Okuma süresi: 9.23 mintues

Her şeyin sonsuz noktadan oluştuğu evrende bu sonsuzluk bizde nasıl sınır buluyor? Sınırlı bedenimizde sonsuz bir doğaya sahibiz. Her biri milyonlarca atomdan oluşan 100 trilyon civarında hücremiz var. Sonsuzluk, toplumumuzda genellikle manevi bir değer olarak ele alınır ve daha çok maneviyatçılar tarafından benimsenir. Bilim insanları ise sonlu, sınırlı, kapalı sistemlerle ilgilenirler. Sınırlı bir sistemde sonsuzluk, geometrik düzeyde yaşam çiçeğiyle gösterilebilir.

Yaşam çiçeğinin oluşumunda bir daire içine birbirine zıt iki eşkenar üçgen yerleştirilir. Onların da içine daire, o dairelerin de içine üçgenler yerleştirilir ve bu böylece en küçük ölçeğe kadar sonsuzca devam ettirilir. Başlangıçtaki daire sınır olarak kalır. Burada ifade edilen sonlu ve sonsuzun birbirinden kopuk kavramlar olmadığı, birbirini tamamladığıdır. Sonlu bir yapıda sonsuz miktarda bilgi saklanabilir. Bu gerçekleşirse, evrenle ilişkimize temel olanlar dahil fizikteki tüm kavramları sarsacaktır.

1905’de Einstein E=mc² ile enerji ve kütle kamplarını birleştirdi. Sonra bölünme yaşandı. Niels Bohr ve bazı fizikçiler kuantum mekaniği kavramını ortaya atıp ayrıldılar. İki dünya vardı karşımızda; küçük kuantum olasılıklar ve belirsizlikler bir yanda, bildiğimiz büyük belirli, kararlı evren bir yanda… Bu bölünme düşünme tarzını da etkiledi. Son yüzyılda bu ikisinin ayrıştığı, çatışma halinde bir ortam içinde yaşadık. Klasik fizik ve kuantum fiziği birbirinden tamamen kopuk iki alan olarak değerlendirildi.

Einstein, genel görelilik kuramında kozmik ölçekleri, yerçekimini, zaman ve uzay ilişkisini ortaya koydu. Kuantum teorisini başlatanlardan biri olan Einstein, “Genel Görelilik” teorisi ile “Kuantum” teorisinin birleştirilmesi gerektiğine inanıyordu. Einstein’ın ömrü boyunca biricik ve gerçekleştiremediği hayali olan “Birleşik Alan Teorisi”, evrenden atom altı dünyaya kadar aynı şekilde çalışan bir sistem anlayışı üzerine kurulmuştu. “Tanrı’nın zar attığına inanmıyorum.” diyerek evrenin rastgele salınımlardan oluştuğuna şüphe ile yaklaştı. Bir gazetecinin bu teori ispatlandığında ne düşünürsünüz diye sorduğu soruya ise “Bu imkânsız, çünkü çok güzel” diye yanıt vermiştir.

Nassim Haramein tüm yaşamını işte bu her şeyin teorisini keşfe adadı:[1]

Standart görüş evrende 4 temel kuvvet olduğu görüşündedir. Yerçekimi, elektromanyetizma, güçlü kuvvet, zayıf kuvvet… Fakat güçlü ve zayıf kuvvetlerin teorisi, kara deliği anlamadan önce ortaya atıldı.

Nassim Haramein şöyle der: “Kara delik çalışmalarımdan yola çıkarak ve evrendeki kara delik yapılarının kurallarını ölçeklendirerek proton veya atom çekirdeğinin mini bir kara delik gibi davranabildiğini buldum. Eğer bir protonu kara delik olarak tanımlamak istersen birdenbire birbirini çeken bu iki kara deliğin kütle çekim kuvvetini hesaplarsan çekirdeği yaklaşık değil, kesin olarak bir arada tutan güçlü kuvveti elde etmiş olursun. Bunu başka hiçbir yerde bulamadık çünkü protonların bir arada nasıl tutulduklarını bilmiyorduk… Pozitif yüklüler, itmeleri gerekirken onları bir arada tutan bir kuvvet var. Bize kütle çekim kuvvetinin bunu yapmak için çok zayıf olduğu söylendi. Böylece yeni bir kuvvet keşfettik. Kütle çekim kuvveti ve güçlü kuvvet birbirlerine karşı nazik değil, bir arada olamazlar bu nedenle birini keşfettik. Sonra da güçlü kuvvete analitik bir çözüm bulmak amacıyla süper bilgisayarlarla milyonlarca dolar harcadık, sonuç sıfır…”

