Okuma süresi: 28.28 mintues

Varlığını Sürdürme Hakları

Bedensel güvenlikten daha tartışmalı bir konu olan varlığını sürdürme, ya da en aşağı düzeyde ekonomik güvenliğin – aynı nedenlerden –bedensel güvenlik kadar temel bir hak işlemi görmeye hakkı olduğunun gösterilebileceği ortaya çıkacaktır.

En düşük düzeyde ekonomik güvenlik ya da varlığını sürdürme derken kirlenmemiş hava, kirlenmemiş su, yeterli yiyecek, yeterli giyecek, yeterli barınak ve en düşük düzeyde koruyucu halk sağlığı hizmeti demek istiyorum.

Varlığını sürdürmek için gerekli şeylerin sınırlarının tam olarak nasıl belirleneceği konusundaki sayısız güçlükleri araştırmak çok ilginç olurdu. Ama temel düşünce, aşağı yukarı normal uzunlukta, normal ölçüde sağlıklı ve etkin bir yaşam doğrultusunda insana tanınacak yakışık alır bir olanak için gerekli şeylerin kullanılmak üzere elimizde hazır olmasıdır. Araya çok acı olayların girmesini de engelleyerek, dış sınırlarının nereye çizileceği konusunda anlaşmazlıklar çıkabilirse de, bu temel düşünce işimize yarayacak kadar açıktır. Varlığını sürdürme hakkı, aşırıya götürürsek, açık kalp ameliyatı gereksemesiyle doğmuş bebeklerin bu ameliyata hakları olduğu anlamına gelmez, ama ateşli hastalıklar boyunduruğunda, parazitlerin egemenliğinde ancak 35 yıllık hayatiyetsiz bir ömür beklentisi yaratan beslenmeye de yeterli beslenme denemez.

Varlığını Sürdürme Hakkı” deyimiyle her zaman için en azıyla varlığını sürdürmeyi amaçlayacağım. İnsanların, varlığını sürdürme haklarının ötesinde ekonomik hakları olabilir ya da olmayabilir, ben burada bu soruyu incelemeden yargıya varmak istemiyorum. Ama insanların geçimlerini sağlamanın ötesinde ekonomik refaha herhangi bir kesin hakları yoksa bile, varlığını sürdürme hakları vardır. Varlığını sürdürme haklarıyla daha geniş haklar ayrı ayrı sorunlardır ve ben burada varlığını sürdürme üstünde durmak istiyorum.

Acaba ancak sağlıklı yetişkinler kendi geçimlerini kendileri sağlayamazlarsa mı geçimlerinin sağlanması hakkını elde ederler konusunu da incelemeden yargıya varmak istemiyorum.

Varlığını Sürdürme Hakkı” derken amacım, hiç değilse kendi geçimlerini kendileri sağlayamayanlara bunun sağlanmasını içine alan bir varlığını sürdürme hakkı olacak. Başka hiç kimse geçiminin sağlanmasını hak etmez varsayımında bulunmuyorum – yalnızca kendi geçimlerini sağlayabilecek durumda olanlar da içinde olmak üzere, hiç değilse geçimlerini kendileri sağlayamayan insanların en az da olsa destek görmeye hakları vardır. Başka hiç kimse için şöyle ya da böyle hiçbir şey olamaz.

Belli bir kişinin yaşadığı yerde yasalarca uygulanan mülkiyet sisteminin özel, devlet, topluluk mülkiyeti ya da daha örneksel karışım ve türlerden biri olması hiç fark etmez. Bütün mülkiyet sistemlerinde insanların en basitinden hayatta kalabilmek için gereksindikleri şeyleri almaları engellenir. Mülkiyet kurumları ve ekonomik sistemler ne olursa olsun, varlığını sürdürme hakkına ilişkin soru şudur: İnsanların yaşayabilmek için gerekli olanı alması yasalarca engelleniyorsa ve mevcut ekonomik kurumlar ve politikalar çerçevesinde kendilerinin (ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin) hayatta kalmasını sağlayamıyorlarsa, son çare olarak, yaşamaları için gerekli şeyleri insanlığın geri kalanından, yaşamaları tehlikede olmayanlardan almaya hakları var mıdır?

