Okuma süresi: 14.50 mintues

Alman edebiyatının Aydınlanma çağına damgasını vuran bu iki dehasının Schiller ve Goethe’nin dostluğu, beraberlikleriyle pekiştirdikleri sanatçı yönlerini daha da ileri taşımıştır. Bu iki evrensel bilgenin toplumun ahlâk ve estetik değerlerine katkıları oldukça derindir. Hatta denilebilir ki bu ikili, Kant’tan sonra katı Alman disiplini ve görev ahlâkının yerleşmesinde de oldukça etkili olmuşlardır. Daha sonra bu disiplin ve görev anlayışı Nietzsche tarafından çok eleştirilecektir.   

Schiller ve Goethe’nin Alman gençliği üzerinde çok etkili olduğu bir gerçektir. Goethe, gençlik yıllarında yazdığı “Genç Werther’in Acıları” adlı romanıyla gençlerde melankolik bir eğilim yaratmış, bunun sonucu olarak da Werther’e öykünen pek çok genç intihar etmiştir. Schiller ise gençlik yıllarında yazdığı tiyatro eseri “Haydutlar” nedeniyle çok popüler olmuş, buradaki Karl karakterine özenen pek çok genç de haydut olma yolunu seçmiştir. Giuseppe Verdi’nin aynı isimli operası bu eser üzerinedir.

Goethe’nin fikir dünyasını derinden etkileyen Herder, Almanya’da o dönem çok moda olan “Sturm und Drang” (değişim fırtınası/tutkusu ) coşumcu akımının da öncüsü olmuştur. Herder’in kendi yaşamını sorguladığı ve her şeyden sıkılıp Fransa gezisine çıktığında yazmış olduğu “1769 Yılındaki Seyahatimin Günlüğü” daha sonra bu akımın temel eseri olmuştur. Aynı zamanda 18. yüzyılın en önemli edebi eserleri arasında yer alır. Her ne kadar Herder’in bu günlüğü çok sonra, 1846 yılında yayınlanacaksa da, 1771’de karşılaştığı Goethe ile paylaşmasıyla birlikte Herder-Goethe ikilisi bu akımın öncüleri olurlar. Zamanın ruhunu (zeitgeist) değiştirmek suretiyle yaşam, ahlâk, bilim ve felsefe alanında yeni görüşler, canlı kavramlar ortaya atarlar.

Rüdiger Safranski, Schiller biyografisinde bu dönem hakkında şunları yazar: (2)

“… Sturm und Drang dönemi için belirleyici düşünce şudur: Herder, “önemli olan; taştan bilince, doğanın tarihinden insanların tarihine kadar organik gelişmenin hareket ettirici temel gücünü kavramaktır,” der. Bu hareket ettirici temel güç bilinmekten çok yaratıcı canlılık olarak hissedilir ve ancak hissedilip yaşandıktan sonra da anlaşılabilir. Canlı olan her şeyde kavranamaz spontane (kendiliğinden) olan bir şey vardır. Bu özgürlük, ‘bir şeyden bağımsız olmak’ anlamına gelen bir özgürlük değildir; tersine, özgürce yaratabilmek demektir. Anlama yetisi/akıl, yaratmayı bir zorunluluk olarak yorumlar. Anlama yetisinin/aklın böyle yargılaması gerekir; çünkü o, canlı olanı yalnızca nedensellik kavramıyla kavrayabilir ve o halde kavrayamaz. Neden? Çünkü yaratıcı gidiş bir nedenin etkisi değildir; tersine, bilinmez bir keyfiyet içerir. Nedensel gidişler öngörülebilir, yaratıcı olanlar öngörülemez.”

Genç Schiller, bu akımın etkisinde olduğundan kendisi gibi düşünür ve şair olan Goethe’ye derin bir hayranlık duymaktadır. Bu nedenle onunla tanışmayı ve yakın olmayı hayal eder. 1787 yılında Weimar Dükü’nün kendisine önerdiği hukuk danışmanlığı görevini kabul etmesinin en önemli nedenlerinden biri de Goethe’ye yakın olmaktır. Goethe o sıralar İtalya gezisindedir. Schiller, Herder ile yakınlaşır ve dostluk kurar. 1788’de Goethe geziden döndüğünde Herder’in de katıldığı bir aile toplantısında karşılaşırlar. Goethe ona yakınlık göstermez. Schiller için bu ilk hüsrandır, ama son olmayacaktır. Daha sonraki karşılaşmalarında da aynı şey yaşanır. 5 ay sonra Schiller evlendiğinde eşini çocukluğundan beri tanıyan ve onun kişiliğine çok değer veren Goethe, onları kutlamaya gelir, ama tavrı değişmemiştir. Bundan sonra 3 yıl daha uzak duracaklardır.

