bilgi olmadan da nesnel gerçekliğin iç yapısının ve evrim yasalarının bilgisine ulaşılamaz. Bu nedenledir ki, duyumlarımızla algıladığımız gereçlerin usumuzda değişime uğraması gerekir.
Duyumlarımızla algıladığımız gereçler, usumuzda kavramlaşır. Kavramlar, ussal bilgilenmenin temel biçimidir. Usumuz duyularımızın getirdiği gereçleri ayıklar, eş deyişle soyutlar, çözümleme (analiz) ve bireştirme (sentez) işlemlerinden geçirerek kavramlar kurar. Belirlenmiş kavramlar yargıları, yargılar da uslamlamaları oluşturur.
Kavramların, yargıların, uslamlamaların birliğinden bilginin en yüksek biçimleri olan denenceler ve kuramlar ortaya çıkar. Bunların doğru olup olmadıkları deneylerle ve toplumsal pratikte denetlenir ve doğrulanır. En ilkel duyumlardan en gelişmiş kuramlara uzanan bu süreç, tarihsel ve toplumsal bir süreçtir. Bu süreçte insanlar, kendilerinin dışında ve kendilerinden bağımsız olarak var bulunan özdeksel evreni, kuramsal ve kılgısal etkinliklerinin konusu yaparlar ve onu bilim, ideoloji, din, sanat gibi çeşitli toplumsal bilinç biçimlerine dönüştürüp yeniden üretirler.
“Gözlemden soyut düşünceye ve oradan da pratiğe”-işte nesnel gerçekliği bilmenin eytişimsel yolu budur. Bu süreçte özdeksel olan, düşünsel olana dönüşür; ama düşünsel olan da özdeksel olanla denetlenir ve doğrulanır, özdeksel olana uygulanır. Bu bağlamda bilimsel bilgi bireysel değil, toplumsal bir çalışmanın ürünüdür.
Bilimsel bilgi, eşit kabul gören ve insanlar arasında ırk, din, dil ve ulus ayrımı gözetmeyen genel geçer bilgidir.
Bilimsel Bilgi yöntemli, yansız, genelleştirilmiş ve kanıtlanma niteliği olan bilgidir. Bilimsel bilginin yolu, soyuttan somuta ilerleyen kavramsal düşüncenin yoludur ki, somut gerçekliği, düşünsel olarak özümseyip onu kavramlar aracılığıyla üretmenin ve yeniden üretmenin sürecidir.
Bilimsel bilgiyi elde etmekten amacımız, doğru bilgi ile bilinçlenip doğru eylemde bulunmaktır. Bu yönde yapılan çalışmalar, yani doğru düşünme ve sistematik bilgi edinme süreci bilimsel bilgiyi oluşturur. Ancak bir konunun bilimsel olabilmesi için temel ilke ya da tek ölçüt, konunun gözlenebilir bir varlık alanı ve nesnel bir gerçeğinin bulunmasıdır. Bu nedenle bilimsel bilgi, kişiden kişiye ve toplumlara göre değişen yargılar yerine, tarafsız ölçütler getiren genel geçer bir bilgi türüdür.
Bu nitelikte bilgi elde etmek, eş deyişle belirli bir soruna, olguya ve olaya bilimsel olarak yaklaşabilmek için, bilimsel düşünceyi ve bilimsel tutumu benimsemiş olmak gerekir.
Bilimsel Düşünce
Yöntemli düşüncedir; dogmalardan, yani yalnızca inanılan ama kanıtlanamayan görüşlerden kaçınan, konusunu deneyleme, gözlemleme, çözümleme, açıklama ve kanıtlamaya yönelik bir düşünce biçimidir.
Gerçeğe dönük, olaylara saygılı bir akıl disiplini gerektirir. Bu disiplini kazanmış kimse, yargılarında tutarlı ve temkinlidir. Olgulara dayanmayan ulu orta genellemelerden kaçınır. Akla ya da sağduyuya uygun görünse de, hiçbir konuda önyargılara ve dogmatik inançlara saplanmaz.
Bilimsel düşünme yeteneğini kazanmış bir kimse için, düşüncenin başlangıç noktası ve geçerlik ölçüsü, güvenilir gözlem verileridir. Gözlem verilerine ters düşen ya da onları aşan her türlü öneri, teori veya genelleme kuşku konusu olmak zorundadır. Herhangi bir çıkarım ya da savın geçerliği, olgulara uygunluk gösterdiği kadardır.
Özetle Bilimsel Düşünce, bir anlama, bir bulma, ve bir doğrulama yöntemidir.
Bilimsel Tutum
Konulara art niyet ve önyargıdan uzak, inançlardan arınmış, kısa ve kolay yoldan sonuçlara ulaşmaktan kaçınan, gerçekçi, nesnel, şüpheci ve eleştirel bir yaklaşım biçimidir.
Bilimsel tutumu edinmiş kişi, olaylar ve nesneler arasında düşünme gücü, mantık, matematik ve estetik ile bağlantılar kurarak yeni sonuçlara varabilme yeteneği kazanır. Kurguları, neden-sonuç ilişkileri ile saptayıp, olayları kontrol etmeye ve gelecekle ilgili çıkarımlar yaparak ön deyide bulunmaya çalışır.
Bilimsel tutumu benimsemenin ve özümsemenin amacı, insanın dogmalardan yani karanlıktan kurtulup, bilgi ile aydınlanmasıdır.
