Umut, kişi veya toplumun karşılaşacağı olaylar hakkında, olayların beklentileri doğrultusunda gerçekleşmesine dair arzusudur, diyebiliriz.
Wikipedia, umut veya ümit bir kimsenin kişisel yaşamındaki olay ve durumlarla ilgili olumlu sonuçlar çıkabileceği ihtimaline dair duygusal inanç olarak tanımlarken; Türk Dil Kurumu ise umut sözcüğünü “Ummaktan doğan güven duygusu, ümit” veya “Bu duyguyu veren kimse veya şey” olarak tanımlamaktadır.
İnanç sistemleri açısından ise umut; toplumları gerek ahiret beklentisi olsun gerek içinde yaşadığı toplum düzenine karşı isyan etmelerini engellemek olsun dayanma güçlerini artırıcı etki gösterir. Ayrıca içinde bulunulan durumdaki haksızlıkları veya karmaşayı düzeltecek bir kurtarıcı geleceği inancı ile tevekkül (kişinin elinden geleni yapıp, gerisini Yaradan’a bırakması) içinde tutmaya çalışır.
“Tarihin Sonunu Beklemek” kitabında Cengiz Batuk; “Eskatoloji mitosları arasında yer alan önemli bir mitosta dünyanın sonunda gelerek toplumu refaha kavuşturacağına, dünyadaki kaosa son vereceğine, düzeni, nizamı tesis edeceğine inanılan “kurtarıcı” tasavvurlarını kapsamaktadır. Maniheizm’deki muhteşem İsa, Sabiilik’teki Praşai Siva, Yahudilik ve Hıristiyanlık’taki “Mesih”, Zerdüşlük’teki “Saosyant” ve İslâm’daki “Mehdi” eskatolojik kurtarıcı mitosunun önde gelen figürleridir.” diyerek, dinler açısından umut’un önemine ve beklentilerine değinmeye çalıştığını gözlemleyebiliriz.
Mitolojik olarak; Zeus Pandora’ya evlilik hediyesi olarak verdiği kutuyu açmamasını tembih etmesine rağmen Pandora kutuyu meraktan açar, açması ile birlikte tüm kötülükler dışarıya çıkar, son anda kapatmasıyla birlikte içeride sadece “Umut” kalır. Ayrıca Yunan mitolojisinde umudun cisimleşmesi olarak “Elpis”, Roma mitolojisinde ise son tanrıça “Spes” olarak anılır.
Felsefî açıdan ise Nietzsche, Pandora’nın kutusunda sadece kötülüklerin bulunduğu ve tüm kötülüklerin gitmesine rağmen Umut’un kutunun içerisinde kalması nedeni ile Umut’un gizli bir kötülük olduğunu, onun insanların her türlü haksızlığa rağmen umut aracılığı ile hiç bir tepki vermeden bu kötü gidişle uyum içinde olunmasının sebebi olarak görür. “Aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır” diyerek, umut hakkındaki tüm görüşünü kısaca toparlar.
Ernst Bloch ise ütopyayı felsefenin vazgeçilmez kavramlarından biri haline getirerek, ideal olanı yaratma ve ulaşmaya çalışmayı teşvik etmesi ve eylemi destekleme açısından Umut’u faydalı bulur.
“Umut” insanın Allah ile olan bağının (rabıtasının) bir nevi göstergesi gibidir, diyebiliriz. Kişi umudunu sürdürdüğü müddetçe mânevî olarak desteklenip beslenir. Bunun da en büyük belirtisi, o insanda “Sevgi”nin tezahürüdür. Sevgi ile birlikte o kişinin aynı zamanda hayat ile dolduğunu, dirildiğini gözlemleyebiliriz. Sevgi bir tek Yaradan’dan geldiği için kaynak ile bağını yitiren kişide tezahürü olmaz.
Tersi durumda umut gittiği zaman ise amaçlar kaybolur. Sevgi akışı durur. İnsan bir nevi manen kurur. Jean Paul Sartre’ın “Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, Umutsuzluk mânevî bir intihardır.” diyerek, bu görüşü desteklediğini görebilmekteyiz.
Umut’un kaybolması ile birlikte sevgi-hayat akışının kesilmesine bağlı yaşam desteğinden nasıl mahrum kalındığını gösteren bir Mesnevî hikâyesinde;
“Bahçıvan, bahçedeki kuru bir ağacı kesmeye koyuldu. Ağaç:
– Ey yiğit, dedi, suçsuz yere benim başımı niye kesiyorsun?
– Sus, dedi bahçıvan, kuruluğun suç olarak yetmez mi?!
– Ben doğruyum, eğri değil. Niçin günahım yokken beni kesiyorsun?
– Mübarek bir şey olsaydın, yaş olsaydın da keşke eğri olsaydın.
Doğruları söylüyorum diye övünme, bu doğrularda ab-ı hayat var mı, ona bak!” Dirimliliğin var oluş açısından nasıl önem taşıdığının vurgulandığını görebiliriz. Varoluşa çıkan her varlığın, varoluşunu sergileyebilmesi canlı ve dirimli olduğu müddetçe mümkündür. Canlılığı söz konusu olduğu müddetçe, kendi varoluş nedenini gerçekleştirme ihtimali (Umut) olduğu müddetçe varlığını sürdürmesinde bütün evren gerek manen, gerek ise madden onu korur ve gözeterek destekler. Bu ihtimal (Umut) ortadan kalkmaya başlayınca hikâyede de belirtildiği gibi, varlığı önce mânen kuruyacak sonrasında da herhangi bir dışsal etken ile ortadan kalkacaktır.
