Farklı disiplinlerde ele alıp işlenen “Kaygı Kavramı” bir anksiyete bozukluğu olarak geçiştirilemeyecek ve yalnızca buna indirgenemeyecek kadar derinliklidir. İnsanın kaygısı, gündeliğin sıkıntılarından varoluş kaygısına kadar uzanan geniş bir hatta farklı renklerde ve farklı derinliklerde karşılıklarını bulur. Eğer bir psikoloğun dilinde karşılığını aramak zorunda kalmış olsaydık belki de onun için “Güçlü bir isteğin amacıyla buluşamayacak gibi gözüktüğü durumlarda ortaya çıkan bir duygu” olduğunu diyebilecektik; veyahut toplumbilimleri sözlüğünde bir karşılık arasaydık kaygının ilkine benzer şekilde “Bireylerin ya da toplumsal birlikteliklerin güçlü isteklerinin yaşamda karşılık bulamaması söz konusu olduğunda beliren bir duygu” olduğunu söyleyecektik.
Yerini bulmamış, doyuma ermemiş bir istemenin yanı başında beliren bir duygu altında tasnif edilmiş bu tanımların kendi haklılıkları gibi yine kendi disiplinlerinin sınır dünyalarında haklılıkları olan başka tanımları da elbette burada sıralayabilir ve “Eğitimde sınav kaygısı”, “Piyasada kriz kaygısı” gibi modern insanın dilinde sıradanlaşmış ifade tarzlarıyla da uzunca bir örnek listesi vererek bu tanımları destekleyebilirdik. Nominal düzeyde her birine kaygı olarak aynı isim verilse de bu tanımlarda ele alınan kaygı fenomenlerinin her birinin kendi aralarında etkileri bakımından göz ardı edilemeyecek hiyerarşik bir derinlik söz konusudur.
Farklı disiplinlerde ele alınıp açık kılınmaya çalışılan kaygı kavramının intihar, uyum (oryantasyon) bozukluğu, toplumsal anomi, ekonomik kriz, nevrotik ve psikotik bozukluklar gibi bilinen olumsuz durumlara sebep teşkil etmesine daha çok vurgu yapılıyor olması Kaygı’nın hiçbir savunusunun yapılamayacağı ve hiçbir olumlu bir işleve sahip olmadığı anlamına da gelmez. İnsanın şimdinin pekin dünyasına saplanmış kendilik konstrüksiyonuna, kendi gölge fenomenine rağmen, onu, varlığın yeni bir formuna, yeni bir eyleme ve de yeni bir oluş sürecine davet eden de yine kaygının belirsiz doğasıdır.
Hegel “İnsanın hakiki varlığı, onun eylemidir” derken haklıdır. Edimsel bir varlık olarak İnsan, kendi ideal ötekisi ya da başka bir kendilik tasavvuru ile şimdi ve buradaki kendisi arsındaki bir gerilim hattında yaşar. Belki de bu gerilim, bu sıkıntıdır ki onun tüm yapıp etmelerini bir şekilde besleyen bir etken olarak insanın olumladığı, arzuladığı pozitif duygu ve durumlar kadar zorunlu ve aslîdir. Bu sebeple insanın kaygısıyla insan kılgısı arasında var olan asli koşutluk bir kez gözetildiğinde, felsefenin ülkesine yol tutan herkes için, kapının eşiğinde durup beklemede ısrar eden bir bilinç tipini sırtından itekleyen bir katalizör olarak kaygı, artık yalnızca bir duygu durum bozukluğuna indirgenen çocuksulukta ele alınıp mahkûm edilemez. Bu itibarla elinizde tuttuğunuz ve felsefeden edebiyata, teolojiden hermenötiğe, psikolojiden sanata kadar uzanan ve “Kaygı” başlığı altında tecessüm etmiş bu özverili emek de böyle bir kaygının ürünüdür. Bu insan olabilmenin ve insan kalabilmenin kaygısıdır ve de kıymetlidir.