Okuma süresi: 6.1 mintues

Siyasi olarak biçim kazanmış (örgütlenmiş) toplumlar için en önemli şey belli bir biçimde yaşamaktır. Başka bir deyişle, insan onuruna en uygun olan, bu nedenle de en doğru olduğu kabul edilen bir biçimde yaşamak. Topluluklar ya da örgütlenmiş biçimiyle toplumlar, kendilerine özgü bu yaşam biçimlerini yüzyıllar boyu geliştirir ve şekillendirir. Bu yaşam biçimlerinin işlenip gelişmesine kültür süreci denir.

İnsanın tarihsel serüveninde ortaya çıkan çabalar birçok şey üretirken, insanın kendisi de bu çabalar içinde yoğrulup biçimlenmektedir. Bu çabalar iki yanlı, çatışan, çelişen ve gelişen bir süreç içinde gerçekleşmektedir. Bir yanda yaşam gereksinimlerinin toplumsal ilişkilerle üretilmesi, diğer yanda yine toplumsal ilişkilerle insanın kendini üretmesi, çelişik bir birlik olarak, insanlık-kültürel-sürecine katılmaktadır.

Kültür bir toplumun duygusunu, düşüncesini, inancını, dilini ve üretim biçimini oluşturan geleneksel yaşam biçimi, düşünü ve sanat ürünlerinin tümüdür. Toplumun bir üyesi olarak insanın sahip olduğu inanç, sanat, ahlak, hukuk, gelenekler ve benzeri diğer yetenek ve alışkanlıkları kapsayan karmaşık bütündür.
Bu tanımdan hareketle kültür, en geniş anlamıyla, yaşam biçimi ve insan üretimlerinin birlikteliği ya da insan-doğa ve insan-insan ilişkilerinin toplamıdır diyebiliriz. Ancak kültürü belirleyen temel nokta üretim-tüketim-paylaşım ilişkileridir.

Zaman zaman aynı anlamda kullanılan kültür ve uygarlık kavramları ayrımlı bir biçimde ele alındığında, kültürün somut bir yaşam biçimi olarak daha çok yerel, uygarlığın ise evrensel bir özellik taşıdığı görülmektedir.

Antik dönemde, başıbozuk düzensiz yaşamdan yasalı ve düzenli yaşama (kırsaldan kente) geçiş, eşdeyişle kent yaşamı, uygarlık kabul edilmişti. Günümüzde uygarlık, kültürler içinden insanlığa mal olmuş değerler toplamıdır. Uygarlığı oluşturan bu değerler, insanın yaşam düzeyini yükselten, insanı özgürleştirip bu özgürlüğü de güvence altına alan ve yaşamı kolaylaştırıp mutlandıran değerlerdir. Örneğin, zanaatlerden sanata geçiş, kültürden uygarlığa geçiştir. Sanat, insan duygusunu geliştirmek, yaratıcılığı arttırmak ve insanlar arası estetik değerlerin yaygınlaşmasına neden olmakla uygarlık alanına girer. Bu bağlamda sanatla inceltilmiş kültür, uygarlıktır. Sonuç olarak kültürler bilim, sanat ve felsefeyle inceden inceye işlenerek rafine edilirler ve ortaya yüksek yaşam biçimleri olanuygarlıklar çıkar.

Kuşkusuz her insan bir kültür varlığıdır. Kültür, durağan olmayıp tarih içinde değişmekte ve gelişmekte olduğundan, insan bununla bağlı olarak bir tarih-varlığıdır da. Kültür, insanın yaşamsal olgularının tümünü kapsamaktadır. İnsan doğayı bir bilinçli-amaçlı-etkinlik ile, eşdeyişle eylemi ile dönüştürerek kültür nesnelerini üretir. Bu bağlamda insan, insanlığın ürettiği ve nesilden nesile aktardığı bir ikinci doğa niteliğinde olan kültür içinde yaşamaktadır. Öyle ki, insan nasıl doğal çevreyle kuşatılmışsa, o denli de kültür çevresiyle kuşatılmıştır. Kültür, doğayı özsel olarak içinde barındırmakta, ancak o denli de doğayı dönüştürmekte ve aşmakta, bir başka deyişle, insan için kılmaktadır.

