İnsan Hakları nedir diye baktığımız zaman, Vikipedi’de kavramın “İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır. Bu hakları kullanmakta herkes eşittir. Diğer yandan insan hakları terimi bir ideali içerir,” [1] şeklinde açıklanarak, ayrım yapmadan insan haklarının korunup kendilerini özgürce ifade edebilmelerinin hakları olduğunu, ayrıca bir ideali de içerdiğini vurguladığını söyleyebiliriz.
1948’de, BM Genel Kurulu’nda kabul edilen bildiriyi kısaca değerlendirecek olursak; insan özgürlüğü ve haklarının korunması yoluyla, kişinin kendisini insanlığa daha faydalı bir bireye dönüştürmesini sağlayacak koşulları sağlamak ve bu koşulları muhafaza etmenin amaçlandığı görülebilir. (Beyannamenin tamamına www.ohchr.org adresinden ulaşabilirsiniz. [2])
Doğan Özlem “Tarih Felsefesi” kitabında, “Tarihe insanın özgür eylemlerinin gelişme ve ilerleme tarihi olarak bakamadığımız sürece, insani olaylar “anlamsız bir gidiş” olarak kalır.” [3] ifadesini kullanmıştır. Burada, insanın kendisini devindirdiği ve gerçekleştirdiği süreçlerde özgürlüğün ne kadar önemli olduğunu vurguladığını görebiliriz.
Peki, özgürlük niye bu kadar önemli? Özgürlük, insanın seçme, seçebilme hakkına sahip olması ile doğrudan bağıntılıdır. Seçme öncelikle, düşüncede neyi düşüneceği ve neye yöneleceğini seçme ile başlar. Bu, konuşmasına ve kendini ifade etmesine etkir, dolayısıyla da eylemlerine… Yani insanın amacı ve eylemleri özgür iradesi ile doğrudan bağıntılıdır, diyebiliriz. Bunun ise ne kadar önemli olduğunu Gazi M. Kemal’in “Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan gayeyi elde etmek için gerekir en belli başlı vasıtadır. Gaye, fikirdir. Zafer, bir fikrin ihtihsaline (elde edilmesine) hizmet nispetinde kıymet ifade eder. Bir fikrin ihtihsaline dayanmayan bir zafer payidar olamaz (yaşayamaz). O, boş bir gayrettir. Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar. Yoksa başlı başına bir zafer, boşa gitmiş bir gayret olur,” [4] söyleminde rahatlıkla bulabiliriz.
İnsanın seçimi dünyasal arzu ve talepler ile kirlenmiş ise, seçiminin özgürlüğü görünümde olur. Çünkü arzularının (putlarının) kölesi olarak dünyevi/geçici hevesleri tatmin etmesinin ötesine geçemeyecek, yaradılış amacına hizmet etmeyecektir. Oysa dünyevi arzularından arınmış (putlarını kırmış) kişi sadece Hakkın vicdanından ona ilham ettiğine yönelir. Bu kişiler, düşünce-söylem-eylem deviniminde Hakkın bilinmesinde ve Hakka yönelmek isteyenlerin de ortaya koydukları eserler (sanat/estetik) düzleminde Hakka cezbedilmelerinde rol oynarlar.
“İbn-ül Arabi Metafiziği” kitabında Ekrem Demirli; “İnsan teriminin etimolojisinde kelime, anlamı itibarı ile “nisyan” ve “ünsiyet etmek” gibi iki zıt anlamdan türetilmiştir” [5] ifadesini kullanır. Bir taraftan nisyanın gereği kendi ilahiliğini unutması -ki bu onu hata yapmaya, yanlış yapmaya iter; ama aynı zamanda da yeni bir sayfa açmasına, yeniden başlamasına da imkân sağlar. Çevresine de potansiyel enerji açısından gereken çileyi sağlamış olur. Çile tekâmül için büyük bir ivme sağlar.
Ünsiyet etmek açısından ise ya dünyaya meyleder, ya da Rabbine (kendi Has esmasına), ya çevresinin devinimini hızlandıracak unsurlara vesile olur, ya da kendi tekâmülü, inisiyasyonununda kendi kemaline doğru giden yolda hızla mesafe kat eder.
Bu veriler ışığında “halka hizmetin Hakka hizmet” yani “ibadet” olduğu konusunu ele alacak olursak, “Yaratılış Tekilliği ve İşleyişteki Teknik” kitabında Mithat Sönmez; gerçek hizmet/ibadetin ancak sevgi ile yapılırsa, (“Sevgi olmadan yapılan iş, içi boş bir tohumu ekmek gibidir. Hiçbir sonuç vermez.” [6]) amacına ulaşabileceğini izah eder, sevginin de bu işte ne kadar önemli olduğunu vurguladığını görebiliriz.
