Okuma süresi: 10.43 mintues

Kitab-ı Mukaddes’in Tekvin 11:1 âyetinde [1]; Tanrı, tek millet, tek dil olan halkın yeryüzüne yayılması için dillerini ayırır, bu kavmin Tanrılara, cennete yakın olmak için inşa ettikleri Babil kulesi ise tamamlanamaz. [2]

Bab-ilu Asur-Akad dilinde “Tanrı’nın Kapısı” anlamını taşırken, İbranice balil kelimesinin “karışıklık çıkartmak” anlamından dolayı âyette, Tanrı’nın halkın dil birliğini bozduğu ve kente bu nedenle Babil adının verildiği belirtilmiştir. Öte yandan Sa’lebi, “Kısas-ı Enbiya” eserinde şöyle der: Arap diline göre Babil, bülbülden çıkmıştır ve bülbül “türlü söyleyici” demektir.

J. Derrida dünya üzerinde çevirinin Babil ile başladığını öne sürer. İlginç bir şekilde Babil kelimesinin çevirisindeki farklı anlam katmanları, tam da diller arası çevirideki zorluklara bir örnektir. Babil kelimesinin dayandığı balil kelimesiyle, Tanrı’nın insanları cezalandırması, dillerini karıştırması ve birbirleriyle anlaşamadıkları için yeryüzüne dağılmaları anlatılmaktadır. Öte yandan Kuran’ın son derece şiirsel Hucûrat Sûresi’nde [3] Tanrı’nın insanları milletler ve kabilelere ayırmasının sebebi, onların birbirlerinin farklılıklarıyla tanışmaları talebidir. Kur’an’ın bu âyeti, Babil kelimesinin Arapça çevirisindeki “bülbül”ün anlamıyla örtüşmektedir; bülbül tüm canlıların seslerini çıkartabildiği için, farklılıkların renkliliğinden ve birlikteliğinden alınan zevki ifade etmektedir.

Çeviri, dillerin farklılığı nedeniyle ihtiyaç duyulan, ama paradoksal olarak, diller farklı olduğu için tam yapılamayan bir iş.  Ancak edebiyat çevirisi, bir topluluğun verdiği sanat ürününü başka bir topluluğa ve onun şairlerine tanıtmak,  farklı dillerin birbirlerinden beslenmesini, düşünsel ve dil yetkinliğinin zenginleşmesini sağlamak amacını taşıdığı için, tüm sorunlarına rağmen yüzyıllardır önemini yitirmemiştir.  Bir ütopya olarak ele alındığında çeviri, insanlığın ortak diline katkıdır, insanlığın kültürel hazinesinin/mirasının aktarılması amacına hizmet eder.

Edebiyatın da en üst ve latif biçimi olarak şiir; çevrilebilir mi, çeviriyle kimliğini koruyabilir mi, başka bir boyuta nakledilebilir ve hâlâ kendisi olmayı sürdürebilir mi sorularına Paul Valery, şiiri çevrilemeyen, başka türlü söylenemeyen bir şey olarak tanımlar. İngiliz şair Coleridge ise şiirde doruğa ulaşmanın ölçütünü şu şekilde belirtir; “Şiir, eğer aynı dilin sözcükleriyle anlamı zedelenmeksizin çevrilemiyorsa başarıya ulaşılmış demektir”. Yani, bırakın bir şiiri başka bir dile çevirmeyi, kendi dilinde bile farklı kelimelerle yeniden kurulamamalıdır.

Bir şiirin güzelliği, söylediğinden de çok söyleyişinde; seslerin, seslere bağlı anlam ve çağrışımların belli bir düzene sokulmasında olduğuna göre onu bozup bir başka dilde yeniden kurmak olacak iş değildir. Ama insanlar Shakespeare, Puşkin, Hayyam gibi nice şairleri yalnız çevirilerinden sevmiş, büyülenmiş, der S. Eyüboğlu. Demek bir şiirin kendinde olduğu gibi, çevirisinde de aklımızı, mantığımızı aşan bir taraf var. Demek şiirde ses ve kelimelerin ötesinde öyle bir anlam var ki, kolu kanadı kırılsa da insandan insana, dilden dile geçiyor.