Bedensel güvenliğin temel bir hak olduğu sonucunu destekleyen düşüncelerin aynısı, varlığını sürdürmenin temel bir hak olduğu sonucunu da destekler.

Toplumca korunması gerektiğine inandığımız birtakım haklar varsa ve bundan, hakların gerçekten kullanılmasının önüne geçen ciddî ve genel engellerin ortadan kaldırılması gerektiği anlamı çıkıyorsa, varlığını sürdürmenin niçin temel bir hak olarak korunması gerektiği apaçıktır: Bir insan normal ölçüde sağlıklı ve etkin bir yaşam için gerekli temel şeylerden yoksunsa, sözde toplumca korunan hiçbir haktan, yararlansa bile, tam olarak yararlanamaz. Varlığını sürdürme araçlarının yetersizliği bedensel güvenliğin çiğnenmesi kadar ölümcül, güçten düşürücü ya da acı verici olabilir. Sonuçta ortaya çıkacak zarar ya da ölüm en azından güvenliğin çiğnenmesinden doğacak sonuçlar kadar herhangi bir haktan yararlanmayı kesin biçimde engelleyici olabilir. Her türlü kötü beslenme ya da örneğin beyinde ciddî ve iyileşmesi olanaksız hasara yol açan ve açlığa bırakılmış çocuklarda görülen ateşli hastalıklar açık seçik düşünebilmeyi gerektiren herhangi bir haktan yararlanmayı engelleyebilirler ve dıştan saldırı sonucunda ortaya çıkan beyin zedelenmeleri gibi kişiliği adamakıllı bozabilirler. Kuşkusuz bütün kaçınılmaz kusurlar keyfisıra uygulamalar kadar haklardan yararlanma olanağını bütün bütüne ortadan kaldırabilirler.

Gerçekten, hayatta kalabilmek için gerekli şeylerin eksikliğini önlemek, hiç olmazsa bedensel güvenliğin çiğnenmesinin önlenmesinden daha temeldir. Bedensel güvenliklerinin çiğnenmesine karşı korumadan yoksun olan insanlar, eğer serbestseler, kendilerine saldıranlarla boğuşabilir ya da kaçabilirler, ama yiyecek gibi temel şeylerden yoksun insanlar, kendi kontrolleri ötesindeki güçler nedeniyle çoğu kez bir şey yapamazlar ve tam anlamıyla çaresiz ve yapayalnızdırlar.

Varlığını sürdürme haklarının kapsamı, olduğundan daha geniş alınmamalıdır. Özellikle tartışmanın bu basamağı belirteceğim saçma savı ileri sürmüyor: Ölüm ya da ciddî hastalıklar haklardan yararlanmayı engellediğine ya da kesintiye uğrattığına göre, ciddî biçimde hastalanmasına ya da ölmesine izin verilmemesi herkesin temel hakkıdır. Ölüm ve hastalıkların bir çoğu genel toplumsal politikaların kontrol edemediği çok özel durumların birleşmesinin sonucudur. Bununla birlikte belli düzeyde toplumsal örgütlenmenin en az ölçüde hava ve su temizliğini korumasını, yeterli üretim ya da dış alımı, en az ölçüde yiyecek, giyecek, barınak dağılımını, ilk sağlık bakımını gözetmesini beklemek, olmayacak bir şey değildir. Kısacası, gerektiğinde yaşamak için gerekli şeylerin sağlanmasında etkin yönetim beklemek, olmayacak bir şey değildir.

Böylece savımız şudur: Hayatın temel gereksinimlerine ilişkin farklı toplumsal politikalar aracılığıyla ölüm ve ciddî hastalıklar önlenebilirse, herhangi bir insan hakkının korunması, temel gereksinimler konusunda öldürücü ya da güçsüzleştirici yetersizliklerin önlenmesini içerir. Bu da varlığını sürdürme hakkının temel bir hak olarak yerine getirilmesi demektir. Bu, toplumun işidir, çünkü sorunlar ciddî ve geneldir. Bu temel bir haktır, çünkü onun gereği yerine getirilmezse bütün öteki haklardan yararlanmanın önüne geçilmiş olur.

