Okuma süresi: 26.13 mintues

Değer sözcüğünü dilde sık sık kullanırız: ahlâkî değerler, manevî değerler, eski değerler, çağdaş değerler vs. Peki çok kullandığımız bu sözcük ne anlama gelmektedir?

1 – Tanımlama ve Çeşitleri

Değer (İngilizce: value, worth), (Fransızca: valeur), (Almanca: wert), (Eski türkçe: kıymet). Değer, kişinin isteyen, gereksinme duyan, erek koyan bir varlık olarak, nesne ile bağlantısında beliren şeydir. Görgül (ampirikolarak değer, bizim için maddî ve manevî bakımdan önemli, arzu edilir, istenilir olan bir nesnedir veya doğru, iyi yahut güzel olarak tanımladığımız bir bilgi, bir davranış veyahut bir duygudur. Bazıları için para, servet yegâne değerdir. Bazıları için toprak, tarla çok değerlidir. Bazıları için de şan, şöhret, kolayca paraya çevrilebilecek kavramlar ağır basar. Başkaları da iyi huya, erdeme değer verirler.

İnsanların gereksinme duyma biçimi ve istemlerinin çok çeşitli oluşu değerlemeleri de çoğalttığından, sayısız değer türleriyle karşılaşılır. Ayrıca, birine yüksek bir değer olarak görünen bir şey, bir başkasına değeri az ya da değersiz görünebilir.

Değerlerbiçimsel olarak; olumlu veya olumsuz, göreli ve salt, öznel ve nesnel değerler olarak ayrılırlar; içerik bakımından: nesne değerleri (hoş, yararlı, kullanışlı), mantıksal değerler (doğru), ahlâksal değerler (iyi) ve sanatsal değerler (güzel) olarak ayrılırlar.

Değer felsefesi, değerleri felsefenin ana konusu olarak gören bir felsefe anlayışıdır. Değer felsefesi, felsefenin değerleri (ekonomik, kültürel, mantıksal, ahlâksal, estetik, dinsel) inceleyen bölümüdür.

Değer göreceliği: Değerlerin özneden bağımsız olarak var olduğunu kabul etmeyen görüş. Bütün değerler bir özne ile bağıntı içindedir, bir özneye göredir; kültür ve çağa bağlıdır, kültür ve çağa göre değişir; her kültür ve çağın kendine göre değerleri ve değerlemeleri vardır.

Değerli nesne (Almanca: das Gut): Değerlerin taşıyıcısı, değer niteliklerinin birliği (değerli nesnenin değere ilişkisi, nesnenin niteliklerine olan ilişkisi gibidir); ulaşılmaya değer gerçekler.

Değer nesnelciliği: Değerlerin özneden bağımsız olarak var olduğunu kabul eden öğreti.

Değer yargısı: (Fransızca: jugement de valeur), (Almanca: Werturtell), (Eski Türkçe: Kıymet hükmü): 1- Varlıkla değil, değerle ilgili yargı. 2- Bir değerlemeyi içeren yargı (değerleme yapan yargı).

Değer ahlâkı (Almanca:Wertethik), (Fransızca: Ethique de la valeur): 1- Konusu değerler olan ahlâk felsefesi, 2- Ahlâk felsefesinin bir bölümü olarak, töresel değerler kuramı. 3- Aristoteles’e dayanan, özellikle Kant’ın biçimsel ahlâk felsefesine karşı kurulmuş olan, bu yüzden M. Scheler’in “içeriksel değerler ahlâkı öğretisi” dediği bir ahlâk felsefesi biçimidir.

Değer ruhbilimi (Almanca: Wertpsychologie), (Fransızca: Psychlogie de la valeur): Değer sorunlarını, özellikle de değer duygularını ruhsal açıdan inceleyip araştıran ruhbilim dalı.

II – Psikoloji, Ahlâk ve Değerler

  • Bir “Değer Problemi” Olarak Ahlâk

Ahlâkî davranışın en ayırdedici özelliği birtakım insanların ve düşüncelerin iyi ve kötü hükümleri çerçevesinde ele alınmasıdır. Biz bu hükümlere değer hükümleri diyoruz. Değer hükümleri, bir şeyin arzu edilebilir – iyi – veya edilemez – kötü – olduğunu belirten ifadelerdir. İnsanlar, şeyler, insanların davranış ve niyetleri hakkında değer hükümleri veririz. Ahlâkî hüküm denince, ahlâkla ilgili değer hükümleri kasdedilmektedir.