Bilimsel nitelik kazanmak, biriktiren kişilikten, araştıran, eleştiren, kanıtlayan ve katkıda bulunan kişiliğe dönüşmektir.
İstenen insan, açık-seçik olan, yaşamının her noktasında kendini yeniden gözden geçiren ve aklını bilimsel yöntemler doğrultusunda kullanabilen insandır. İnsanın, insanların, insanlığın ortak olan tüm bilgi birikimini, kişiliğine uygun biçimde işleyerek, yeni bilgilere, yapıtlara ve ürünlere dönüştüren, yaratıcı ve üretici insandır. Bilim ile aydınlanıp, bilgisi ile yaşamını bir kılan, sorumluluk ve görev bilinci açığa çıkmış bir insan, yüksek insanlık ülküsüne hizmet etmekte yetkin bir kişiliğe sahip olacaktır. Bilimsel olmak; bilimsel tutumu ve bilimsel niteliği edinmek, kesin sonuçlar aramaktan kaçınmak, olgulara eleştirel yaklaşmak, insana değer vermek, gelişmeye ve değişmeye açık olmak, üretici ve yaratıcı olmak, laik ve demokratik düşünmek eş deyişle çağdaş olmaktır. Üretilmiş bilgileri ezberlemek değil, aklı bilimsel yöntemler doğrultusunda kullanmaktır.
Bilimsel Tutum ve Davranışlar
Bilimsel tutum ve davranışlar, sorunları çözmeyi, sağlam ve güvenilir bilgi üretmeyi, üretilmiş bilgiyi yaşamda, insanlığın yararı yönünde uygulamayı kolaylaştıran düşünce ve davranışlardır. Bu tutum ve davranışlar, yalnız araştırma ya da öğrenme için değil, aynı zamanda demokratik yaşam için de vazgeçilmez özelliklerdir.
1. Açık fikirli olmak: Kişinin, kendi kendisine ve dış dünyaya karşı dürüst olması, içten olması, olaylara çok yönlü bakabilmesi, kararlarını yeni kanıtlar bulunduğunda yeniden gözden geçirebilmesi ve gerektiğinde değiştirebilmesi,
2. Karşı görüşlerde mantık arayabilmek: Her karşı görüşte bile bir mantık (doğru olanı) arayabilmesi, en doğruyu kendisinin bildiği saplantısından kurtulması.
3. Kuşkucu ve eleştirel olmak: Eleştirici bir gözle bakmak, dinlemek, değerlendirmek, savlar karşısında kanıt istemek, çok yönlü kontrol uygulayabilmek, olgusal gerçekler ile kişisel görüş ayırımına duyarlı olmak.
4. Düşünce ve gözlemlerinde bağımsız kalabilmek: Tüm çabalarını gerçeği aramaya, doğruyu bulup söylemeye yöneltmek, gerçeği değiştirmek ya da görmemek uğruna kimseden etkilenmemek.
5. Kanıt için kararı erteleyebilmek: Yeterli kanıt bilgi olmadan karar vermemek, verince de sınırlarını bilmek.
6. Çalışmalarında sabırlı ve özenli olmak: Gerçeği aramanın kolay olmadığını bilerek, küçük güçlüklerden yılmamak, çalışmalarında düzenli olmak ve her ayrıntıya özen göstermek.
7. Bağıntılı düşünebilmek: Olaylar arasında bağıntılar ve özellikle nedensel bağıntılar arayabilmek ve bunları değerlendirebilmek.
8. Yanılabileceğini düşünerek alçakgönüllü olmak ve yargılarında olasılığa yer vermek: Mutlak bilgiye eriştiğini düşünmekten çok, gerçeğe yaklaşmış ve hatta tamamen yanılmış olabileceğini düşünebilmek, toleranslı olmak.
9. Ölçütlü düşünerek karar verebilmek: Tüm değerlendirmelerini belli ölçütlere göre yapmak
Bütün bunlar bağımsız, araştırıcı, yaratıcı, yapıcı, değişen koşullara uyucu, üretici, kısaca Çağcıl İnsanı tanımlayan niteliklerdir.
Bu tutum ve davranışların geliştirildiği toplumlarda, baskı rejimleri kolay yeşeremez ve de tutunamaz. Eş deyişle bu tutum çağdaş bilimsel tutumdur.
Böyle bir tutumu ve nitelikleri elde etmiş kişi, bilgilenme sürecini nasıl oluşturacaktır? Yöntem kullanarak.
Bu aşamada, bilimsel yöntemleri ele almadan önce bazı bilimsel kavramları anımsamak gerekir. Öncelikle Yöntem nedir?
Yöntem
Yunanca Meta (doğru) ve Odor (yol) sözcüklerinin birleştirilmesinden oluşturulmuştur. Bu bağlamda Yöntem, belli bir amaca erişmek için izlenen düşünsel ya da eylemsel yol demektir.
Bilimsel Yöntem, düşünsel olsun, eylemsel olsun, bilimsel bir çözüm sürecidir. Yeni ampirist görüşü temel alır. Olgusal nitelikli problem çözmenin ve bilimsel bilgi üretmenin en güvenilir yolu olarak kabul görmektedir.
Bir çözümün bilimsel olabilmesi için bazı ilkelere uygun olması gerekir ki bu ilkeler bilimsel yöntemin temel nitelikleridir.
Çözüm mantıksal olmalıdır.
Çözüm doğru olmalıdır.
Çözüm olgusal içeriğe sahip olmalıdır.