Böylece, güvenlik haklarının herkes için temel olduğunu saptayan irdelemelerin aynısı, varlığını sürdürme haklarının herkes için temel olduğu sonucunu da destekler. Güvenlikte varlığını sürdürmenin her bakımdan ya da hattâ pek çok bakımlardan koşut olması öyle varsayılmasından ya da savlanmasından değildir. Dayanılan tek koşutluk şudur: Güvenliğin güvence altına alınmasıyla varlığını sürdürmenin güvence altına alınması, başka herhangi bir haktan yararlanmanın sağlanması için eşit derecede gereklidir. Bu açıdan güvenlikle varlığını sürdürme koşut olduğu sürece, bu sav aynı biçimde her iki duruma da uyar. Güvenlikle varlığını sürdürmenin koşut olmadığı öteki durumlar konu dışındadır.

İnsanların yalnızca rastgele güvenli olmaları, rastgele varlıklarını sürdürmeleri yetmez. Güvenlik hakkına, varlığını sürdürme hakkına sahip olmaları gerekir – güvenlikten ve varlığını sürdürmeden sürekli olarak yararlanmalarının toplumca güvence altına alınması gerekir. Yoksa insan haklarının birinden ya da ötekinden yoksun bırakılma tehditleriyle yaratılacak baskı ve yılgınlığa karşı korumasızdır ve inanılır tehditler insanın gücünü kırdığı gibi, gerçek dayaklar ve gerçek protein/kalori eksiklikleri kadar kesin biçimde başka herhangi bir haktan yararlanılmasını engeller. İnanılır tehditler, ancak kendi başlarına başa çıkamayacakları güçlerle karşılaşanlara yardım sağlayacak toplumsal düzenlemelerin gerçekten yerleştirilmesiyle azaltılabilir.

Sonuç olarak güvenceye alınmış güvenlikle güvenceye alınmış geçim için, insanın ilk anda başka bir hakkın yerine getirilişi bakımından “eşzamanlı gereksinmeler” diyeceği geliyor. Herhangi başka bir haktan yararlanılacaksa, bunların her zaman hazır olması gerekir ya da güvenlik ve varlığını sürdürmeden yoksun bırakılarak ya da yoksun bırakma tehditleriyle insanların başka bir haktan yararlanması engellenebilir. Ama eşzamanlılık açısından ele almak asıl noktayı gözden kaçırmak olurdu. Eğer bir etiket gerekiyorsa, daha iyisi “ayrılmaz zorunluluklar”dır. Çünkü, örneğin dayağa karşı güvenlik barışçı toplantı yapmak özgürlüğünden ayrılamayacağı gibi, her ne yolla olursa olsun ona eşlik etmesi zorunludur. İnsan toplantı yapmayı yeğliyorsa, dayağa karşı güvencede olmak toplanma özgürlüğüne sahip olmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Eğer insan güvenli bir biçimde toplantı yapamıyorsa, toplantı yapmakta özgür değildir. Tam tersine dayak tehditleriyle toplantı yapmamaya zorlanıyordur.

Aynı şey, yiyecek alabilmek için tek gelir kaynağının işte çalışmak olduğu yerde toplantıya katılma, tek mevcut patron tarafından işten çıkarılmayla sonuçlandığı zaman da geçerlidir. Güvenlik ve geçim güvenceleri toplantı yapmak hakkından yararlanmanın üstünde ve ötesinde ek üstünlükler değildirler. Onun temel parçalarıdırlar. Bu nedenle güvenliği ve geçimi – ya da herhangi başka bir temel hakkın somut varlığını – bütün öteki haklardan yararlanmanın yalnızca “aracı” olarak yorumlamak bizi yanıltır. Güvenlik ve varlığını sürdürmeden yararlanmak bütün öteki haklardan yararlanmanın gerekli bir parçasıdır. Başka bir haktan yararlanmanın anlamı, bir oranda, insanın sonuçta bedensel güvenliğini ya da geçimini gerçekten ya da korkulan bir biçimde yitirişten zarar görmeksizin, o hakkı kullanmasıdır. İnsanlara kullanamayacakları bir hak için güvence vermek, insanlara yemek bileti verip yemek vermemek gibi bir dolandırıcılıktır.

Ayrılmaz zorunluluk” olarak tanımlanan şeyin salt bir amacın araçlarından titizlikle ayrılması gerekir.