Ahlâkî hükümler başlıca iki tipe ayrılabilir. Bunlardan birincisi, ahlâkî mecburiyet veya mükellefiyet hükümleridir. Şu hareket ahlâkî bakımdan doğru, yanlış, yapılması gerekir veya yapılmaması gerekir, gibi. İkinci tipte ahlâkî değer hükümleri vardır ki, burada şahısların, şahsiyet vasıflarının, niyet ve isteklerin ahlâkî niteliği söz konusudur. “Hasan iyi çocuktur”, “yalancılık çirkin şeydir”, gibi.

Değer, bir şeyin arzu edilebilir veya edilemez olduğu hakkındaki inançtır. Fakat değer acaba sadece bir inançtan, yani sübjektif bir yakıştırmadan mı ibarettir? Bizim inancımız dışında objektif bir gerçeği temsil etmez mi? Eğer ahlâkî değerin objektif bir temelini bulabilseydik, anlaşmazlıklarımızdan kurtulur, kendimize şaşmaz bir rehber bulmuş olurduk.

Değer, bir inanç olmak bakımından, dünyamızın belli bir kısmıyla ilgili idrak, duygu ve bilgilerimizin bir terkibi (sentezi) demektir. Fakat değer, inancın spesifik bir şekli olmak itibariyle, ondan daha yukarıda bir zihin organizasyonudur.

Tutum da, insanın dünyanın belli kısmına ait idrak, duygu ve bilgilerimizin bir terkibi demektir. Tutumun da, değer gibi başlıca üç yapıcı unsuru vardırbilgi, duygu, hareket.

2- Felsefî Ahlâk Teorileri ve Ahlâkî Değer Problemi 

Bütün ahlâkî hükümler birer değer hükmüdür. Klasik felsefenin bilgi ve ontolojiden sonra geri kalan iki konusu ahlâk ve estetiktir, yani değer hükümleridir. Eğer insan davranışlarının gerisinde değer dediğimiz birtakım zihnî yapılar bulunuyorsa – ki öyledir – bu yapıları açıklamak psikoloğun birinci derecede vazifelerinden biri olmalıdır. İşte bu noktada çağdaş felsefenin belli başlı birkaç değer teorisini özetleyebiliriz.

a) İlgi, İhtiyaç ve Değerler

Sezgici (intuitionist) ahlâk teorisyenlerinin, temel ahlâkî kavramları – ve değerleri – tarif edemeyeceğimizi söylemelerine karşılık, natüralistler değerlerin ampirik bir muhtevası (içeriği) bulunduğunu ve dolayısıyla inceleme konusu olabileceğini iddia etmişlerdir. Bunlar içinde en ilgi çeken R.B. Perry’dir. Perry değerleri, insanın ilgileri, ilgi objeleri, ilgilerin cinsi, miktarı, yoğunluğu çerçevesinde izah edebileceğimizi söylemektedir. Burada ilgi denince, hoşlanma, hoşlanmama, ihtiyaç, tercih gibi eğilimler kasdedilmektedir. Bu anlamda ilgi “Vereceği sonuç hakkındaki tahminlere göre belirlenen bir olaylar dizisi” diye tarif edilmektedir. Bir şey ilgi konusu olduğu takdirde, bir değer taşır veya ona değer verilir. Fakat bir şey sadece pozitif ilgi konusu olmaz, negatif ilgi de söz konusu olabilir. Lehte ve aleyhte olmak üzere iki türlü ilgiden bahsedilebilir. Negatif ilgi “kötü” sıfatının sebebidir; pozitif ilgi “iyi” sıfatını doğurur. Meselâ “güzel” demek, estetik ilgi konusu olan şeylerin özelliğine sahip olmak demektir.

Perry ayrıca “Ahlâk bakımından iyi (ahlâkî standart) herkesin ahenkli  mutluluğudur” diyerek “iyi”yi bir “ilgi objesi” olmaktan çıkarıp bir ilgi tatmini meselesi haline getirmektedir. Nitekim Perry gibi bazı natüralistler, özellikle D. H. Parker, bu sonuncu nokta üzerinde daha çok durmuşlar ve değeri bir istek objesi değil de, bir isteğin tatmini olarak tarif etmişlerdir.

İlgi teorisi pratik ahlâk bakımından önemli bir eksiklik taşımaktadır. Bizim menfaatlerimiz başkalarının menfaatleri ile çatıştığı zaman ne yapacağız? Bu soruya bazı natüralistler cevap bulmaya çalışmışlardır. Bunların en önemlisi S. C. Pepper’dır.