Goethe, enerjisini gereksiz yere harcamayan bir adamdır. 1793 sonuna kadar savaş görmüş, Fransızlarla savaş sırasında Dük Carl August’a eşlik etmiştir. Fransız devrimi sırasında o, bilim ve sanatla uğraşmayı yeğler. Almanya’daki devrim yanlısı eğilimlere ise itibar etmez. Fransız devrimine sıcak bakmadığını yıllar sonra dostu Eckermann’a açıkça söylerken şunu da ekler: “Gerçek şu ki ben zorbalığa ve keyfi yönetime karşıyım. Büyük devrimlerin suçunun da halkta değil, devleti yönetenlerde olduğuna inanırım. Yönetenler haktanır ve dikkatli olursa zamanın gerektirdiği devrimleri kendiliklerinden yapar ve halkın bunları zorla elde edeceği ana dek direnmezlerse, devrim diye bir şey olmaz.” (1) Bu sözlerinden zorbalığa karşı ve haktanır olduğu anlaşıldığı gibi yöneticiliği sırasında ortaya koyduğu tavır da bunu göstermiştir.

Schiller 1792 yılında Fransız Meclisi’ne bir mektup göndererek kralın hayatının bağışlanmasını ister. Fransız Meclisi de ona vatandaşlık onuru verir ama mektup ya gecikir ya da dikkate alınmaz ve bir yıl sonra kral giyotine gönderilir. İlginçtir ki ona verilen Fransız vatandaşlığı belgesi ancak 1798’de eline geçer ve belgeyi imzalayan iki kişi de bu arada giyotine gitmiştir. Goethe bunu “ölüler diyarından gelen mesaj” diye adlandırır ve ekler: “Seni yalnız yaşarken sana ulaştığı için kutlayabilirim.”(3)

Fransa’da yaşanan kardeş kavgası ve kralın öldürülmesi Schiller’in de dünya görüşünü etkilemiştir. Halk yığınlarına birtakım hakları vermeden önce onları eğitmek gerektiği üzerine yazdığı mektuplar “İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar”, onun bu yeni görüşünü ortaya koyar. Politik özgürlüğü kullanabilmek için insanın içte özgür olması gerektiğini söyler. Ona göre; “Yalnızca güzellik, insanın yolunu özgürlüğe çevirir.”  1789’da 30 Yıl Savaşları’nın tarihini yazmaya başlar. Ona göre “Geçmişin aynasında günümüzün yüz hatları görülebilir.”

Schiller 1789’da “Hollanda’nın Bağımsızlığına Kavuşmasının Tarihi” adlı eseri ile Jena’da tarih profesörü olur. “Dünya Tarihi Nedir” ve “Ne Amaçla Okutulur”adlı ilk dersi o kadar çok ilgi çeker ki öğrenciler amfiye sığmadığından daha büyük bir amfide ders tekrarlanır. Goethe o sırada Kültür Bakanıdır ve o vesileyle kendisini ziyarete gider. Goethe’nin tavrında hiçbir değişiklik olmadığını gören Schiller çabalarının boş, ilgisinin karşılıksız olduğunu düşünerek iletişim talebinden vazgeçer.

1794 yazında Jena’da Doğa Bilimleri Kurumu’nun toplantısında karşılaşıncaya dek bu durum sürer. Çıkışta başlayan sohbet Schiller’in evinde devam eder. 6 yıllık bekleyişten sonra bu iki deha, birbirlerinden ayrılamayacaklarını o gün anlarlar. Schiller’in yazdığı içten mektuba Goethe, “Bu hafta kutlayacağım doğum günüm için bundan daha güzel bir hediye düşünemezdim,” der ve şöyle ekler: “Jena’da buluştuğumuz gün, bir çağ başlangıcıdır.”