Söylemek istediğim şu: Toplantı yapma hakkından yararlanmanın anlamı, bir oranda, insanın bedensel güvenlik içinde toplantı yapması demektir. Toplantı yapma hakkından yararlanmanın temel öğesi güvencede olmaktır, öyle ki insanların toplantı yapmak konusunda toplumsal güvencelere sahip olmadıkları bir durum düşünülemez. Güvenlik içinde toplanabilmeleri güvence altında değilse, toplantı yapmak kendilerine bir hak olarak verilmemiş demektir. Toplanmalı ve oturup en iyinin olmasını beklemelidir, çünkü güvenlik içinde toplanmaya yönelik genel bir tehditin gereğine bakılmamıştır. Asıl tartışma konusunu şöyle özetleyebiliriz: İnsan sıradan bir hakkın ne olduğunu ve özellikle bir hakta karşılıklı ödevlerin neler olduğunu tam olarak kavradığı zaman, belli şeylerin (temel haklar olarak) güvencesinin o haktan gerçekten yararlanabilme koşullarının yaratılmasında temel öğe – temel taşlardan biri – olduğunu anlayabilir. Bu koşullar bir haktan yararlanmanın herhangi bir genel tehdit aracılığıyla önüne geçilmesinin önlenmesini içerir. Bunun açıklanmasının üzerinde hemen düşünmeliyiz.

Varlığını sürdürme hakları düşüncesine ilişkin son bir gözlemimizi burada belirtmeden geçemeyeceğiz: Varlığını sürdürme hakları hiçbir biçimde özgün, yeni ya da ileri bir düşünce değildir. Varlığını sürdürme hakları tuhaf görünüyorsa, bu daha çok Batı Liberalizminin şiddetli ekonomik gereksinmeler için bir kör-noktasının oluşundandır. Yeni ya da ileri olmanın çok ötesinde, varlığını sürdürme haklarının temeli, ileri toplumlarca genel olarak geri ya da ilkel olarak görülen geleneksel toplumlarda atılmıştır.

Güvenceye alınmış en az gereksinme köylülerin yaşamında güçlü bir güdüyse, insan köylü topluluklarında bu gereksinmeyi karşılayan kurumlaşma kalıpları bulmayı umar. Varlığını sürdürme etiğinin toplumsal ifadesini bulduğu yer her şeyden önce köyün içi – günlük davranımı oluşturan toplumsal denetim ve karşılıklı ilişki kalıpları – dir. Geniş bir davranış düzenini birleştirir görünen ilke şudur: “Bütün köylü aileleri, köylülerin denetimindeki kaynaklar elverdiği sürece, en az geçim güvencesine sahiptirler.” Bu anlamda köy eşitçiliği köktenci değil tutucudur; herkesin bir yeri, bir geçim kaynağı olmasını ister… Güneydoğu köy araştırmalarının pek azı, köyün yoksullarına enaz gereksinimlerini sağlayıcı hizmette bulunan, resmî olmayan toplumsal denetimler üstünde durmamazlık eder. Hali vakti yerinde olanların durumu, ancak kaynaklar köylülerin geniş düzlemde tanımlanan mutluluk gereksinmelerini karşılayacak biçimde kullanıldığı oranda kamu onayını kazanır.

Burada önemli olan nokta, varlığını sürdürme haklarının kurumsallaştırılmasının hiçbir biçimde gelecekteki ütopik “ileri” topluma bağlı olmadığıdır. Tam tersine, asıl soru çağdaş ulusların, bu açıdan, birçok geleneksel köy kadar insancıl olup olamayacağıdır. Elimizden gelirse, kuramda ve uygulamada bir süredir yitirmiş olduğumuz değerli bir şeyi önemli ölçüde geri getirmeyi başarabiliriz.