Buraya kadar olan değerlendirmelere bir göz atacak olursak, Umut hakkında olumlu pek çok görüşün yanında, umut hakkında olumsuz görüşlerin de bulunduğunu görebiliriz. Bir tarafta Umut bir tarafta Umutsuzluk diye baktığımız zaman; Umudun aşırıya kaçtığı durumlarda kendimizi hayal dünyasında bulmamız, diğer tarafta ise Umutsuzluğun kollarında, hiç yaşam enerjisi kalmayacak düzeye gelmemiz söz konusu olabiliyor. Hayal dünyasında yaşayıp edimlerimiz-eylemlerimiz olmaz ise var oluş amacı ortaya çıkmaz yaratılmaz. Umutsuzluğun kollarında ise amaç-gaye ve yaşam enerjisi kalmayacağı için yine eylem-edim ortaya çıkmayacaktır. Ayrıca amaç olmayınca insan yaşama gücü bulmak için arzularına yönelmeye başlayacaktır. Dante de “Umudumuz tükendiği zaman hepimiz, arzularımızla yaşamaya başlarız.” diyerek, arzularımıza esir olmamızın sebebi olarak yine umut eksikliğini işaret ettiğini görebiliriz.
Yalnız bu noktada OSHO Umut’u arzu ile bağlantılı görüp, anda yaşamanın ise daha önemli olduğunu vurgular. Sırlar Kitabı’nda; “Tatminin gelecekte bir yere yansıtılması arzudur. Bu yüzden o gelecekteki tatmin anlamsızdır. Bu Tanrı’nın krallığı olabilir, Cennet, Nirvana, herhangi bir şey olabilir; ama gelecekteyse bu arzudur. Şu anı arzulayamazsın.”… “Ancak arzusuzlukta gerçekliğe geçersin. Arzu varsa düşler içinde yüzersin. Gelecek bir düştür ve geleceği tasarladığın zaman hayal kırıklığına uğrarsın.”
“Arzun varsa sen kurbansın: artık mutlu olman asla mümkün değil. Ancak Umut edebilirsin… Umut ve hayal kırıklığın olur, sonra daha fazla umut ve daha fazla hayal kırıklığı: senin çemberin bu olur.” diyerek, detaylı bir şekilde bize bu ayrımı işaret ettiğini görebiliriz.
“Umut” kavramının hakikatine bakmaya çalışacak olursak; Umut etmek ile hayal etmek, hayal dünyasında yaşamak arasındaki ayrıma çok dikkat etmek gerekiyor. Umut şu anda olan, içinde bulunulan anı dolu dolu yaşamak iken; hayal dünyasında yaşamak, gerçeklikten kopuktur. Haliyle Yaradan ile bağı da yoktur.
William Chittick’in “Hayal Âlemleri – İbn Arabî ve Dillerin Çeşitliliği Meselesi” eserinde
“İlâhî isimlerin gerçekleştirilmesinin “uygun” tarzda sağlanması gerekir. Uygunluk, Hakk’ta yerlerini bulacak tarzda İlâhî isimlerin hepsi arasında harmoni ve denge demektir. İnsanın görevi, herhangi bir sıfatın çok fazla ya da çok az rol oynadığı bir tarza yol açmadan İlâhî sıfatları kucaklamaktır. İlâhî suretin gerçekleştirilmesi o kimseyi Allah’a yaklaştırır; öte yandan isimler arasında uygun dengenin kurulamaması dengesiz ya da bozulmuş bir İlâhî surete yol açarak o kimseyi Allah’tan uzaklaştırır.” diye belirterek, bu dengenin kurulmasının iç yüzüne vurgu yapıldığını görebiliriz.
Her kişinin, kendi yaradılışı itibarı ile izlemesi gereken yol kendine özgüdür. Kişi kendi Kemâline erdiği zaman tam teslim olup, kendi yaradılışını ortaya koyabilir. O zaman hepimizin kendisine sorması gereken soru; benim izlemem gereken yolun hangisi olduğudur?
Yaratılan her kişi, yaradılış amacına göre belli yetenek ve algı gücü daha donatılmış olarak dünyaya gelir. Sorun bu doğrultuda kendimizi sürekli anda tutup, Yaradan ile bağımızı koruyor ve yapmamız gerekenler ile ilgili ilhamı nasıl sürekli alabilir bir Hal yaratabileceğimizi sorgulamamız gerektiğidir…
“Küçük cihattan geldik sıra büyük cihadta” Hadis-i Şerif’inde “Büyük Cihat” ile ne kast edilmektedir.
“Umutsuz durum yoktur…
Umutsuz insan vardır.
Ben hiçbir zaman,
Umudumu yitirmedim…” M.K. Atatürk
Kaynakça:
Türk Dil Kurumu
Vikipedi
Cengiz Batuk, Tarihin Sonunu Beklemek
Ahmet Avni Konuk, Mesnevî-i Şerif Şerhi
William Chittick, Hayal Âlemleri – İbn Arabî ve Dinlerin Çeşitliliği Meselesi
Osho, Sırlar Kitabı