Schiller, Goethe’yi şöyle anlatır: “Onun temaşa eden (seyreyleyen) bakışları şeylerin üzerinde öylesine sakin ve öylesine saf durmaktadır. Goethe, parçadan bütüne gitmek yerine önce zihinsel seyir ile bütünün birliğini (vahdet) kavrayıp sonra bu bütünün parçalarını anlamaya çalışır.” (4)

Bu buluşmayı Goethe’nin anlatımıyla izleyelim: “Kurumun toplantılarında çokluk bulunurdum. Bir kere Schiller’i orada gördüm. Tesadüf eseri birlikte çıktık; konuşmaya başladık; verilen konferans, görünüşe göre, onda ilgi uyandırmıştı, fakat doğayı böyle parçalayarak ele alışın, uzman olmayan heveslileri pek de memnun etmeyeceğini, çok anlayışlı, çok akıllı, benim pek hoşuma gidecek bir şekilde söyledi. Ben şöyle cevap verdim: “Bu yol, belki uzmanlara da korkunç gelir; tabiatı kısım kısım, parça parça ele almayıp etkin ve canlı olarak, bütünden parçaya doğru tesir edici olarak tasvir eden başka bir yol vardır sanırım. “O, kendisini aydınlatmamı istiyor, ama şüphelerini gizlemiyordu. Benim iddia ettiğim gibi böyle bir yolun tecrübeye dayanacağını bir türlü kabul etmiyordu.

Evin önüne vardık. Konuşmamız beni içeri çekti. Orada ‘Bitkilerin Değişimi’ adlı eserimi canlı canlı okumaya başladım; canlandırıcı bir iki kalem vuruşu ile sembol halinde bir bitkiyi gözleri önünde yarattım. Bütün bunları büyük bir ilgi, şüphe götürmez bir kavrayışla dinledi; fakat ben sona varınca, ‘bu tecrübe değil, düşünce…’ dedi. Ben şaşırdım, biraz da canım sıkıldı, çünkü bu sözlerle, bizi ayıran nokta üzerinde kuvvetle dokunulmuş oluyordu. İncelik ve Vakar’daki iddia aklıma geldi, eski hiddetim başını kaldırmak istedi ama kendimi tuttum ve ‘Düşünce olduklarını bilmediğim, hatta gözlerimle gördüğüm düşüncelerin bende olması, pekâlâ işime gelir,’ diye cevap verdim… Uzun uzun savaştık, sonra sustuk. İkimizden hiçbiri muzaffer çıkmadığı gibi, yenildim de demiyordu.

Her neyse, ilk adım atılmıştı. Schiller’de büyük bir çekici kuvvet vardı, yaklaşanı kendine bağlıyordu. Tasavvurlarına ilgi gösterdim. İşte böylece, özne ile nesne arasında belki de hiçbir zaman tam olarak sona erdirilemeyecek, pek büyük bir savaş sayesinde birleştik. Dostluğumuz arasız devam etti; ikimize de başkalarına da hayırlı oldu.” (1)

Weimar-Jena dönemi, zamanın gericileri için bir kâfirlik çağıdır. Goethe’nin eski dostlarından Fritz Stolberg bile bir çevirisinin önsözünde Goethe-Schiller ikilisinden vaftiz edilmiş kâfirler diye bahseder. Goethe ve Schiller, Zahme Xenieni dergisinde yazarlık ve Die Horen dergisinde yöneticilik yapmaktadırlar. İki yazar yedi ay birlikte çalışıp bu gerici akımlara karşı manzum yergiler yazarlar. İlk yayınlandığında bomba etkisi yapan fakat çabuk sönümleyen bu yazın türünün yararsız olduğuna karar vererek kalıcı eserlere yönelirler. Schiller’in teşvikiyle Goethe, “Wilhelm Meister’in Çıraklık Yılları”nı 20 yıl aradan sonra tamamlar. Schiller de onun teşvikiyle “Wallenstein” adlı eserini tamamlar ve yazdığı bir mektupta eseri bitirdiğini duyurur. Şöyle diyor Schiller, 2 Ocak 1795 tarihli mektupta: “Büyük bir enerji ile karar altına aldım ve siz geldiğinizde bir şey bitirmiş olmak için son günlerde kendime bir görev verdim. Şimdi bu çalışmayı bitirdim ve geldiğinizde size sunulabilir.”(1)

Goethe ve Schiller Anıtı. Weimar, Almanya.