Çözüm güvenilir olmalıdır.
Metafiziksel, dinsel ya da mitolojik çözümler bu koşulları yerine getiremedikleri için bilimsel nitelik taşımazlar. Bu nedenle, Bilimsel Yöntem, Bilimin en önemli ayrıcalığı olmaktadır. Günümüzde geçerli olan bilimsel yöntem Baconcu tümevarım ile Aristocu tümdengelim yaklaşımlarının ayrı ayrı yeterli olamayışları sonucu, her ikisini de içeren, iki yaklaşımın bir sentezi olarak ortaya çıkmıştır.
Buna göre birey, önce kendi kişisel ve diğer kişilerin gözlem ve deneylerinden yararlanıp onları kendi usunda bütünleştirerek olguların açıklanabilmesi için denemelik genellemeleri oluşturur. Burada tekil olguların dikkatli gözlemleri sonucu genellemeye ulaşılmıştır. Bir başka deyişle, tümevarım yaklaşımı izlenmiştir. Bu genellemelere denence ya da hipotez denir. Varılan her denence, sınırlı gözlemlere göre doğru sanılan fakat henüz kuşku duyulan, bu nedenle de daha geniş bir alanda sınanması, verilere uygunluğuna bakılması gereken bir önerme niteliğindedir. Bundan sonra yapılacak iş, bu denencenin gerçekten kabul edilir olup olmadığını saptamaya çalışmaktır. Bu genelleme doğru ise, “Hangi kanıtları ve hangi doğrulayıcıları olmalıdır?” Bu açıklamaya dayalı olarak oluşan olaylarda neler gözlenebilmelidir? gibi sorulara yanıt aranır.
Bu aşama ise, doğruluğu geçici de olsa kabul edilen bir genellemeden (ki bu genelleme gözlemlerden ya da akıldan kaynaklanmış olabilir) hareket ederek tekil olayların alacakları şekillerin düşünüldüğü, kararlaştırıldığı bir usavurma yani bir tümdengelimdir.
Doğrulayıcıları da bu şekilde saptandıktan sonra sıra bunların pratikte sınanmasına gelir. Sınama, bu beklentilerin yapılacak gözlemlerle yanlışlanıp yanlışlanamayacağının araştırılmasıdır. Gözlem sonucu elde edilen veriler beklentilere uygunsa, denence doğrulanmış olur ve raporlaştırılır.
Bilimsel yöntemin tüm bilim alanlarında geçerli bir yöntem olup olmadığı uzun süre tartışma konusu olmuştur, günümüzde de bu tartışmalar devam etmektedir.
Bilimsel Yöntem; temelinde bir deneme süreci olmakla birlikte, yalnızca deneysel araştırmalara özgü ve onlarla sınırlı bir yaklaşım değildir. Burada deneme fikri geniş yorumlanmalıdır. Yani deneme denince yalnızca bir laboratuar ortamı düşünülmemelidir. Ussal bir yaklaşımla, neyi aradığını bilen, ne bulabileceğini öngören ve bu görüşlerin doğru çıkıp çıkmadığını verilerle sınayan kişi de aslında deneme yapmaktadır. İşte bu nedenle bilimsel yöntemin geçerliliği savunulmaktadır.
Bilimsel Yöntem (Bilim kavramı ile birlikte düşünerek tanımlanmaya çalışırsak)
Bilim üretmenin yolu,
Bilimin süreç yönü.
Kanıtlanmış bilgi elde etmek için izlenen yol,
Uygulandığında bilime katkı getirmiş ve getireceğine güvenilen süreçler,
Eş deyişle, sorun çözmek için izlenen düzenli ve dizgeli yol diyebiliriz.
Bilimlerin gelişmesi, bir ölçüde üretilen bilgiye bağlı ise, bir ölçüde de kullanılan yöntemlere bağlıdır. Yöntem olmadan bilimden söz edilemez. Çünkü, bilimsel bilgi, bilimsel yöntem yardımı ile üretilen bilgidir. Bilimsel yöntem dediğimizde, hem düşünsel bir etkinlik olan bilimsel düşünce yöntemini hem de eylemsel bir etkinlik olan bilimsel araştırma yöntemini anlamamız gerekir.
Bilimsel düşünme yöntemi
Bilim adamlarının evreni anlamak amacıyla, olguları betimlemek ve açıklamak için giriştikleri düşünsel bir etkinliktir. Tamamen kuramsal bir nitelik taşıyan bilimsel düşünme yöntemi, mantıksal ilkelere dayanan zihinsel bir süreçtir.
Bilimsel Araştırma Yöntemi
Bilimsel düşünme yönteminin ışığında, olgunları betimlemek ve açıklamak için girişilen pratik etkinliktir.
Sonuç olarak Bilimsel Yöntem, betimleme ve açıklama yollarını kapsayan, bir yanı ile eylemsel, öbür yanı ile düşünsel ve mantıksal bir süreçtir.
Bilim, bilimsel yöntem ve kurallarla gelişir. Bilim kuram “Birtakım olguları ve olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal sistem”dir. Bilimsel araştırmaların genellikle bir ampirik bir de kavramsal yönü vardır. Araştırmacı, ampirik olguları çeşitli duyu organları ile algılarken (gözlem), kavramları entelektüel yetisiyle geliştirir. Bu durum, bilim adamını kavram geliştirmeye zorlar.