Cemil Sena, Hegel’in şiir için; mimari, heykel, resim ve müzik sanatlarındaki evrensel ruhun gittikçe artarak şiirde yoğunlaştığını, bunun içindir ki şiirin Tanrısal ve tükenmez bir güce malik olduğunu söylediğini belirtir. Şiir mutlak ve tümeldir, sanatların sanatıdır. Metin Bobaroğlu’na göre antik çağlardan bu yana şiir, yarattığı ruhsal etkiyle insanı esinlendirir, teshir eder.

İşte bu esinlendiren, ruhlayan sanat eserinin başka bir dilde tekrar kurulması için çeşitli aşamalardan ve seçimlerden bahsetmek gerekir.

Şiir çevirirken; “7 Strateji ve 1 Şablon” eserinde Andre Lefevere, bazı ölçütlerin yerine getirildiği takdirde çeviriden doyum alınabileceğini varsayar. Bu ölçütler genel olarak şiirin yapısını, anlam katmanlarını, ses, ritim gibi öğeleri, şiire etkisini veren sözcük ve imgeleri içeren detaylardır. Kaynak dilden erek dile çeviride, çevirmenin sadece her iki dile de hâkim olması yeterli olmamakta, her iki dilin de yazın geleneğini, tarihini, ekinini de tanıyor olmalıdır. Çevirisi yapılan şiirin önce yapı-sökümü ve sonra başka dilde tekrar kurulumu gerekli olduğu için, şiir çevirmenliğinde şair olmanın katkısı yadsınamaz.

Burada en zorlu işlerden biri de şiirdeki katmanlılığı sağlayan metaforlar, çağrışımlar, imgesel öğelerdir. Cevat Çapan bir söyleşisinde, çevirmen şairlerin kendi malzemelerini, çevirdiği şiire ödünç verdiğinden bahseder.

Çeviri Yöntemi Üzerine notlarında F. Schleiermacher, iki farklı çeviri yaklaşımından söz eder;

1. Okuru metne götürmek (Örnek: Kutsal metin çevirileri),

2. Metni okura götürmek (Örnek: Can Yücel’in Shakespeare çevirileri).

1. Tarihteki en eski çevirilerin kutsal metinler üzerine yapıldığı söylenir. Kutsal metinlerin şiirsel ve hermetik özellikleri, sessiz harflerden oluşan ve kelimenin anlam katmanlılığına olanak sağlayan semitik dillerle yazılmış olmaları, çevirmenleri uygun karşılıkları bulma konusunda zorlayıcı unsurlardır. Bu tür tercümeler, neredeyse kelimesi kelimesine çevrildiği ve kaynak dildeki yapıyı da olabildiğince koruma gayesi taşıdığı için, erek dildeki okuyucu kendisini metne yabancı hisseder. Kişi, Türkçe kelimelerden oluşan bir metinle karşı karşıyadır ancak farklı bir dil ailesine ait orijinal metnin kendisine yabancılığı nedeniyle zorlanır. Kitabı Mukaddes Şirketi’nin İncil çevirisinden (İbranî, Kildanî ve Yunanî dillerinden çevrilmiştir) bir örnek şöyledir:

Tanah, Mezmurlar 76:4

“İzzetli olan sensin,

Soygun dağlarından yüce.

Yüreği pek olanlar çapul edildiler,

Uykularını uyudular;

Ve bütün kuvvetliler ellerini bulmadılar.”

Bu tür çevirilerde en büyük sorun, Walter Benjamin’in de belirttiği üzere, çeviriden sınırsız bir güvenirlilik beklentisidir. Tek bir kelime hatasının bile milyonlarca insanı derinden etkileyebileceği bir sorumluluk üstlenir çevirmen.