“Balad Yılı” diye anılan 1797 yılında Schiller ve Goethe en tanınmış baladlarını yazıp yayımlarlar. 1804’de Fransız yazar Madame de Stael, Goethe ve Schiller ile dostluk kurmuş ve “Almanya’ya Dair” adlı kitabında Weimar anılarından bahsetmiştir.

Goethe, 1797 yılında yazdığı bir mektupta Schiller’e şöyle der: “İnandığımız kanaatlere uyarak çalışmak istiyorsak, mutlaka içinde yaşadığımız yüzyılı unutmaya mecburuz. Çünkü prensipler üstünde bugün her tarafta gördüğümüz sonu gelmez zevzeklikler, bundan evvel dünyada görülmemiş bir şeydir. Yeni felsefemizin getireceği iyilikleri de henüz beklemek zorundayız.”(1)

Mektubun devamında idealist ve materyalist düşünürler arasındaki görüş farkını irdelerken kendi bütünsel bakışını şu sözlerle ortaya koyar:

 “Filozoflar aralarında uzlaşarak birbirlerinden ayırdıkları bu iki âlemi tekrar birleştirecekleri güne kadar bir bütün olan varlığımızı en iyi şekilde kullanmaya çalışmak en doğrusudur.”

Goethe, 1798 tarihli mektubunda ise Schiller’e şöyle seslenir: “Yaratılışlarımızın birbirine uygun olması her ikimiz için de pek çok yarar sağlamış bulunuyor. Bu ilişkinin daima sürmesini diliyorum. Ben sizin için bazı şeylerin temsilcisi görevini gördümse, siz de beni dıştaki eşya ve bunlar arasındaki ilişkileri gereğinden fazla araştırma eğiliminden kurtardınız; kendime dönmemi sağladınız; bana insanlardaki iç varlığı gereği gibi seyreylemeyi öğrettiniz; bana ikinci bir gençlik sağladınız ve nerede ise artık şairliği bırakmışken beni yeniden şair yaptınız.”(1)

Alman Romantik hareketi önderlerinden Goethe ve Schiller’in, Hegel üstünde önemli etkileri olmuştur. “Estetik” adlı eserinde ikisini şöyle betimler:

“Şiirde, her şey, insanın, onun daha derin ilgilerinin ve onu harekete geçiren güçlerin, içerik ve düşünceyle dolu olarak sunulmasına bağlıdır. Bundan dolayı da dehâ, olgun, çok değerli ve kendinde tam herhangi bir şeyi varlığa getirmeden önce, tin ve yürek, hayat, deneyim ve düşünüm tarafından zengin ve derin bir biçimde eğitilmek zorundadır. Goethe ve Schiller’in ilk üretimleri, dehşete düşürücü olabilecek bir hamlığa, evet hatta bir kabalığa ve bir barbarlığa sahiptirler.

Diyebiliriz ki ülkemize ilk kez şiirsel eserler veren bu iki dâhi, ulusal şairlerimiz, ancak olgunluklarında, bize derin, tözsel, hakiki esinlenme ürünü ve biçim bakımından da oldukça mükemmel şekilde kotarılmış eserler kazandırdılar. Tıpkı Homeros’un ancak yaşlılık döneminde hiç ölmeyen şarkılar esinlendiği ve ürettiği gibi.                

Sanatçı, hayatın hakiki derinliklerini somut görünümler içerisinde açımlamazdan önce, pek çok şeyi yapmış ve başından pek çok şey geçmiş olmalıdır. Bunun sonucu olarak, deha, Goethe ve Schiller’in durumunda olduğu gibi, gençlik çağında patlama yapar, ama yalnızca orta yaşta veya yaşlılıkta sanat eserinin halis olgunluğunu mükemmelliğe ulaştırabilir.”(6)