Pepper gerek insanda, gerek tabiatta birçok seçici (selective) sistemlerin bulunduğunu, bunların her birinin birtakım davranış sistemlerini (müesseseler vs.) idare ettiğini, bunlar arasında seçmeler yaptığını, normatif düzenlemeler getirdiğini söylüyor. Bu seçici sistemler normatif karakterde olmakla beraber yine de tabii birer olgu sayılırlar, bu yüzden onlara tabii normlar demek doğru olur. İşte bizim ilgilerimiz seçici sistem olarak rol oynarlar. Bir kimsenin şahsiyet yapısı yine bir seçici sistem teşkil eder. Bazı seçici sistemler ise sosyal ve kültürel yapıya ait normlardır. Seçici sistemler birbirleriyle münasebet halindedir ve bazıları öbürlerine hakim durumdadır, meselâ sosyal normlar ferdî ilgilerden üstündür.

Şu halde iyigüzeldoğru dediğimiz şeyler bir seçici sistemin kabul ettiği, kötü ve çirkin şeyler ise reddettiği şeylerdir. İnsan davranışlarını düzenleyen “Tabiî Normlar” farklı cins ve seviyelerde reddedilebilir, yani değerler arasında da bir üstünlük ve öncelik münasebeti vardır.

Görülüyor ki, Pepper’e göre ahlâkî değerler ferdin üstünde, ferdî menfati aşan değerlerdir. Ferdi aşan en yüksek tabiî norm, tekâmülden (evrim) gelen “tabiî eleme” normudur.

b) Tasvip ve Ahlâk

Natüralist ahlâk filozoflarının bazıları ahlâkî kavramları bir ideal gözlemci açısından ele alırlar. Onlara göre, “ideal gözlemci”nin tasvip ettiği davranışlar ahlâka uygundur, etmedikleri ise uygun değildir. F. C. Sharp ahlâkî hükümlerin bir şeyin doğru veya yanlış olduğu hakkındaki iddialardan ibaret bulunduğunu söylüyor. Doğru olan şey, mevcut şartlarda herkes için mümkün olan en fazla iyiyi elde etmeye yönelmektir. Fakat insan her zaman bunu düşünemez; ancak karşısındaki duruma “tarafsız” bir gözle bakar, onu objektif bir şekilde ele alır ve düşünürse doğruyu bulur.

c) Pragmatik Ahlâk Teorileri

Pragmatizm denince akla gelen Amerikalı meşhur filozof Dewey’dir. Dewey kendi düşüncesine esas olarak, bütün ahlâkî hükümlerin ve değer hükümlerinin ilmî bir temele oturtulması, hattâ tecrübî bir temele oturtulması görüşünü alıyordu. Fakat ilmî gerçekler nasıl olur da ahlâkî emperatifler ihtiva ederdi?

Dewey, ahlâkî önermelerin, ilmî olanların aksine normatif ve pratik bir tarafı bulunduğunu kabul ediyor. Fakat onun asıl söylemek istediği şey, ilmî olanla ahlâkî olan arasında bir ayniyetin bulunduğu değil, böyle bir ayniyetin bulunması gerektiğidir. Kısacası, Dewey ahlâkı ilme dayandırmamız gerektiğini söylüyor.

İlimahlâk konusunda bize iki bakımdan hizmet ederBirincisi, değerleri tıpkı diğer olgular gibi ilmî metodlarla inceleyebiliriz ve böylece ahlâkî sonuçlara varmamız mümkün olur. İkincisi, ilmin bizatihi metodu ve ruhu, temel ahlâk prensiplerini ihtiva etmektedir. İlim, hakikati bulma yolunda araştırma hürriyeti, hoşgörürlük, saygı, kişinin noksanlarını kabul etmesi vs. gibi faziletleri gerektirir. Şu halde ilmi benimseyen, onu rehber edinen kimseler ister istemez, bu türlü ahlâkî değerlerle donanmış olacaklardır.

Dewey’in ilim ve ahlâk konusundaki görüşleri özellikle onun öğrencisi ve tanınmış Amerikan filozofu S. Hook tarafından günümüzün sosyo-politik meselelerine uygulanmıştır. Hook, demokrasinin ilim zihniyetinden zorunlu olarak doğan bir sonuç olduğu üzerinde duruyor. Ona göre, bir ahlâk ideali belli bir durumda veya bir sınıf durumunda belli şekillerde davranmayı gösteren bir çeşit reçetedir.