2. Metni okura götürmek üzerine çeviri, okuyucunun kültürünü ön plana alarak, kaynak metni erek kültüre uyarlamayı esas alan, esnek bir çeviridir. Can Yücel’in düşüncesi şudur; “Çevirmen olayın bütününü, zaman içinde yaratılmış tınısını kavrayacak, sonra da onu bir başka dilin kendi zamanı içinde yeniden yaratacaktır.” Can Yücel’in bu anlayışı, bir L. Aragon şiirini “Ali Veli’li Türkü” başlığıyla, bir W.H. Auden şiirini “Alla’sen Söyle Nedir Aşkın Aslı Astarı” olarak Türkçeleştirmesi üzerinden örneklenebilir.

Can Yücel’den Shakespeare 66. Sone çevirisi:

“Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama

Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.”

Bu anlayıştaki çevirilere karşıt fikirde olanlardan Prof. Bülent Bozkurt, Can Yücel’in sokak dili terimleri ve küfürlerle bezenmiş renkli çevirilerinin birçok insanın Shakespeare ismi ile aşina olmasına sebep olduğunu, ancak bu yerelleştirilmiş çeviriden şairin gerçek sanatının zevkine varılamayacağını öne sürer. İlhan Berk ise okura artık salt anlam çevirisinin yeterli gelmediğini, yabancı şairin kullandığı dilin yapısını okuyucunun görmesi gerektiğini söyler.

Başladığımız referans noktasına tekrar dönersek, aslında ilk çevirmenlerin Babil kulesinden de öncesinden başlayarak, ilâhî hakikatleri insanlara tercüme etmeye çalışan peygamberler olduğunu görüyoruz. Bu, Roman Jacobson’ın intersemiyotik çeviri kuramında bahsettiği ve aslında çevirinin sadece interlingual (diller arası) değil, bir göstergeler sisteminin başka bir sisteme çevirisi veya dönüştürülmesi konusudur. Örneğin bir şiirin müzik, dans, sinema veya resme dönüştürülerek yorumlanması gibi. Böyle bir çeviri, Metin Bobaroğlu’nun ifadesiyle; “farklı bir kültürün kodlarını diğer bir kültüre çevirmenin, ilâhî olanı beşeri olana çevirmenin sanatıdır.” Bunu tarihte en yetkin biçimde yapanlar Habiri/İbri/Hebrew/gezgin, yani İbranî, İbrahimî kültürüdür. Onlar yerleşik kültürler arasında dolaşarak ticaret yapar, birinin malını diğerine verirken, bir yandan da bu dillerin kültür kodlarını bildikleri için, farklı kültürleri birbirleriyle, bu kodları tercüme ederek tanıştırmaktaydılar. İbrahimî kültürün peygamberleri bu ortamda, ortak değerlerle (evrensel kavramlarla), yerel kavramlar arasında bir çevirmendiler.  Bu, ilâhî olanın beşeri olana tercüme edilmesi olarak okunursa, Hz. İbrahim’den beri tüm peygamberlerin ve velilerin ─yani çevirmenlerin- hizmetleriyle bu tebliğ o zamandan bugüne, tüm milletlere, kesintisiz sürmektedir.

Şiir ile olsun, ilâhî kelâm ile olsun, bizi esinlendiren, dönüşmemizi sağlayan, dilimizi, anlayışımızı, gönlümüzü zenginleştiren tüm elçilere, velilere, şairlere, çevirmenlere selâm olsun!