Goethe’nin Strassburg’daki öğrencilik yıllarında hocası olan Herder, onun Doğuya ve İslam kültürüne olan bakışını da derinden etkilemiştir. Bunun sonucunda Goethe “Doğu Batı Divanı”nı yazmıştır. Bu eserde Goethe, “Bir nesil ki taşıyor yücelere önderini!” dediği Hz. Muhammed için yazdığı kasidede şöyle söyler:(4)

Ve böylece bütün kardeşlerini,

Evlatlarını, hazinelerini,

Neşe saçan kalbiyle

Götürür bekleyen Yaradana…

Hegel,  “Estetik I” adlı eserinde bu şiiri şöyle betimlemektedir:

“Yalnız bu serlevha bile bize şunu göstermektedir: Kayalardan fışkıran bir pınar, kayalıklardan aşağı, derinlere bırakır kendini, köpüren kaynaklar ve çaylarla birlikte ovaya iner, kardeş kaynakları yanına alır, geçtiği ülkelere isim verir, bastığı yerlerde şehirler inşa edilir; sonra tüm bu harikulade güzellikleri, kardeşlerini, sevgililerini, çocuklarını beraberine alarak ve neşe saçarak kollarını açmış kendilerini bekleyen Yaradanın sinesine eriştirir; böylece güçlü bir ırmak sembolüyle verilen Muhammed’in cesurca ortaya çıkışı, öğretisini hızla yayması, öğretisini hızlıca yayması, tüm halkları bir din altında toplamaya çalışması başarıyla tasvir edilir.”(6)

Schiller ise “Neşeye!” adlı şiirinde Goethe’nin bahsettiği neşe saçan bir gönül sahibidir. Sevgi ile dopdolu ve emin olarak çağrıda bulunur:

Kollarıma koşun, gelin milyonlar!

Bütün dünyayı öpmek istiyorum şu anda,

Kardeşler, yıldızların üzerinde, cihanda,

İyi biliyorum ki sevgili bir baba var… (5)

1805’te Schiller, akciğer iltihaplanması nedeniyle yaşamını yitirdiğinde Goethe “Kendi varlığımın yarısını yitirdim” derken duyduğu derin üzüntüyü yansıtır. Ruh sağlığı ancak bir yıl sonra düzelebilecektir.

Bu arada Schiller’in mezarı ile ilgili tartışmalar o kadar yoğunlaşır ki 1826 yılında mezarı açılır ve cesedin onun olmadığı anlaşılır. Daha sonra bulunan mezarı düşes Anna Amalia Kütüphanesi’nin bahçesine getirilir. Bu sırada Goethe’nin kafatasını ödünç aldığı ve masasının üzerine koyarak  “Schiller’in Kafatasını İncelerken” adlı bir şiir yazdığı söylenir. 1827 yılında Weimar mezarlığına gömülür. Goethe de öldükten sonra aynı mezarlığa gömülecektir.

Bu iki büyük şairin anısına yapılan heykel, Weimar’da bulunmaktadır. İkisi birlikte barışın sembolü olan defne dalını tutmaktadırlar. Ne yazıktır ki Almanya ve Avrupa, ancak iki dünya savaşı geçirdikten ve milyonlarca insanın kanı döküldükten sonra barışın önemini anlayacak ve Avrupa Birliği adı altında birleşeceklerdir.

Avrupa Birliği’nin kendi özel marşı olarak Schiller’in tüm insanları kardeşliğe çağıran “Neşeye!” adlı şiirini koroya söyleten Beethoven’in 9. Senfonisini seçmesi de ayrıca çok anlamlıdır.


Kaynakça:

  1. Salah Birsel, Goethe: Işık… Biraz Daha Işık 
  2. Doğan Göçmen, Friedrich Schiller, ‘İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Mektuplar’ ve Ahlâklı Bir Uygarlık Arayışı  https://dogangocmen.wordpress.com/2016/08/31/friedrich-schiller-insanin-estetik-egitimi-uzerine-mektuplar-ve-ahlâkli-bir-uygarlik-arayisi/
  3. http://goethetc.blogspot.com/2010/02/goethe-and-schiller-and-french.html
  4. Goethe, Doğu Batı Divanı, çev. Senail Özkan         
  5. Burhanettin Batıman, Felsefe ve Şiir  
  6. Hegel, Estetik I                                                                              
Suna Öztürk
+ Son Yazılar