Dewey’in pragmatik ahlâk teorisini geliştirenlerin en önemlilerinden biri de C. J. Lewis olmuştur. Lewis, ahlâkî davranışın rasyonalite gereği olduğunu düşünmekle temelde onunla ve Hook’la birleşiyor. Lewis’in değer teorisine yaptığı katkı, ahlâkî bilgi ile ahlâkî davranışın aynı şeyler olmadığı noktası üzerinde ısrarla durmasıdır. İyi ve kötünün bilinmesiyle ulaşılamayacak bir ahlâk prensibine ihtiyacımız vardır. Bu prensip Kant’ın bahsettiği gibi bir kategorik emperatif olacaktır. Lewis, insan tabiatında rasyonel, istikrarlı ve objektif olma istikametinde bir emperatif bulunduğunu söylüyor. İnsan kendi geleceği ile ilgili olduğu ve geleceğinden kaygılandığı ölçüde rasyonel, istikrarlı, objektif olmaya mecburdur.

Rasyonel ve objektif olmak bize ahlâk konusunda ne gibi bir temel emperatif – veya norm – kazandırır sorusuna ise Lewis şu cevabı vermektedir: Rasyonel olan kimse hislerini objektif realitenin gerçeklerine boyun eğdirir, başkalarında gördüğü acı ve ızdırapların, kendi acı ve ızdırapları cinsinden olduğunu anlar, böylece başkalarının iyiliğine hizmet etme emperatif rasyonel düşüncenin bir gereği olur. Çünkü biz onların iyiliğini düşündüğümüz takdirde onlar da bizimkini düşünecektir.

III- Psikolojik Ahlâk Teorileri

a) Psikolojik Ahlâkî Gelişme Teorisi

Cenevre’li psikolog Piaget, ahlâkî duygu ve düşüncenin çeşitli yaş devreleriyle birlikte ilerlediğini ve ahlâkî gelişmenin çocuktaki genel düşünce gelişmesiyle paralel gittiğini ileri süren bir teori ortaya atmıştır. Bu nedenle onun teorisine “kognitif gelişme teorisi” de denir. Ahlâkî gelişme, bu umumî zihnî gelişmenin bir tarafını teşkil etmektedir.

b) Kohlberg’in Merhaleler Teorisi
Bazı Amerikan psikologları Piaget’nin buluşlarını kendi incelikli metodlarıyla yeniden ele almaya çalışırken, Kohlberg bu teorinin bütününü revizyondan geçirmeyi ve onu herkesin kullanabileceği araçlarla donatmayı denedi.

Kohlberg, 6 gelişme merhalesi tesbit ediyor; her çocuk 30 tane çeşitli ahlâkî vasıf bakımından aldığı puanlara göre bu altı merhaleden birine girmektedir. Bu merhaleler üç farklı ahlâkî düşünce tipini temsil etmektedir.

aa) Ahlâk Öncesi Çağ: Bu seviyede iyi ve kötü, ortaya çıkan maddî sonuçlara – ceza veya mükâfata – veya kuralları ve iyi-kötü gibi etiketleri koyanların maddî güçlerine göre yorumlanmaktadır. Yani iyi şey büyüklerin tasvip ettiği ve maddî mükâfat verdikleri şeydir, kötü de bunun aksidir.

bb) Kurulu Düzen Ahlâkı: Bir toplumdaki belli kaidelere ve otoriteye uyacak tipte davranış esastır. Aile, grup ve millete ait kaidelere ve beklentilere uyma, kendi başına bir değer taşır. İyi çocuk – iyi kız ahlâkı safhasında başkalarını memnun etmek ve onların tasvibini kazanmak ön plânda gelir.

cc) Alışılagelmişin Üstünde Bir Ahlâk Anlayışı: Otonom ahlâk ilkelerine sahip olmaya doğru açık bir gayret görülür. Ahlâk ilkeleri onlara inanana şahıs veya grupların otoritesinden ayrı olarak değerlendirilir. Sosyal Sözleşme Safhasında meşruluk ve faydacılık önem kazanır; temel hak ve hürriyetlerin, şuuruna varılmıştır.

c) Psikanalitik Teori ve Ahlâk

Burada bir taraftan evrensel ve birbiri ardınca gelen gelişme devreleri söz konusudur; bir taraftan da ahlâk norm ve kıymetlerinin otoriteyi temsil edenlerden olduğu gibi alınmadığından söz edilir.

Freud’a göre çocuk, ahlâkı, kendisine model edindiği şahıslar vasıtasıyla öğrenir. Erkek çocuk için esas model baba, kız çocuk için annedir. Böylece ahlâkın temeli bir cinsiyet özdeşleşmesinden ibarettir, yani her çocuk kendi cinsiyle kendisini bir tutmayı öğrendiği zaman kimin ahlâkını model alacağını da bilmiş olur.