Genel Tehditler

Temel haklar madalyonunun tersini çevirip öteki yüzündeki ödevler üstünde düşünmeden önce, haklar yüzünde birbiriyle iç ilişkisi bulunan iki noktayı saptamamız gerekiyor. Bu noktalardan biri, temel olsun olmasın, bütün hakların genel yapısının tanımındaki son öğeyle, yani bir hakkın özünden yararlanmak için gerekli toplumsal güvencelerin hedef aldığı genel tehditler kavramıyla ilgilidir. Öteki nokta temel haklarla, güvenlik ve varlığını sürdürmenin temel hakların özü olduğu yönündeki mantığın, insanların temel haklarından olduğu söylenebilecek şeylerin listesinin kullanılmayacak ve akıl almaz derecede uzayıp gitmesine yol açıp açmayacağı sorusuyla ilgilidir. Bu iki nokta arasında bir iç bağıntı vardır, çünkü temel haklar listesinin, uzunluk kuşkularının tam tersine kısa olması gerektiğini saptamanın en açık yolu, bir hakkın yapısı gereği talep edilen toplumsal güvencelerin, bütün olası tehlikelere karşı değil, yalnızca bizim genel tehditler olarak nitelediğimiz tehditlere karşı olduğu gerçeğini anımsatmaktadır. Sonunda, temel hakların tanımıyla çoğu etiksel hakların genel yapısının tanımı arasında destekleyici bir bağıntı bulacağız. Güvenlik ve varlığını sürdürmeye temel haklar gözüyle bakmamızın nedenlerini gözden geçirerek ve de aynı nedenlerin başka şeyleri de temel haklar olarak almamızı destekleyip desteklemeyeceği üstünde düşünerek başlayabiliriz. Bu soruya vereceğimiz yanıt genel tehditler kavramının önemini ve payını görmemizi sağlayacaktır.

Buraya kadar sürdürdüğümüz tartışmaya göre güvenlik ve varlığını sürdürme öyleyse neden temel haklardır? Güvenlik ve varlığını sürdürme normal ve sağlıklı bir yaşam için her biri tek tek gereklidir. Bunların birinden gerçek yoksunluk çok ciddî – gizil olarak güçsüzleştirici, sakatlayıcı ya da öldürücü – olabilir, hattâ bunlardan birinden yoksun kalma korkusu bile güvenlik ve geçimini toplumca güvence altına alınmamış birine karşı bir silâh durumuna gelebilir. Kendi güvenlik ve geçimlerini tehdit etmek yoluyla onları değer verdikleri başka her şeyden yoksun bırakma durumunda olan kişi ya da kurumlar karşısında çok güçsüz, çok çaresizdirler. Temel hakları tanımanın temel amacı, insanları başkalarının acımasına bırakan savunmasızlık derecesini olabildiğince önlemek ya da ortadan kaldırmaktır. Güvenlik ve geçimin toplumsal güvenceleri bu amacın başarılması yönünde uzun bir yol alacaklardır.

Öyleyse güvenlik ve varlığını sürdürme bütün öteki hakların korunması ve kullanımındaki payları nedeniyle temel haklardır. Güvenlik ve varlığını sürdürme gerçekleştirilmezken bir mucize olup da, böyle bir durumda, öteki haklar nasılsa korunsa bile, o haklardan yararlanılamaz. Ayrıca güvenlik ve varlığını koruma inanılır tehditler altındayken, öteki haklar hiçbir biçimde korunamaz. Öteki haklardan yararlanabilmek, belli ölçüde bedensel dokunulmazlık gerektirir. Güvenlik ya da varlığını sürdürmekten yoksunluk bunu geçici olarak baltalar ya da ortadan kaldırır. Açlık ve barınaksızlıktan ya da dayaktan zarar görmüş bir kişi, bütün temel yetilerini yeniden kullanabilir duruma gelecek kadar iyi bakım görmesi koşuluyla, geçici bir süre için de olsa, öteki hakların somut varlığından yararlanamaz.

Ama daha önceki çaresizlik tartışmamızın aydınlığa çıkardığı gibi, güvenlik ve varlığını sürdürmenin gerçekten yitirilmesi ya da bunları yitirme korkusu, insanı tehdit kaynağının usundan geçen öteki yoksunluklara karşı da savunmasız bırakır. Güvenliği ve de geçimini sağlama olanağı olmayan kişi çaresizdir, bu nedenle ancak güvenlik ve geçimini tehlikeye atmak pahasına korunabilecek şeyleri korumakta da çaresiz olabilir. Bu yüzden, haklardan yararlanılacaksa, güvenlik ve geçiminin toplumca güvence altına alınması gerekir. Bunları temel hak yapan budur.