Bilimsel alanda hiçbir kuram son şeklini almış sayılmaz. Önü açık bırakılır ve yeni veriler elde edildikçe kuramların da geliştirmesi söz konusu olur. Aynı nedenle, belli bir konuda kuram geliştirme çabasına geçmeden önce bir dizi ampirik araştırmanın yapılmış olması gerekir. Kuramlar tez ve antitezler arasındaki çelişmeyle gelişirler. Bu yönüyle bilimsel gelişme, yeni gözlemler karşısında yetersiz kalan kuramların ayıklanması, yerlerine daha geçerli görünenlerin konulmasından oluşan bitmeyen bir “süreç”tir.
Günümüzde bilimsel yöntemle bilgi elde etmede üç aşamada öngörülmüştür.
Sorunsalı tanımlarken yararlanılan bilgiler temel alınmakla birlikte, sezgi, yaratıcı düşünce gibi çeşitli etkenlerin de önemi vurgulanmaktadır.
Bu üç aşama:
1.Tanılama
Sorunsalın çözümündeki başarı, başlangıçta yapılan tanının gerçeğe uygunluğu ile sınırlıdır.
2.Doğrulama
Tümdengelim (dedüksiyon) ve Tümevarım (indüksiyon) sentezinin odaklaştığı bir aşamadır. Bilimsel yöntemin, öteki problem çözme yaklaşımlarına karşın en belirgin üstünlüğü bu doğrulama aşamasının varlığıdır.
3.Raporlaştırma
Tanılama ve Doğrulama süreç ve sonuçlarının baştan sona ve belli kurallar içinde belgelendirilmelerini içerir.
Bu süreçleri kapsayan bilimsel yöntem;
- Açık ve Seçiktir,
- Denetlenebilir,
- Yansızdır,
- Deneyci ve Seçicidir,
- Eleştirici ve Düzelticidir.
Olgu
Geniş anlamıyla olgu, evrende ya da dış dünyada olup biten her şeydir. Dar anlamda gözlemlere konu olan ve doğada var olan nesnelerdir.
Doğa biliminde iki tür olgudan söz edilir.
- Gözlenebilir olgu
- Hipotetik olgu (gözlenebilir olgudan dolaylı olarak çıkarsanan olgu)
Bilim, olgular arasında seçme yapan, düzenli ve düzensiz olguları ayırt eden ve ilk planda düzenli olgulara yönelen bir bilgi etkinliğidir. Olgular hakkında genelleme ve yasalara ulaşmayı amaçlar. Bu nedenle bilim adamı öncelikle genelleme yapmaya elverişli düzenli olgularla ilgilenir. İkinci aşamada bu düzenli olgu yığını arasından kendi ilgi alanına giren ya da kendi hipotez ve kuramını destekleyecek olan olgulara yönelir. Bilimde olgu “seçilmiş olgu”dur.
Duyumsama
Duyumsama, duyular ile gerçekleştirilmiş bilinç olusudur. Eş deyişle, nesnel çevrenin duyu örgenleri üzerindeki etkisinin yalın sonucu veya duyu örgenleri yoluyla beden alanı ya da dış çevreden toplanan uyarıcılardır. Bu nedenle, bir duyu organının uyarılmasıyla oluşan psiko-fizyolojik olaydır.
Herhangi bir anlıksal katılım olmaksızın edinilen izlenim olarak da tanımlanabilen duyum, nesnel olarak bir refleks, öznel olarak da az çok belirgin bir bilincin ortaya çıkması, alınan izlenimin gelişerek bir algı veya imaj haline gelmesidir.
An (verili/doğal us), bir yandan içe, örgenselliğe doğru, diğer yandan da dışa ya da nesnel ortama doğru yönelerek çeşitli ilişkiler kurar. Dışa yönelmesi dış duyumsama içe yönelmesi ise iç duyumsama olarak adlandırılabilir. İç duyumsama, içtepi (içgüdü) uyarımlarının An tarafından algılanmasıdır. İnsan, iç ve dış dünyayı duyumsama yolu ile algılar. Bilgi edinme süreci, nesnelerin duyular aracılığı ile duyumsanarak fark edilip An’da algılanması ile başlar.
Algılama
Almak kökünden gelen Algılama, en geniş anlamıyla An’ın (verili/doğal usun) kendi iç ve dış ortamından gelen verileri alma işlevidir. Yani, nesnel gerçekliğin, duyularla duyumsanarak An’a aktarımıdır. Eş deyimle An, çevreye açılan pencereler gibi olan duyu organları aracılığı ile içgüdüsel olarak çevresine yönelir ve duyumsama ile duyu verilerini kaydederek biçim kazandırır.
Bu bağlamda Algılama, An’ın (doğal usun) biçim kazanmasıdır.
Algı tekildir ve bir şeyin (nesnenin, olgunun, olayın) burada-şimdi-ben tarafından duyumlanmasıdır. Duyumda anlıksal katılım yoktur, ancak duyumun tekilliğinin bilincine varmak anlıksal katılımı gerektirir ki algı duyumun bu anlıksal katılım sonrasındaki görünümüdür.
Kendine özdeş olan An, duyular aracılığı ile algılar edinmeye başlandığında, algılar arasında ayırımlar ile farkındalığa geçer. Böyle bir farkındalık, başlangıçta şekilsel imge ayrımlarıdır ve en az iki nesneyi birbirinden ayırt etme yönünde oluşur.