İlk defa Freud, ahlâkın doğuştan gelen insiyaklarla ilgisi bulunmayan bir sosyal öğrenme meselesi olduğunu açıkça koymuştur.

d) Sosyal Öğrenme Teorisi

Ahlâk öğrenilen bir şeydir, yani ferdin hayatının büyük bir kısmını, hattâ bütününü kaplayan bir öğrenme hadisesidir.

Sosyal öğrenme teorisine göre, bir kimsenin ahlâk normlarını ve değerlerini öğrenmesi, esas itibariyle ceza-mükâfat yoluyla ve bir kimseyi model edinmekle olur. Model edinme, özdeşleşme ve taklittir. Özdeşleşme, bir kimsenin kendisini bir başkasıyla bir tutması, arada bir ayniyet görmesi demektir. Kısacası, sosyal öğrenme teorisi, ahlâkî davranışın kazanılmasını “modellerle öğrenme” prensibine dayandırmaktadır.

Sosyal öğrenmecilere göre, Freud’un o kadar uğraşıp da açıklayamadığı cinsiyet özdeşleşmesi bir “seçici pekiştirme” olayından ibarettir. Erkek çocuklar ve kız çocuklar toplumun kendi cinslerinden beklediği davranışları yapınca mükâfat, yapmayınca ceza görürler. Böylece, erkek çocuk erkek gibi, kız çocuk kız gibi davranmayı öğrenmiş olur. Cinsiyete ait davranışların örneği anne ve baba olduğu için de onlar taklit edilirler.

Sosyal öğrenme teoricilerine göre, ahlâkî davranışın kökeni cinsî hüviyet kazanmakta değildir; insan cinsi rolleri değil, diğer bütün ahlâkî davranışlarını – kısacası, bütün sosyal davranışlarını – başkalarını model edinmek suretiyle öğrenir.

Özdeşleşme hiçbir zaman bütün halinde değildir. Çocuk, ebeveynin bazı özelliklerini kapmaya daha müsaittir, bazılarını – burada ebeveynin ahlâkî değerlerini – almayabilir.

Çocuk önünde gördüğü çeşitli örneklerden – model – birini seçerken, bu seçimi hangi esaslara göre yapıyor?

aa) Mükâfat Görme İsteği: Model olarak alınan kimsenin davranışı ile, o kimsenin çocuğa verdiği mükâfat arasında bir bağlantı kurulabilir. Eğer bir uyarıcı ardından mükâfat gelen başka bir uyarıcı ile çağrışım haline getirilirse, o birinci uyarıcı kendi başına pekiştirici bir rol oynar. Meselâ, para kendi başına pekiştirici bir değer değildir – yenmez, içilmez, giyilmez, sevilmez – ama para daima para ile alınan pekiştiricileri sağladığı için, kaynak durumuna girer.

Mükâfat görme ile taklit arasındaki ikinci bir ilişki ise, kendisi mükâfat gören bir modelin taklit edilmesidir.

bb) Cezadan Kaçınma: Burada çocuk, kendi durumunu menfî şekilde bozacak sonuçlarla karşılaşmamak için taklit yapar. Durumunun menfî şekilde bozulması, ya bir cezaya uğraması yahut bir mükâfatı kaybetmesi halinde olur. Cezadan kaçınma ile mükâfat görme birbirinin tamamlayıcısı gibidir: Çocuk annesi gibi davrandığı takdirde, hem ters bir davranışın getirebileceği cezadan kaçınmış olur, hem annesine benzediği için mükâfat görür.

cc) Kudret İsteği ve Taklit: Çocuk, bir kimsenin kendi hedefi olan kaynaklar üzerinde (yiyecek maddeleri, oyuncak vs.) etkili bulunduğunu görünce, onun mevkisine gıpta eder, kendisi de o mevkide olmak ister. Böylece, orada bulunan şahıs gibi olabilmek için onu taklit eder.

dd) Şahıslararası Benzerlik ve Taklit: Eğer bir şahıs bir vasfı dolayısıyla bir başkası tarafından özdeşleştiriliyorsa, onun ikinci bir vasfı da özdeşleştiren şahıs tarafından – farkında olmadan – taklit edilir.

Sosyal içerikli öğrenmelerde çoğunlukla görüleni, grupların taklididir. İnsanlar, içlerinde bulundukları grup dışında bir başkasına girmeye özenirler ve o grubun standartlarını benimserler. Sosyal psikolojide şahsın kendini özdeşleştirdiği gruba “referans grubu” adı verilir.