Herhangi bir düşünsel tartışmanın oluşturulmasında, temel bir sav, çok fazlasını iddiaya kalkışmadan saptanması gerekeni saptamalıdır. “Çok fazlası” demekle, tam anlamıyla bir saçmaya indirgeme biçiminde olmasa bile, güvenirliği fazlaca zorlayacak kadar şişirilmiş bir sonuç çıkarmadan söz etmek istiyorum. Güvenlik haklarıyla varlığını sürdürme haklarına ilişkin sav bu derde yakalanmış görülebilir, fazla gücün güçsüzlüğü de denebilir buna. Özellikle de, bu savın, insanların güvenlik ve geçim haklarına ek olarak sınırsız sayıda hakları olduğu, bunlar dışında daha başka haklar talep etmede haklı olabileceklerine inanmanın güç olduğu anlamlarına gelmesinden korkulabilir.

Yalnızca güvenlik ve geçimin temel haklar olduğuna inanmamız için elimizde hiçbir neden olmadığı doğrudur ve özgürlük türlerinin de temel haklar olup olmadığı tartışılabilir. Özgürlüğün durumuyla bunun belki de üzücü bir biçimde aydınlığa kavuşmasından önce, burada ele alınmayan birtakım haklar olsa da, temel haklar listesinin kuramsal olarak niçin sınırlı olması gerektiğini görmek yararlı olabilir. Belli bir hakkın temel olduğu savının oluşumu şöyle çizilebilir, kuşkusuz “zorunlu” sözcüğünün anlamı konusunda dikkatli olmak koşuluyla:

1. Herkesin bir şeye hakkı vardır.
2. İlk şey ne olursa olsun, o ilk şeyden bir hak olarak yararlanmak için başka birtakım şeyler zorunludur.
3. Bu yüzden, herkesin birinci şeyden bir hak olarak yararlanması için zorunlu olan öteki şeyler de haklarıdır.

Bu sav, birinci öncülde varsayılan hakkın özünden soyutlamayla çıkarıldığına göre, bir şey için bir hak olmak ne anlama geliyorsa ona, bir başka deyişle hak kavramına dayandırılmıştır. Böylece, temel hakların özünü saptayıcı sav, bu özler herhangi bir başka haktan yararlanılmak için “zorunlu … başka şeylerdir” diyerek özetlenebiliyorsa, “zorunlu” sözünü şu sınırlı anlamda yorumlamak gerekir: Temel hak kavramının kendisince gerekli kılınan. “Öteki şeyler” kolay bulunur, uygun ya da yararlı şeyleri değil, salt başka bir şeyden bir hak olarak yararlanılmasında kaçınılmaz olan şeyi içerir. Bu anlamda hiçbir şey, her haktan yararlanma için zorunlu olmadıkça herhangi bir haktan yararlanmak için zorunlu olmayacaktır ve de kesinlikle bu nedenden ötürü temel bir hakkın özü olma niteliğine sahip  olamaz.

Hak kavramı oldukça iki yönlü bir kavram olduğu için, bu kavramsal zorunluluk hem hakkın taşıyıcıları açısından, hem de karşılıklı ödevlerin taşıyıcıları açısından açıklanabilir. Temel hakların öyle bir özü vardır ki, herhangi bir hak sahibinin temel bir hakkın yerine getirilişinden vazgeçerek o hakkı gerçekleştirme peşinde koşması yenilgiye yazgılı bir iştir ve gene temel hakların öyle bir özü vardır ki, ödev sahibinin temel bir hakka ilişkin karşılıklı ödevleri yerine getirebileceğini iddia etmesi yalancılıktır. Her iki bakış açısı da, yaygın ya da sıradan, ciddî ama çaresi bulunan tehditler ya da “genel tehditler” kavramı aracılığıyla daha somut olarak kavranabilir. Kuşkusuz bir hakkın taşıyıcısı açısından, o hakkın özünden yararlanırken o kişi aynı zamanda varsayılan başlangıç hakkının kullanımını genellikle önemli ölçüde önlemesi beklenen tehditlere karşı korunmamışsa, bir hakkın yerine getirilmiş olduğunu ileri sürmek yanlış olur. Kuşkusuz karşılıklı ödevlerin taşıyıcıları açısından da, en yaygın ve ciddî tehditlerin bir hakkın özünden yararlanmayı yasaklamasının ya da şiddetli biçimde engellemesinin önüne geçen toplumsal güvenceler yerleştirilmedikçe, bir hakka saygı gösterildiğini ileri sürmek yanlış olur. Ödevler açısından bu, özellikle genel tehditlerin önlenmesini şiddetle vurgulamaktadır. Bu, sakınma görevleriyle koruma ödevlerinin birleşik işlevidir.