Bir nesnenin algısı bu’nun algısıdır. Farkındalık ise daha çok bu ve bu olmayanın ayırımlı algısı demektir. Bir başka deyişle farkındalık için bu ve şu’nun algısı gerekir. Burada kullanılan İmge, nesnelerin algısı yoluyla An’da oluşturdukları izdüşüm demektir.
Gözlem
Olgularla ilgili veri toplama işlemidir. Bilimin konusu olan algılara gözlem denir. Gözlem ilk bakışta, öncelikle tek tek şeylerin gözlemi olarak vardır. Bu ise burada ve şimdi somut bir öznenin, burada ve şimdi tekil olarak bulunan şeye yönelmesi demektir. Bu duruma en uygun deyim ise algıdır. İşte biz böyle tekil algıların değil, bu türdeş algıların yinelenmesine gözlem adını veriyoruz. Burada algı tekrarları sübjektifleşmeyi ve yanılma payını azaltmak içindir.
Bilimsel gözlem, bilim adamının yasallık, süreklilik ve düzenlilik arayan bir araştırma ilgisi doğrultusunda saptamış olduğu “düzenli algılar topluluğu”dur.
Bir başka deyişle, gözlem birden fazla kişi tarafından, amaca yönelik seçilmiş olgu ve olaylardan doğru ve uygun araçlar ile tarafsız sistematik olarak yapılan algı karşılaştırılması ile bulunan ortak oluşumudur.
Bilim, gelişigüzel tekil algı önermelerinden değil, gözlem önermelerinden tümel önermelere ulaşmayı amaçlar. O halde gözlem, olgularla ilgili sistematik bir vergi toplama sürecidir. Bilimsel değeri olabilmesi için, güvenilir ve geçerli olması gerekir. Nesnel nitelikte olması güvenilir olmasının, bir amaca hizmet etmesi de geçerli olmasının ölçütleridir.
Bilim adamı saf bir olgu toplayıcısı, olgu koleksiyoncusu, yalnızca gözlemek için gözleyen birisi ya da edilgen (pasif) bir izleyici değildir. O aklındaki bir soruya yanıt aramak, açıklama getirmek için gözlemlere başvurur ve kendi kuramsal önerilerine destek aramak için dış dünyaya yönelir. Ancak bu soruları soran bilim adamı da belli bir toplumun üyesidir ve onun istek ve amaçlarına belli bir kültür çevresinde edinilmiş dürtü, yönelim ve ideolojiler örtük biçimde de olsa eşlik etmektedirler.
Gözlem, algılama ve yorumlama gibi iki aşamalı bir işlem olduğundan, yorumlamada en büyük sorun, yorumlayanın kültüre, inançlara ve eski düşünce biçimlerine bağımlılık oranı olmaktadır. Çünkü geçmiş yaşantımızdaki kavramlar, bilgiler, inançlar, eş deyişle her türlü koşullanmalar yorumu etkilemektedir.
Bilimsel gözlemlere yönlendirici ilgi ve bilgilerin öngelmesi demek, gözlemlerin hep bir tarihsel bağlam içerisinde yapılması demektir. Bu da dış dünyaya hep tarihsel kalan perspektifler altında ve yine tarihsel/göreli bir biçimde yönelindiği anlamına gelir
İnceleme
Gözlenen nesnenin hangi özelliklerle donanmış olduğu dikkatli gözlem aracılığıyla saptamaya çalışmaktır. Bir başka deyişle, bir nesnenin özelliklerinin gözlem aracılığıyla araştırılması onu incelemek demektir.
Deney
Geniş anlamıyla koşulları yapay olarak hazırlanmış olayların gözlemidir. Yani gözlemde kendiliğinden olan olay ve olgular incelenirken, deneyde, deneycinin karışması ile oluşan olgu ve olaylar incelenir.
Ölçme
Gözlem veya deney verilerinin, elden geldiğince kesin, açık ve doğru bir biçimde dile getirilmesi amacıyla, kantitatif (sayısal) olarak anlatımıdır.
İki türlü ölçme vardır:
1. Doğrudan Ölçme
Fiziksel ve doğal olgular, anlaşmaya varılmış standart birimler ile ölçülürler. Metre gram, santigrat ya da Fahrenhayt derece gibi birimlerle ölçülebilirler.
2. Dolaylı Ölçme
Toplum bilimleri ve benzerinde standart birimler yoktur. Zeka, başarı, kişilik, tutum vb. kavramlar, yargısal olarak ölçülebilirler.
Dolaylı ölçmeler göreli sonuçlar verir.
Betimleme
Betimleme, nesnelerin ne ve olguların nasıl olduklarını bir dizi mantıksal (analiz, tanımlama, sınıflandırma) ve matematiksel (sayma, ölçme) işlemle ifade etme etkinliğidir. Betimleme, bütün bilim kollarında ilk aşamayı oluşturur. Amacı, araştırma konusu olguları ve bu olgular arasındaki ilişkileri gözlem, deney ve ölçme gibi işlemleri kullanarak saptama, sınıflama ve kaydetmedir.
Bir başka deyişle, somut gerçekliği içinde bir nesnenin, olgu ya da olayın ne olduğunun, yani kendine özgü belirtilerinin elden geldiğince, tam ve açık seçik bir biçimde göz önüne serilmesidir. Bir olguyu betimlemek için, o olgunun dışına çıkmaya gerek yoktur. Olguyu oluş süreci içinde algılamak ve kaydetmek yeterlidir.