Böylece taklidin sosyal hayatta aldığı şekil sosyal psikolojinin iki ana konusunu teşkil eder. Bunlardan birisi “Referans Grupları”, diğeri ise “Liderlik Psikolojisi”dir.

Kendi grubu içinde nispeten izole edilmiş durumda bulunanların dış grupları seçmesi ihtimali hayli yüksektir. Dışarıda bir grup seçilirken bu grubun sosyal bünye içinde itibar seviyesinin yüksekliği başlıca çekicilik kaynaklarından biridir. Sosyal hareketliliğin yüksek olduğu toplumlarda, insanların daha yukarı sosyal katlardan referans grupları seçmeleri beklenir.

Liderlik konusuna gelince, özdeşleşme davranışı daha çok lider şahıslara yönelmekte, yani bir kimse daha çok kendisi takip etmekte fayda gördüğü kişiyi taklit etmektedir.

Gruptan gruba özdeşleşme de görülmektedir. Burada öbür değerler meyanında ahlâkî değerler de taklit yoluyla benimsenebilir.

ee) Sosyal MevkilerRoller ve Değerler: Herkesin toplum içinde bir mevkisi ve bu mevki için toplumun uygun gördüğü rolleri vardır. Şu halde, bulunduğumuz her mevkide, o mevkideki insanların neler yapması, neler düşünmesi, nelere kıymet vermesi vs. gerektiği hakkında fikirlere sahip oluruz. Bir erkek olarak cesaret, azim, sebat ve soğukkanlılık gibi vasıflar bizim değer verdiğimiz şeyler olur; bir genç kız iffetli kalmanın büyük bir değer olduğunu öğrenir, vs. Bu değerler, arkalarında toplumun desteği bulundukça bizde kuvvetle yer eder.

III- Değerler Psikolojisi   

1- Ahlâk Değerleri

Ahlâkî değerler diğer değerlerle insanın değer sisteminin bir parçasını teşkil eder; yani her cins değer aynı bütünün birer parçası olarak birbiriyle organik bir ilişki içindedir. Değerler davranışta birer bağımsız değişken rolü oynar. Meselâ, bir insanın resim sergilerini gezmesi, bize onun estetik değeri hakkında bir fikir verir.

“Her cins davranışın ilgili olduğu bir değer sahası vardır; her değer kendisiyle ilgili davranışlar düzenler. Bunu söylediğimiz takdirde, ahlâkî davranışın kökünü sadece ahlâkî değerlerde aramakla kalmayacak, aynı zamanda değer sahalarının – iktisadî, estetik, sosyal vs. – birbirinden bağımsız bütünler olduğunu kabul etmiş bulunacağız. Psikoloji bilgilerimiz böyle bir düşüncenin yanlış olduğunu göstermektedir.

a) Tutarlılık İhtiyacı ve Değerler

Değerler niçin birbirinden bağımsız olamaz? Çünkü insan intibakının en önemli problemlerinden biri gerek davranışlar, gerek düşünce unsurları arasında ahenk sağlayabilmektir. İnsan böyle bir ahengi fiili olarak arar ve herhangi bir sebeple uzlaşmayan unsurları bir denge veya uyuşma haline getirir. Uyuşmazlık düşünce ve davranışlar arasında olabileceği gibi, düşünce muhtevasının çeşitli unsurları (değerler, tutumlar vs.) arasında da olabilir. Yağmur yağacağını bildiği halde şemsiyesini almadan çıkan adamın düşüncesi ile davranışı birbiriyle uyuşmamaktadır. Düşünce unsurlarına gelince, bir kimse hem insanın tek hücreden evrim yoluyla ortaya çıktığını açıklayan bir biyolojik teoriye, hem de doğrudan doğruya yaratıldığını söyleyen bir dine inanabilir.

Değerler bizim zihnî (kognitif) muhtevamızın başlıca unsurlarıdır. Onlar arasında da yüksek seviyede bir ahengin kurulması, ortaya çıkacak uyuşmazlıkların hemen giderilmesi, insan intibakı için zorunludur. Bir kimse hürriyete çok değer veriyorsa, bir otoritaryanizme de aynı şekilde değer veremez. Yine, hürriyete verdiği değerle birlikte sanata da değer vermesi kaçınılmaz görünmektedir.

b) Değerler Uyuşmasının Sınırları

İnsanın çeşitli değer sahalarındaki tavırları da birbirleriyle tutarlı olmaktadır. Bize hiç uzlaşmaz gibi görünen birtakım değerler bazı kimselerde bir arada yaşamaktadır. Bu değerler, o şahısların zihninde özel bir yorumla bağdaştırılmıştır.

c) Ahlâkî Hükümler ve Değerler

Değerler arasında bir uzlaşma görülmektedir. Ahlâkî değerler kendi başlarına bir kognitif kategori teşkil etmezler; bunların başka sahalara ait değerlerle mutlaka ilişkili olmaları gerekir. Ahlâkî değerlerle öteki değerler arasındaki ilişki çoktur.