Ama sıradan ve ciddî fakat çaresi bulunan tehditler aracılığıyla yapılan engellemenin önüne başarılı bir şekilde geçebilme oranı düşük değildir. İnsanların ne akla gelebilecek her türlü tehdite karşı, ne de en son olabilecek ölüm, kaza, ciddî hastalık gibi ortadan kaldırılması olanaksız tehditlere karşı toplumsal güvence istemeye hakları vardır. Öyleyse bu savın sınırlı kapsamına işaret etmenin bir başka yolu da şudur: Sav, haklar için geçişlilik ilkesi olarak adlandırılabilecek şeye dayandırılmıştır. Ama söz konusu zorunluluk çözümleyicidir. İnsanların – bu sava dayanarak – aynı zamanda salt hak ve karşılığı olan ödevler çift kavramlarınca zorunlu kılınan ek özlere de hakları vardır. İnsanlara bir hak tanınacaksa, o hakkın somut varlığından yararlanmaları büyük örneksel tehditlere karşı korunmalıdır, bu çözümleyici olarak zorunludur. İnsanlar sıradan tehditler karşısında tek başlarınaymışçasına çaresizlerse, bir hakkın karşılığı olan ödevler yerine getirilmiyor demektir. Tam olarak bu tehditlerin neler olduğu, hangisine karşı koymanın uygun olacağı kuşkusuz geniş oranda deneye dayanan sorulardır ve durum değiştikçe her iki soruya verilecek yanıtlar da değişecektir. Güvenlik ve varlığını korumanın temel haklar olarak tanınmasına ilişkin tartışmada, varsayılan bir hakkın kullanımının geçimini sağlama eksikliklerince aşındırılmasını, varsayılan bir hakkın kullanımının güvenliğe yönelik saldırılarca ortadan kaldırılması kadar yaygın, o kadar ciddî ve günümüzde o kadar çaresi bulunabilir olarak gördüğümü âdeta apaçık bir şey olarak kabul etmiştim.

Örneğin; yok edilebilir olan şey, kuşkusuz zamanla değişir. Bugün, bunca yoksul insanın sıtmadan ölmesine göz yummamız için pek az özürümüz var, oysa belki de insanların kanserden ölmelerine göz yummak için özürümüz daha çok. Belki de daha ileride pek çok kanser türünün yol açtığı ölümlere göz yummak için aynı derecede az özürümüz olacak, belki de olmayacak. Her ne olursa olsun ölçümüz gerçekçidir, düşsel değil ve gerçekçi olan bir şey değişebilir.

Temel haklara saygı gösterme, tek başlarına baş edemeyecekleri doğal ve toplumsal güçlere karşı, tersi durumda, çaresiz kalacak olanlara etkin bir bağdaşma imzalamaktır. İnsanların temel haklarının özünden yararlanmaları – bizim “toplumsal güvenceler” dediğimiz şeyler – sıkı koruma altına alınmadıkça, aynı şekilde, temel bir hakka saygı gösterilmemiş demektir. Burada vurgulamak istediğimiz şey, bu korumanın ne bir zırhlı gemi olmak gibi ne de usa gelebilecek her tehditi önlemek gibi bir zorunluluğu olmadığıdır.

Ama bunun tam tersi de insanlara, “yerine getirilen” temel hakları varken bile onları yokmuş gibi savunmasız bırakan etkisiz güvencelerin usa gelebilecek her tehdite karşı, direnilmesi olanaksız koruma sağlaması gerekmez, ama önceden bilinebilecek ve çaresi olan tehditlere karşı etkin bir savunma sağlamalıdır. Genel tehditlere karşı yardımsız savunmasızlık durumunu, temel hakların taşıyıcılarına bu haklardan yararlanmak ya da karşılığı olan ödevlerin taşıyıcılarınca bu hakların yerine getirilişi saymak düpedüz ikiyüzlülük olur, ya da sanki kavramların hiç sınırları yokmuş gibi davranmaya çalışmak olur. Böyle uygulamaların sürmesine izin vermek yalnızca hakların çiğnenmesine değil hak kavramının ortadan kaldırılmasına da razı olmaktır.