Betimleme ne olduğu sorusuna, açıklama ise bunun neden böyle olduğu sorusuna yanıt bulma çabasıdır. Bilim, önce olgunun “ne” olduğunu bildirmek zorundadır.
Ancak, buna göre ve bundan sonra onun “neden” öyle olup da bir başka biçimde olmadığını anlamlı bir biçimde sorabilir.
Bunun için bilim adamı, önce gözlem olgularının betimlenmesine yönelmek ve bundan sonra açıklanması gereken verileri, kendisini bir yasalılığa götürebilecek bu betimlemelerle birlikte ele almak durumundadır. Ancak bu yolla bir dizi tekil ifadeden, genel yani yasal ifadelere ulaşmak mümkün olacaktır.
Tanımlama
Betimlenen nesnenin temel ıralarının (karakterinin) belirtilmesi ile sınırlarının ortaya konarak içeriğinin doldurulmasıdır.
Açıklama
Betimlenip tanımlanan nesne, olgu ya da olayların nedenselliklerinin saptanmasıdır. Bir başka deyişle, açıklamak oluş nedenlerinin saptanmasıdır. Açıklama, bir durum, bir olay, bir olgunun ne olduğu ile birlikte oluş nedenini de ortaya koyar. İki şey arasındaki nedensel bağlantıyı gösterir, gözlenen bu şeyi bir yasaya geri götürerek çözümledikten sonra, öğeleri arasındaki bağlantıları açığa çıkarma yoluyla aydınlatır. Eş deyişle, bir olgunun oluş biçimini değil, oluş nedenini gösterme sürecidir.
Bir olguya ilişkin olarak neden sorusunu sorduğumuzda, ya “Bu olgunun yönelik olduğu amaç nedir?” ya da “Bu olgunun ortaya çıkmasına yol açan ön koşullar nedir?” sorusunu sormaktayız.
Soruya ilk anlamda verilecek yanıt, teleolojik bir açıklamayı, yani her olgu ve sürecin belli bir amaca yönelik olduğunu ve ancak bu amaç ile açıklanabileceği görüşünü, ikinci anlamında verilecek yanıt ise mekanik bir açıklamayı oluşturur.
Deneyimler, bilimsel sonuçlara ikinci tür açıklamalar ile ulaşılabileceğini göstermektedir. Bir başka deyişle, bir olguyu açıklamak demek, onu bir veya daha fazla genelleme yardımıyla başka olgulara bağlamak demektir. Dikkat edeceğimiz nokta, açıklamada birbirine bağlanan şeylerin olgular değil, olguları betimleyen önermeler olduğudur.
Bir olgunun bilimsel açıklanması, o olguyu betimleyen önermenin, doğruluğu bilinen birtakım başka önermelerden çıkarılabilir olduğunu göstermektedir. Her açıklama bir çıkarımdır, fakat her çıkarım bir bilimsel açıklama değildir. Burada çıkarım terimini geçerli bir tümdengelim kalıbından zorunlu sonuçlar elde etme işlemi, bir mantıksal işlem anlamında, bilimsel açıklama terimini ise, olgular hakkında yasal neden bildirme etkinliği olarak ele alıyoruz.
Bu bağlamda bilimsel açıklama, bilim için en azından bir yasaya gereksinme gösteren ve yukarıdan aşağıya inen belirli bir çıkarım (tümdengelim) şemasıdır. Bu yasa ister deneysel olarak bulunmuş, isterse kuramsal olarak tasarımlanmış olsun, bilim adamı olguları belirli koşullar altında, yasalardan, bu yasaları daha üst basamaktaki yasalardan, en sonunda bunları da geçerli bir kuramdan hareketle açıklar.
Açıklamanın amacı, beklenmeyen gözlem verileri karşısında, kişinin içine düştüğü hayret ve şaşkınlığı gidermek, çevresinde olup bitenlerle beklentileri arasında uygunluk sağlayabilmektir.
Açıklama, betimlenmiş olguları ve bu olguların ilişkilerini gösteren ampirik genellemeleri, bazı kuramlara ve genellemelere başvurarak anlaşılır biçimde ifade etme işlemidir. Bilimsel açıklamalarda, ya doğa yasası dediğimiz, olguların tümünü kapsayan evrensel genellemelere ya da olguların bir bölümünü kapsayan istatistiksel genellemelere başvurulur. Genellikle, tek tek olguların açıklanmasında, bu olguları kapsayan genellemelerden, genellemelerin dile getirdiği olgusal ilişkilerin açıklanmasında ise daha üst düzeyde genellemelerden (teorik genelleme) yararlanılır. Bu bağlamda bir olguyu açıklamak, onu betimleyen önermeyi, konuya ilişkin bazı genellemeler yardımıyla, başka bazı olguları betimleyen önermelerden çıkarsama demektir.
Bilimsel yönden yeterli bir açıklama şu dört koşulu içerir:
-
-
-
- Açıklanan, açıklayanların mantıksal sonucu olmalıdır (Mantıksal olmalıdır).
- Açıklayanlar arasında yasa niteliğinde en az bir genelleme olmalıdır
- Açıklayanlar olgusal içerikli önermeler olmalıdır (Analitik ve metafizik olmamalıdır).
- Açıklayan önermeler gözlem, deney sonuçlarına uygun, yani doğru olmalıdır.