2- Ahlâkî Gelişme ve Değerler

Merhale teoricileri ahlâkî gelişmeyi değerlerin dışında, âdeta onlardan bağımsız olarak ele almışlardır. Çocuğun ahlâkî otonomiye bir gelişme sonucu ulaştığını, böylece her insanın gelişmesinde varılan üst seviyenin ahlâkî otonomi olduğunu söyleyebiliriz. Fakat meselâ, ekonomik değerin belli bir gelişme merhalesini temsil ettiği söylenemez. Gelişme kronolojisi içinde, değer sahalarını bir çeşit ağırlık hiyerarşisine – meselâ önce maddî değerler, sonra ahlâkî, sosyal, daha sonra estetik değer gibi – sokmamız da mümkün değildir.

Bununla birlikte, ahlâk anlayışları bakımından belli bir seviyede olanların değer profillerinin de bazı özellikler göstermesi beklenebilir. Meselâ dinî değer bakımından yukarı seviyede bulunan bir kimse, genellikle eşitlik esasına dayanan adalet fikrine sahip bulunmaktadır.

3- Öz Değerlendirme

Öz değerlendirme (bir kimsenin kendi nefsi hakkında verdiği değer) ile başkalarını değerlendirme arasındaki ilişki birden fazla problemi ihtiva eder. Bir kimse kendisini ne kadar suçlu buluyorsa – ne kadar vicdan azabı duyuyorsa – başkalarına karşı o derece serttir. Başka bir ifade ile kendi nefsine yönelteceği saldırganlığı başkalarına yöneltir. Onları cezalandırırken hakikatte kendisini cezalandırmış olur.

Psikolojide vicdanın teşekkülü, işlevi, tarzı, kendini suçlama ve başkalarını suçlama gibi meselelerle ciddî bir şekilde ilk defa Freud meşgul olmuştur. Freud’a göre kendini çok suçlayan kimse, kendini az suçlayan kimseye göre daha az suç işleyen bir kimsedir; yani vicdan azabı ile suçluluk arasında ters bir orantı vardır. Bunun sebebi de, az suç işleyenlerin kendilerindeki saldırganlık içgüdüsünü başkaları yerine kendi nefislerine döndürmüş olmalarıdır. Zaten suç işlemek, saldırganlık içgüdüsünü dışarıda bir kanala yöneltmiş olmak demektir.

4- Değerler ve Kültür

a) Cinsiyet ve Değerler

Kadınlarla erkekler arasında zekâ, hafıza, öğrenme, özel kabiliyetler, heyecanlılık vs. bakımlarından herhangi bir fark bulunsa da bulunmasa da, onların kültürel faktörler bakımından farklar göstereceği muhakkaktır. Kadın ve erkeklerin farklı bir hayat yaşamaları ve dolayısıyla farklı ilgiler ve değerlere sahip olmaları insan toplumunun kaçınılmaz bir eseri olmuştur. Bundan yüz yıl öncesinin Türk kadınında akademik ilgilere rastlamak imkânsızdı; bugünün okumuş Türk kadınında da kadının eski toplumdaki yerini beğenen bir tavra rastlamak imkânsız gibidir.

b) Yaş ve Değerler

Türk toplumunun süratli bir değişme içinde olduğunu hepimiz biliyor ve söylüyoruz. Bu gelişme teknolojik sahada olduğu kadar sosyal ve kültürel konularda da görülmektedir.

Günlük hayatta “nesiller arası anlaşmazlık” olarak bilinen değer ve tutum farkları yanlış anlaşılmaya çok müsaittir ve genellikle insanların “Baba ile oğul anlaşamıyor” derken kastettikleri şey böyle bir yanlış anlamanın eseridir. İki nesil arasındaki anlaşmazlık toplumun bütününü içine alan ve o nesil boyunca devamlı olan anlaşmazlıktır. Yeni bir neslin gelmesiyle birlikte toplumun genel karakterinde de değişme görülür. Fakat günlük hayatta farklı nesiller derken çok defa toplumun olgun yaş çağındakilere ait kültürle delikanlılık ve gençlik çağındakilerin kültürleri arasındaki uyuşmazlık kastedilmektedir.