<< geri <<

Kaynakça:

Akarsu, Bedia,  Max Scheler’de Kişilik Problemi,  İst. Üniv. Ede. Fak. Yay., 1962.

Aristoteles, Poetika,  (Çev. İsmail Tunalı),  Remzi Kitabevi, 1963.

Hançerlioğlu,  Orhan,  Başlangıcından Bugüne Kadar “ÖZGÜRLÜK DÜŞÜNCESİ”, Varlık Yayınları, 1966.

Hançerlioğlu,  Orhan,  Başlangıcından Bugüne Kadar “MUTLULUK DÜŞÜNCESİ”, Varlık Yayınları, 1965.

Hegel, G. W., Hukuk Felsefesinin Prensipleri (1821), (Çev. Cenap Karakaya), Sosyal Yayınları, 1991.

Hume, David,  İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme, (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yay., 1997.

Kant, Immanuel,  Ahlâk Metafiziğinin Temellendirilmesi  (Çev. İoanna Kuçuradi), Hacettepe Üniv. Yay., 1982.

Kant, Immanuel,  Gelecekte Bilim Olarak Ortaya Çıkabilecek Her Metafiziğe Prolegomena (Çev. İoanna Kuçuradi – Yusuf Örnek), Hacettepe Üniv. Yay., 1983.

Kaufman, Walter,  İnsanı Anlamak (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yay., 1995.

Kaufman, Walter,  İnsanı Anla(ma)mak (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yay., 1977.

Kösemihal, Necmettin Şazi, Sosyoloji Tarihi, Remzi Kitabevi, 1968.

Kuruyazıcı, Nilüfer,  Max Frisch’in Oyunlarda Kişinin Kendini Gerçekleştirme Çabası, (Doktora Tezi), İst. Üniv. Ede. Fak. Yay., 1979.

Marcuse, Herbert, “Hegel ve Toplumbilimlerin Doğuşu”, Us ve Devrim (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yay., 1989.

Mengüşoğlu, Takiyettin, İnsanın Varlık Yapısı ve Nitelikleri,  Felsefî Antropoloji, İst. Üniv. Ede. Fak. Yay., 1971.

Nietzsche, Friedrich,  İyinin ve Kötünün Ötesinde (Çev. Prof. Dr. Ahmet İnam), Ara Yayınları, 1989.

Nietzsche, Friedrich, Ahlâkın Soykütüğü Üstüne (Çev. Prof. Dr. Ahmet İnam), Ara Yayınları, 1990.

Özlem, Doğan, Max Weber’de Bilim ve Sosyoloji, Ara Yayınları, 1990.

Uygur,  Nermi, Edmund Husserl’de Başkasının Beni Problemi, İst. Üniv. Ede. Fak. Yay., 1958.

Yenişehirlioğlu, Şahin,  Hegel Felsefesinde Birey Toplum Devlet İlişkileri, Birey Toplum Yay., 1985.

Weber,  Max, Toplum ve Ekonomik Örgütlenme Kuramı (Çev. Prof. Dr. Özer Ozankaya), İmge Kitabevi, 1995.


ÖZÜR ve DÜZELTME:

“KÜLTÜR SORUNU” sayımızda Hulusi Akkanat’ın “Ahîlik Kurumunun Öneminin «Yumak Modeli» Kuramıyla İncelenmesi” başlıklı çalışmasında kaynak gösterilen kitaplardan “Bilinmeyen Osmanlı” adlı eserin yazarı olarak Bozkurt Güvenç yazılmıştır, doğrusu Prof. Dr. Ahmed Akagündüz ve Doç. Dr. Said Öztürk (OSAV Yay.) olacaktır.

Ayrıca “KÜLTÜR SORUNU” sayımızda Hulusi Akkanat’ın “İletişim Kurma ve Sorun Çözme” başlıklı yazısında Kaynakça dizgiye girmemiştir.

Bu yazının Kaynakçası aşağıdaki gibidir:

Bedoyere, Quentin de la, Sorun Çözme Teknikleri, Rota Yay., 1997.

Keenan, Kate, İletişim, Remzi Kitabevi, 1997.

Keenan, Kate, Sorun Çözme, Remzi Kitabevi, 1997.

Hulusi Akkanat
+ Son Yazılar