-
-
O halde bilimsel yeterliliği olan bir açıklama, biçim yönünden (mantıksal) geçerli, içerik yönünden (olgusal) doğrulanmış ya da doğrulanmaya elverişli önermelerden kurulu bir çıkarımdır. Bir başka tanımla, bilimsel açıklama biçim yönünden (mantıkça) geçerli, içerik yönünden “Ne” sorusuna verilmiş yanıtlar olarak betimleme önermeleri, “Neden” sorusuna verilmiş yanıtlar olarak yasa önermeleri altına koyduğumuz bir çıkarımdır.
Genelleme (Tanılama)
Açıklama etkinliğinin özünde bir genelleme sorunu vardır. Açıklanması yapılan tek tek olgularla genellemelere varılarak Tanılama yapılmış olur. Genelleme, tümevarımsal bir düşünce biçimi ile elde edilen ve gözleme dayalı bir işlemdir. Genellemenin olgusal ve kuramsal aşaması vardır.
Olgusal ya da Ampirik Genelleme
Tek tek olguların gözleminden başlayarak yapılan ve olgu gruplarını kapsayan genellemelerdir.
Kuramsal ya da Varsayımsal Genelleme (Hipotez)
Olgu gruplarını açıklamak amacı ile ortaya konan kuramsal kavramlara ya da genellemelere denir. Bir bilimsel açıklama yapabilmek için, olguya ilişkin ve kuramsal nitelikte bir veya birden fazla hipoteze gerek vardır. Görüldüğü gibi, olgusal veya ampirik genellemelerle kuramsal genellemeler yani hipotezler arasında önemli bir ayırım vardır. Tek tek olguların gözlemlerinden başlayarak, olgu gruplarını kapsayan birtakım genellemelere ulaşmak ile, bu genellemeleri açıklama amacı ile kuramsal kavram ve genellemeler ortaya atmak apayrı şeylerdir. Olgusal diyebileceğimiz birinci tür genellemeler, doğrudan gözleme konu olup indüktif yoldan elde edildiği halde, kuramsal nitelikteki ikinci tür genellemelerin doğrudan gözleme konu olması şöyle dursun, ne tür bir düşünme ile elde edildiği de bilinmemektedir. Bilim için önemli olan, bir kuram ya da hipotezin ne yolla ortaya konduğu değil, olgusal verilerce desteklenip desteklenmediğidir.
Tanıtlama
Tanılanmış bir olgunun mantıksal uygunluğunun saptanmasına tanıtlama denir. Tanıtlama aşamasında olgular “kavramlaştırılmış” olur.
Sınama
Tanıtlanmış ya da mantıksal uygunlukları saptanmış olan kavramlar, pratikte sınanarak doğrulanır veya yanlışlanırlar.
Ön-Deyi
Olgular arasındaki ilişkilerden veya bu ilişkileri dile getiren genellemelerden yararlanarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmeye ön-deyi denir.
Açıklamanın amacı anlamak, ön-deyinin amacı doğayı kontrol altına almaktır.
Yasa
Bu aşamaya kadar tüm gözlem ve deney sonuçları tarafından doğrulanmış (pratikte denetlenmiş) olgusal içerikli genellemeye Bilimsel Yasa denir. Demek ki, bilimsel yasalar, bilimsel genellemelerin bir alt grubunu oluşturmaktadır.
*Yasa, olgulara ilişkin bir genellemedir ve yine olgulara dönülerek denetlenebilir ve doğrulanabilir olmalıdır.
*Yasa tek bir nesne ya da olguyu değil, nesne ve olgular grubunu kapsayan ve mantıksal açıdan tümel önerme konumunda olan bir ifadedir.
*Yasa belli bir zaman ve yerle sınırlı olarak yapılmış bir genelleme olmayıp en azından potansiyel olarak sınırsızdır.
Hipotez
Salt mantıksal açıdan bakıldığında hipotez de bir genelleme olup yasa ile bir ve aynı şeydir. Aralarındaki ayrım mantıksal değil, bilimsel/felsefi bir ayrım olup bilim felsefecileri tarafından yapılmaktadır.
Hipotezi yasadan ayıran yön, onun henüz olgularca yeterince doğrulanmamış bir genelleme olmasıdır.
Bir başka deyişle, yasa olgularca yeterince doğrulanmış bir genelleme iken; hipotez olguları açıklamak için ileri sürülmüş bir öneri, düşünsel bir açıklama denemesidir.
Bunun yanında hiçbir genelleme ya da tümel önerme olgular dünyasında sonuna kadar tüketilemez ya da doğrulanamaz. Bu demektir ki yasalar da hiçbir zaman tamamen doğrulanmış değildirler. O halde bir yasayı bir hipotezden ayıran şey, yasanın hipoteze göre daha yüksek bir doğrulanmışlık derecesine sahip olmasıdır. Bu saptama, bir hipotezin doğrulanma derecesi yükseldikçe yasaya dönüştüğünü de göstermektedir. Ancak, tüm hipotezler genelleme biçiminde olmayıp, tek bir olgu veya nesneye ilişkin önerme şeklinde olanları da vardır. Örnek: Dünya yuvarlaktır.
Bir genellemenin veya önermenin hipotez niteliği kazanabilmesi için;
*Doğru olup olmadığnın bilinmemesi,
*Doğrudan test edilebilir olmaması gerekir.
Bu bağlamda Hipotez, birtakım olguları açıklama gücünde gözüken ve doğrudan test edilemeyen bir önermedir.
Tanımı gereği, doğrudan test edilebilir olmadığından, bir hipotezin doğrulanması iki aşamalı olup, önce hipotezden olgusal yoldan test edilebilir sonuçlar çıkarmak, ikinci aşamada da bu sonuçları gözlem ve deney sonuçları ile karşılaştırmak şeklinde yapılır.