Kaynakça:

(1) Jacques Derrida, Des Tours de Babel, çev. Joseph Graham, Cornell Univ. Press, 1985

(2) Sa’lebi, Kitabu ‘Ara’isi’l- Mecalis fi Kısasi’l-Enbiya’, TDK, Prof. Emine Yılmaz çevirisi, sy 188-190 www.ctl.hacettepe.edu.tr/babil.shtml

(3) Can Yücel’in Şiir Çevirileri, Her Boydan, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2010, Sabahattin Eyüboğlu önsözü

(4) Cemil Sena, Estetik – Sanat ve Güzelliğin Felsefesi, Remzi Kitabevi, 1972, sy 41-42

(5) Metin Bobaroğlu, Anadolu Aydınlanma Vakfı Konuşmaları, 2015-2016

(6) Prof. Bülent Bozkurt, Çeviri, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 1979 ve 1982

(7) Prof. Alev Bulut, İstanbul Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü, Söyleşi

(8) F. Schleiermacher, Çeviri Yöntemi Üzerine Düşünme, Dün Bugün Çeviri, sayı 1, 1985

(9) Walter Benjamin, Die Aufgabe des Übersetzers – Çevirmenin Görevi, Çev. Ahmet Cemal, Yazko Çeviri 14,  Eylül-Ekim 1983

(10) Turkish Studies, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish, Volume 8/10, Fall 2013

(11) Lawrence Venuti, Translator’s Invisibility, A History of Translation, Routledge, 1995

(12) Enis Akın, “Tanrı’yla Bir Daha Hiç Konuşmayacağım”, Dünya Yayınları, 2004

(13) Roman Jakobson, On Linguistic Aspects of Translation (1959), The Translation Studies Reader, New York: Routledge, 2000, 113-118

(14) Andre Lefevere, Şiir Çevirirken 7 Strateji ve 1 Şablon, Metis Çeviri sayı 13, 1990, sy 35-42

(15) https://insanveevren.wordpress.com/  El-Taberî “Peygamberler  ve Krallar Tarihi

The History of Tabari, 38 cilt The State Univertsity of New York (SUNY), Albany, New York. Dr. Muhammad Abdul Jabbar Beg, “The Problems of Teaching Islamic HistoryThe Muslim Educational Trust, Issues in Islâmic Education 2006, ss. 51-60. http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/1785802934_0704130307.pdf  – I ile IX. Ciltler arasında yaratılıştan itibaren tarihte yaşamış olan Krallar, Peygamberler, nebiler ve Hz. Muhammed (a.s.)’in hayatını içermektedir.

(16) Bâtınî Gelenek, Metin Bobaroğlu, Ayna Yayınları, 2002, sy 50


Dipnotlar:

[1] Tevrat, Tekvin 11:1,4-9: “Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, şarkta göçtükleri zaman, Şinar diyarında bir ova buldular; ve orada oturdular… ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağılmayalım diye, gelin, kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule bina edelim, ve kendimize bir nam yapalım. Ve âdemoğullarının yapmakta oldukları şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Ve Rab dedi: İşte, bir kavmdırlar ve onların hepsinin bir dili var; ve yapmağa başladıkları şey budur; ve şimdi yapmağa niyet ettiklerinden hiç bir şey onlara men edilmeyecektir. Gelin, inelim ve birbirinin dilini anlamasınlar diye, onların dilini orada karıştıralım. Ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı; ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil denildi; çünkü Rab bütün dünyanın dilini orada karıştırdı; ve Rab onları bütün yeryüzü üzerine oradan dağıttı.”

[2] Ebu CaferTaberî’nin “Peygamberler ve Krallar Tarihi” eserinde milletlerin 72 dile ayrıldığı belirtilmektedir.

[3] Kur’an-ı Kerim, Hucûrat Sûresi 13: “Yâ eyyuhen nâsu innâ halaknâkum min zekerin ve unsâ ve cealnâkum şuûben ve kabâile li teârefû, inne ekremekum indallâhi etkâkum, innallâhe alîmun habîr (habîrun)” (Yaşar Nuri Öztürk): Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.

Ela Gülboy
+ Son Yazılar