Tek tek bireyler, kültür karşısında önce edilgin konumdadırlar; daha sonra yetkinlikleri ölçüsünde kültüre katkıları olabilmekte ve etkin-birey konumuna gelebilmektedirler. Kültür, tarihselliği yanında yaşam çevreleriyle de yakın ilişkilidir. Bu nedenle, tek ve dünyaya egemen bir kültürden söz etmek yerine, farklı yaşam çevrelerine ve ayrı ayrı tarihsel süreçlere bağlı kültürlerden söz etmek daha doğru olacaktır. İşte, başlangıçta doğayla çelişip kültürleri yaratan insan, sonra kültürle de çelişerek onu dönüştürmekte de biricik varlıktır.

Kültür daha çok gelenek, görenek, töre ve alışkanlıklara sinmiştir. İnsana bilinçdışı bir veri olarak etki eder. Uygarlık ise bilinçli bir üretim olarak kültürün içinden doğar ve dönüp kültüre katılır. Bu nedenle kültürler karşılaştıklarında içlerine kapanmasına karşın, uygarlık doğduğu kültürden diğerlerine geçerek yayılır ve evrenselleşir.

Burada kültürü yerel ve uluslara özgü bir nitelikte ele almış bulunuyorum. Kültür ile çelişen (çelişme düzeyine gelen) birey, onun içinden evrensele doğru yükselir. Buna da uygarlık diyorum. Uygarlık, özsel olarak, kültürü içinde barındırır, ancak onu aşmış olarak. Böylece insan, doğa, kültür (yerel olan), uygarlık (evrensel olan) dizgesinde bitimsiz bir yetkinleşme sürecinde bulunmaktadır.

İnsanlarca üretilen her nesne bir kültür nesnesidir. Kültür nesneleri bağlamında insan, sahip olmayı ve paylaşmayı yaşar. Bu ise gereksinim, bilgi ve insan emeğiyle birlikte gerçekleşir. Yalnızca kültür nesnelerine sahip olma aşamasında kalan insan bencilleşir ve kendisine yabancılaşır. Bir başka deyişle, kendisini sahip olduklarıyla özdeşleştirip nesne düzeyine indirger.

Buna karşın, evrensel uygarlığa katıldığı ölçüde, elde ettiği kazanımlarla yetkinleşen insan, sahip olma’nın ötesine geçerek olma aşamasının sürecine katılır. Bu ise gereksinim ve bilgiyi özsel olarak içermekle birlikte, sahip olmayı aşarak onu bilgelik konumuna yükseltir.

İnsan tarihsel, toplumsal ve kültürel bir varlık olduğu için, kendini somut ilişkiler içinde gerçekleştirebilir. Bu durumda somut ilişkiler’in belirlenmesi önem kazanmaktadır. Somut insan ilişkileri, kişinin gerçek toplumu ve kendisini gerçekleştirebileceği somut bir ortamdır. Böyle bir ortama katılım ve kabul görme değişmeye, gelişmeye ve yetkinleşmeye neden olur.

Her kültür içindeki birey, uygarlıkla tanıştıkça diğer kültürlere açılır ve insanlığın ortak uygarlığına katıldıkça da ondan pay alır. Böylece yerel sınırlarını aşarak kendini dünya insanı olarak algılamaya başlar. Bir başka deyişle, uygar insan dünyanın neresinde ve hangi kültürde üretilirse üretilsin, insanlık değerlerine sahip çıkan, bunları benimseyen ve yaşamına katan insandır.

Bülent Gürkan
+ Son Yazılar