Hipotez yani Varsayım sözcüğü, farklı iki anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan biri Denence, diğeri Sayıltı’dır.
Denence
İnceleme konusunun sonucu ile ilgili olan ve doğrulanmak üzere ele alınan inançlar, fikirler, beklentiler ya da ilişkilerdir.
Sayıltı
Bir bilimsel incelemenin temelinde bulunan, doğa, toplum, insan ve bilimle ilgili genel önermelerdir. Bir başka deyişle, inceleme konusu edilmeksizin doğru ve geçerli oldukları varsayılan öncül önermelerdir. Bilimsel yöntemin özünde denence kavramı vardır. Bu nedenle araştırma dilinde Hipotez, Denence’dir. Denence, denenen yargıdır. Bazen araştırmalarda başlangıç noktasının ayrıca kanıtlanmasına gerek görülmeden doğru olarak kabul edilmesi gerekebilir. Bu kabule Varsayım yani Sayıltı denir.
Varsayım, denenmemiş yargıdır.
Teori (Kuram)
Olguları veya olgusal ilişkileri açıklayan kavramsal bir dizge ya da sistemdir. Üst düzeyde düşünsel bir çalışmayı gerektirir. Başka deyişle oldukça yüksek bir soyutlama ediminin ürünüdür. Teori kavramının bazı kavramlar ile ayırımını ele alırsak, ilk ayırım teori ile olgu kavramı arasındadır.
Olgu, doğrudan veya dolaylı, ortak gözleme konu olan ve doğada yer alan bir oluştur. Teori ise, insan usunun bir ürünüdür. Olguları açıklamak ve evreni en azından bir yönü ile anlamak için kurulur. Ancak, olguları içermeyen teori olmadığı gibi, az çok teorinin bulaşmadığı hiçbir gözlem veya deney verisi de yoktur.
Bir başka ayırım teori, hipotez ve varsayım arasındadır.
Varsayım doğruluğu irdelenmeksizin kabul edilen, Hipotez doğrulanmak üzere ele alınan savlardır. Oysa Teori, kısmen de olsa, doğrulanmış fakat henüz tümü ile kesinleşmemiş bir sistemdir. Hipotez ve Varsayım tek bir önerme ile dile getirilebilir, teori ise birbiri ile ilişkili birçok önermeleri ile sistem halinde kurulur.
Bilim, gözlenebilen yüzeydeki olguları, gözlenemeyen fakat görüntüler gerisinde varsaydığı bazı temel ilişki veya süreçlere inerek açıklar.
Teori, işte, bu tür gözlem dışı ilişkileri dile getiren, açıklayıcı nitelikteki genelleme veya yasaların, olgusal düzeydeki ilişkilerin açıklanmasında ve bazı hallerde önceden kestirilmesinde öncül (aksiyom) işlevi gördüğü bir sistemdir.
Teori kavramsal bir şemadır. Genellemelerin mantıksal bir düzene konması demektir. Teori, dedüktif sistemin özelliğini taşır. Buradaki mantıksal düzen, inceleme konusu alanın, seçilmiş birkaç temel ilke veya genellemesinden (teorik nitelikte kavramlar arasındaki ilişkileri belirler) geriye kalan tüm önermelerin mantıksal veya matematiksel olarak çıkarılabilir olmasını göstermektedir. Yani, eldeki önermelerin bir veya bir bölümü öncül olarak kullanıldığında geriye kalanlar sonuç olarak elde edilebilmelidir.
Bir yoruma göre, teori, indüktif genelleme ve soyutlama yolu ile gözlemlerden elde edilir (Newton). Bir yoruma göre ise, teori, insan zekâsının yarattığı kavramlardan oluşur. Olgulardan bağımsızdır (Einstein).
Teoride her iki özellik de vardır. Kavramsal bir sistem olarak, insan zekâsının ürünü olup onu doğada bulma olanağı yoktur. Ancak bu ürün, insan zekâsı ile doğa verilerinin karşılıklı etkileşiminden doğar. O halde teori, bir yanı ile buluş, bir yanı ile keşiftir.
Bilimsel Bilgi nasıl elde edilir?
Bilimsel bilgiyi elde etmek için, araçlarımız, gereçlerimiz nelerdir? Deney ve gözlem verilerimiz, kullandığımız yöntemler, dilimiz ve mantık biçimimiz sağlam ve güvenilir bilgi elde etmek için yeterli midir? Bir başka deyişle, hangi araçlarla, gereçlerle ve hangi yöntem ile bilgi elde ediyoruz? Dayanaklarımız nedir, nasıl tanıtlıyoruz, nasıl kanıtlıyoruz?
Elde edilecek bilgiler, kullanılan araç gereçlere ve uygulanan mantık biçimine göre değişeceğinden, yöntemlerin denetlenmesi ve değerlendirilmesi pek önemli bir uğraş olacaktır. Bilimler yalnızca araştırma yaparlar. Bilimin kendisi, bilimin konusu, bilimin kavramları, bilimin yöntemi, bilimin ulaştığı sonuçlar ve bilimsel yasalar gibi sorunlar bilim tarafından ele alınmazlar. Bu sorunlara felsefe eğilir ve özelleşerek bilim felsefesi adını alır. Bilim felsefesi, bilimi anlamak, yorumlamak ve yol göstermek uğraşıdır