Burada felsefenin oynadığı role değinmeye çalışacak olursak, felsefe; insanın kendini bilme/bulma yolculuğu, Yaradan’ı “sevgi” ve “külli/tümel bilgi” olarak kabul edip, O’na kavuşma ve Bir olma halini sevgi ile birleyerek, bilmenin gerektirdiği ayrıştırıcı bilginin basamaklarını ise birleştirip O’nun ayrımsız birliğinde Bir olabilme yolculuğudur, denebilir mi?
Âşık olanın âşık olmayan birine aşkı anlatmaya çalışması gibi beyhude bir çaba, ama aynı zamanda âşık olmasını sağlamaya çalışıp aşkı anlamaya çalışmasını sağlamak diyebiliriz.
Felsefe, ezoterizm veya tasavvuf gibi yollar ile kendini veya Rabbini bilen insan, kendinden ayrı gördüğü ve yabancı bulduğu şeylerin sınırına gelip bunları aştıkça, kaygılarından kurtulmaya ve kendini bilip ifade edebilme ilgili de umutlanmaya başlar. Kendini bilenin Rabbini bilmesinden aldığı ilhamlarla, ideal olanları ve olması gerekenleri sanat/estetik izdüşümleri aracılığı ile, insanların cezbedilip Hakka yönelimleri sağlanabilir.
Ayrıca Özgür İnsan, Yaradan’ın Hak, Adl isimlerinin görünüşe çıkması adına da elinden gelen her türlü fedakârlığa hazır olur. Özgürlükleri savunup adaletin gerçekleşmesini sağlamak suretiyle, insanlığın içindeki özün saf kalmasına ve güçlenmesine yardımcı olur. Ying-Yang ile vurgulandığı gibi, her şeyin yine kaynağına dönmesine yardımcı olur. Esasında her şey olacağına varır. İnsan seçimi ile sadece tarafını belirlemiş olur. İbrahim’in ateşini söndürmek için su damlasını ateşe taşıyan karınca misali…
İnsanın, Yaradan’ın yarattığı varlıklar arasında yaradılış itibarı ile kâinatta seçme hakkı olan, yani özgür iradeye sahip tek varlık olduğunu söyleyebiliriz. Kendisini ve yaradılış amacını ortaya koyabilmesi için de, özgür irade ile hareket edebilmesi, olmazsa olmazdır.
İnsan haklarına baktığımız zaman da tüm koşulların, insanın özgür irade ile hareket edebilmesinin şartları üzerine kurulu olduklarını gözlemleyebiliriz.
Dünya üzerindeki egemen sistemlere baktığımız zaman ise; insanı kendi çıkarlarına hizmet ettirebilmek için, iradelerini ellerinden alacak sistemleri beslediklerini kolayca görebiliyoruz. Biat kültürleri, baskı rejimleri, faşizan veya ayrılıkçı ideolojiler gibi…
İnsan, iradesini ve özgür seçimini, karşılığında arzuladığı şeyleri vereceğini düşündüğü için kendi eliyle pompalanan idealler, inanç kalıpları, çıkar çatışmaları gibi rahatlıkla putlaşmaya gidecek (Firavun: İktidar, Karun: Zenginlik ve Bel’am: İnançsal tahakküm) yapılara teslim edebiliyor.
Bu açıdan baktığımız zaman, dünya üzerindeki insanların acaba ne kadarı özgür iradesi ile hareket ediyor diyebiliriz?
Bize insan hakları kanunen verilmiş ve haklarımız savunulmuş olsa dahi, ne kadar özgürüz?
Belki çoğumuz hapislerde veya savunduklarımız için yasal kovuşturma geçirmemiş olabiliriz. Ama kendi fikriyatımızda ve vicdanımızda ne kadar özgürüz?
Hayallerimizin, yaradılışımızın peşinden ne kadar gidebiliyoruz?
Yoksa irademizi teslim ettiğimiz kişilerin hayallerinin gerçeklemesinde, onların arzularının tatmin edilmesinde sadece figüran mıyız?
[1] https://tr.wikipedia.org
[2] BM İnsan hakları Yüksek Komiserliği www.ohchr.org
[3] Doğan Özlem, Tarih Felsefesi
[4] M. Kemal Atatürk, Ankara, 16 Eylül 1921
[5] Ekrem Demirli, İbn-ül Arabi Metafiziği
[6] Mithat Sönmez, Yaratılış Tekilliği ve İşleyişteki Teknik