“Bu protonlar çok hızlı döndüğünden onları birbirinden ayırdığınızda bu çok güçlü cazip kuvvet büyük bir hızla düşer. Potansiyel tüm geometri, protonları bir arada tutacak kuvvete kesin bir çözüm açığa çıkarır. Bunun dışında protonların dönüşünden protonların kütle çekim gücü sınırını tahmin ettim. Eğer onlar mini kara delik ise bu kuvvet tamamıyla elimine olacak, güçlü kuvvete gerek olmayacaktı. Aslında bu, kuantum seviyesindeki kütle çekim kuvveti idi. Şimdi güçlü kuvveti kütle çekim kuvveti ile açıklayabiliyorum. Böylece kuantum teorisindeki en büyük karmaşıklıklardan birisi ortadan kalkıyor. Temel kuvvetlerin sayısı azalıyor. Benim bu inanılmaz dönüşüme devam etmemi sağlayan, birinin her şeyle, evrenle bağlı olduğunu fark ettiğimde görebilmemdir.”

“Tüm boşluğu kaldırırsanız tüm evren bir kesmeşeker büyüklüğünde… Yoğunluğu ise nötron yıldızı kadar, 478milyon ton ağırlığında… Kuantum seviyesinde uzay zaman yoğun enerji seviyesinde salınır. Yoğun dinamik enerji bileşeni ile doludur. Dışımızdaki uzay, boşluk, içimizden geçiyor. Hepimizi birleştiriyor.”

Mevlânâ der ki: “Sen kendini bir okyanusta damla sanırsın oysa bir damlada okyanusun tümüsün”. Evrenin kuvvetini içinde hissedersin. Senin üzerinden her şeye bağlanır ve sen bu dinamik enerjinin bir parçasısın.

Einstein’ın arkadaşı teorik fizikçi John Archibald Wheeler şöyle söyler: “Bundan daha temel bir görüş yok ki boş uzay boş değil, en yoğun fiziğin ortamıdır.”

Bohm da “Uzay boş değil. Evren bu kozmik enerji denizinden ayrı değil” demektedir.

Einstein ise “Fiziksel nesneler uzayda yerleşmiş değil, bunlar alanlar olarak genişlemiştir” diye farklı bir yaklaşım sunar.

Fizikte uzay boşluk olarak geçiyordu. Böylece boş uzay kavramı anlamını yitirir. Bu arka plan enerjisi her yerdedir. Kendi doğal kaynaklarımızı tüketmek yerine bu enerjiyi kullansak acaba nasıl olurdu?

Nassim Haramein: “Doğaya baktığımda yüksek seviyede bağlılık ve bağımlılık var. Tüm sistem dengeli bir şekilde çalışıyor. Bu kendi kendini düzenleyen sistemin kaynağını merak ettim. Ne gördüğün, nasıl baktığına bağlı” diyor. Bu bize Da Vinci’nin şu sözünü hatırlatıyor: “Nasıl göreceğini öğren, her şeyin her şeyle bağlı olduğunu fark edersin”. Bu anlayışla çoklu disiplinlerde, bilimde, anatomide, biyolojide mühendislik ve sanatta başarıyı, yaşamı körlerle devam ettirmeyeceğimizi Da Vinci ve diğer ustalar bize gösterdi. Hastalıklara bakın vizyonumuzu genişletmeyi öğrenebiliriz. Etrafımızdaki bağlantıların güzelliğini görebiliriz. Daha geniş bir bakış açısıyla farklı disiplinleri birleştiren ve bilgimizi bütünleyen köprüler yapabiliriz.

Evreni anlamak için işe temel yapı taşlarından olan atom çekirdeğindeki protonla başlıyoruz. Protonda tüm evrenle nasıl bağlı olduğumuzun anahtarı var. Nassim Haramein protonun yük yarı çapının (r) en yeni ölçüm değerini ortaya koydu.