Delikanlılık çağındakilerin yaşlılarınkine uymayan tutum ve davranışları çok defa belli bir yaş devresine mahsustur; o devreden sonra toplumun yetişkin kültürüne intibak ederek uyuşmazlık yıllarını geride bırakırlar. Bu haliyle yaş grupları arasındaki çatışma (ihtilâf) her toplumda rastlanan bir durumdur.

5- Değerler Hiyerarşisi

1960’dan sonra değerleri altı grup halinde toplamak adet olmuştur: Estetik, Teorik (veya ilmî), İktisadî, Siyasî, Sosyal ve Dinî değerler. Değerler bir bakıma bizim hayatımızın gayeleridir; hattâ sadece kendi hayatımızın değil, başkalarının hayatı için de ilim veya sanatla uğraşmayı gaye edinir; bir başkası öbür insanları da kendi beğendiği yola çekmeye kutsal bir görev sayar; bir başkası bütün huzur ve saadetin iktisadî kudretle mümkün olacağına inanır. Toplum seviyesinde de çeşitli değer oryantasyonlarından söz edilebilir.

Değerler sahasında yoğun çalışmalar yapan M. Rokeach, değerleri “Gaye-Değerler” ve “Vasıta-Değerler” olarak sınıflandırmaktadır: “Eşitlik”, “Aile Güvenliği”, “Kendine Saygı”, “Sosyal İtibar” birer gaye-değerdir. Bunların yanında “Nezaket”, “Sorumluluk”, “Zekâ” birer vasıta-değer teşkil eder. Vasıta-değerler, gaye-değerlerin elde edilmesi yolunda gerekli görülen vasıfları temsil ederler.

6- Gelenek, Görenek, Töre ve Erdemler

Gelenek ve göreneklere sosyal değerler ve sosyal kurumların tortuları diyebiliriz. Onlarda bilgi, sanat, ahlâk ve din, dil ve hukuk kurumları ayrımlaşmamıştır.

Gelenek, öteden beri benimsenerek uygulanmış ve uygulaması sürdürülmekte olan, saygın tutulması nedeni ile kuşaktan kuşağa aktarılarak korunan bilinçli ve toplu alışkanlık olarak tanımlanabilir.

Görenek, bir şeyi öteden beri görülmüş olduğu şekilde yapma alışkanlığıdır. Töre ise, toplum içinde yaşayan her insanın bir diğerinden beklediği, herkesçe aynı şekilde önemli ve değerli sayılması gereken tutum ve davranışların tümü olarak tanımlanabilir.

Erdem, insanın olgunluğunu, toplum ile ve diğer insanlarla uyumluluğunu, kendine yeterliliğini ve kendini aşma yetisini belirleyen çeşitli bireysel niteliklerden her biri diye tanımlanabilir. Erdemli olmak, bir zamanlar salt tanrısal buyruklara uymak ve dinsel yükümlülükleri yerine getirmek olarak kabul edilirdi. Bu kavram, çağımızda değişime uğramıştır. Erdemler ahlâkî değerlerdir. Belli başlı erdemler şunlardır: alçakgönüllülük, bağlılık, sevebilirlik, korkusuzluk, esirgemezlik, yiğitlik, dayanıklılık, temiz yüreklilik, sevecenlik, tok gözlülük, doğruluk, iyilikseverlik, dürüstlük, hakseverlik, tolerans, mertlik, cömertlik, özveri, içtenlik, dayanışma, görev duygusu, bilinç, onur, sabır.

Değişen değerlerden acı acı yakınan bir şiiri yazımıza ekliyorum. Şiiri kaleme alan, emekli hakim sayın Ali Haydar Karahacıoğlu.

CAHİL

Toplumda değerler tümden değişti,
Kralları cahil, tebası cahil.
Zenginler kaybetti, yoksullar şişti,
Yalnız evlat değil, babası cahil.

Kadın despot oldu, erkeğe karşı,
Her kişi söylüyor üstünlük marşı,
Teknik işgal etti yer ile arşı,
Kibarları cahil, kabası cahil.

Tanıyalı beri bilgisayarı,
İnsanların bozuldu doğal ayarı.
Karşılıksız vermez balını arı,
Yalnız çırak değil, ustası cahil.

Kaynakça:
Akarsu, Bedia, Felsefe Terimleri Sözlüğü 
Ayfer, Murat Özgen, Ansiklopedik Sözlük
Güngör, Erol, Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar
Karahacıoğlu, Ali Haydar, Sonradan Görmeler (Şiir)
Ülken, Hilmi Ziya, Aşk Ahlâkı

Aytaç Barkot
+ Son Yazılar