Son 30 yıldır Nassim Haramein bize sorular sormak istiyor ve yeni fikirler keşfetmeye çalışıyor. Bu yolculuk bizim daha da ileri seviyeye doğru gelişmemizi sağlar. Holografik kütle çözümü sayesinde elektron, hidrojen atomu ve tüm periyodik tablo elementlerinin kütlesini doğru olarak tahmin etti. Hem de standart yaklaşımdan çok daha doğru olarak ve daha önce görülmemiş bir kesinlikte…

1500 yılda insan bilgisi ikiye katladı. 1900’lerden sonra her 100 yılda bir, 1940’dan sonra her 25 yılda bir, 2013’de her 13 ayda bir iki katına çıktı. Bu zaman aralığı küçülmeye devam ediyor. Fakat yalnızca bilim alanında, bilgelik konusunda değil…

Tüm bu buluşlar başka bir adım, bizi birleşik iş alanlarına yöneltecek yeni bir alan. Büyük olasılıklar zamanında yaşıyoruz. Dünyada birlikte yaşıyoruz ve birlikte, ayrı olduğumuzdan daha güçlüyüz. Dünyada görmek istediğimiz değişikliği hayal etmek için birleşme şansımız var. Topyekûn evrimimizi geliştirmek ve bilime yaklaşımımızın bağlı olduğumuza dayalı olduğu bir dünya hayal edebiliriz. Bilimde, sağlıkta, iş hayatında yeni fikirler yaratma yollarını görmek için…

Dünyada pek çok insan inanılmaz bir şeyler olduğunu hissediyor. Bilinçte büyük bir kayma görülüyor. İnsanlar uyanıyor dünyaya ayrımcı bakış açısı yerini daha çok bütünselliğe dayalı bir bakış açısına bırakıyor. Bu, çağlar boyu bulduğumuz bazı felsefî ve ruhsal kavramları da desteklemekte… Bilgeler geldiler ve her şeyin bağlı olduğunu, hepimizin bir olduğunu ve bir arka plan enerjisi olduğunu bize bu anlattılar. Bu kuvvet yıldızları, gezegenleri ve yaşamı yaratmakta… Bilim bize sonsuz olasılıklar olduğunu gösterir. Evrenin enginliğinde keşfedilecek, keşfedecek sonsuz olasılıklarınız var. Kendi bağlı evrenimizi keşfettiğimizde kendimiz için yeni bir gelecek inşa edebiliriz. Birlikte insanlık için olumlu bir gelecek yaratabiliriz…

[1] Nassim Haramein, 1962 yılında İsviçre’nin Cenevre kentinde dünyaya geldi. Dokuz yaşlarında madde ve enerjinin evrensel dinamiğini keşfetmekte idi. Bu onun kuantum kütle çekimi ve birleşik alan teorisindeki devam eden gelişmelere yeni bir yaklaşım getirmesine önayak oldu. Doğu Kanada’da doğanın düzenine doğuştan saygılı bir anlayışla yetişti. Yaratılışın temel yapı bloklarını keşfetmeyi belirlemek onun gayesiydi.

Nassim zamanının çoğunu fizik, geometri, kimya, biyoloji, bilinç, arkeoloji ve çeşitli dinleri araştırmaya adadı. Nassim Haramein’in kendini bilimsel araştırmalara adaması, doğanın davranışını ısrarlı gözlemleriyle birlikte onu, yaklaşımının merkezinde özel bir örüntüye ve birleşik alan teorisinde yeni bir bakış açısına yönlendirdi. “The Resonance Project” (Yankılanım Projesi) kurucusu, kendi “Birleşik Fizik”i ve Hawaii “Birleşik Fizik Enstitüsü” ile ilgili bir web sitesi ve vakıf sahibidir.

Bu organizasyonların çarpıcı isimlerine rağmen makalesi ün nedeniyle Wikipedia’dan silinmektedir. Teorisinin dönüşün başlangıcını açıkladığını iddia etmekte, uzay-zaman torku tanımlamaktadır.

Einstein’ın alan denklemlerine yaptığı düzeltme ile, plazma dinamiğindeki Tork ve Coriolis etkisini birleştirerek ve boşluğun polarize geometrik yapısı ile ilişkilendirerek yeni bir birleşik alan teorisi ortaya atar.

Daha da ilerisi Dr. Rauscher ile birlikte“Organize Maddenin Ölçekleme Kuralı” isimli makalesinde, atom altından galaksi ve evren ölçeğine tüm maddeleri çeşitli boyutlardaki kara delikler olarak nitelendirir. Onun birleşik alan teorisi ve ölçekleme kuralı ile ilişkili fraktalları kendisinin “Holofraktografik Evren” kavramı ile ilişkilidir.

İlginç bir konu da “cymatics” ses dalgası görüntüsünün gerçek alanının onun rezonans fikrini desteklemek için kullanılıyor olmasıdır.

 

Suna Öztürk
+ Son Yazılar