Yağmur hiç durmamıştı. Sadece ben değil, fotoğraf makinem de iç aksamlarına kadar ıslanmıştı. Savaşın ilk aylarıydı. Hayata Destek Derneği çalışanları gelen yardım kolilerini dağıtmakta sayıca yetersiz kalmıştı. Suriyeliler, kolileri almak için birçok farklı köyden ve farklı yerden akın akın yardım örgütünün bulunduğu köyün meydanına geliyordu. Günlerce, haftalarca kimi tek bacağıyla, kimi birkaç gün önce doğmuş çocuğuyla, kimi üstündeki tek kuru kıyafeti yanında taşıdığı ekmeğe sararak –yardım alacakları kesin olmasa da yağmurun, çamurun içinde bir umudun peşinden geliyordu. O güne kadar Suriye’den kaçanlara mesafem bir fotoğrafçı olarak otele döndüğümde bitiyordu. Yağmur, çamur… ama sonrasında sıcak bir kahve, sıcak bir duş ve otel odası. Benden istenen, hikâyeleri ve yaşananları fotoğraflamamdı. Fakat o gün çamurun içinde çuvalın üzerine üç tane koliyi koymuş çekmeye çalışan on yaşlarında bir çocuk gördüm. Diğerlerine köylüler traktörle yardım ediyordu. Fakat bu çocuk ne dil biliyordu ne de kendini ifade edebiliyordu. Fotoğraf makinemi bırakıp kolilerden ikisini ben yüklendim. Onunla birlikte sığındıkları eve kadar çamurun içinde ve uzunca bir yolu yürüdüm. Bir ev bile diyemeyeceğim kerpiçten binanın kömürlüğünde bekleyen insanların yanına vardık. Dağ gibi bir adam yardım paketini görünce ağlamamak için kendini zor tuttu ve eridikçe eridi. O gün benim fotoğrafçılığımın otel odasına dönene kadar bitmediğini anladım. Benim fotoğrafçılığım her biri bana umutlarını ve hayallerini anlatıncaya kadar ve benim kim olduğumu, nereden geldiğimi ve onlardan ne alıp ne verebileceğimi öğreninceye kadar devam edecekti. Belki o heybetli yardım kolisinin içinden çıkanlar birkaç makarna, çay, şeker ve undu. Bütün bunlar günlerce hiçbir şey yememiş olan insanlar için elbette ki çok şey demekti. Gene de onlar için bu yardım kolisi o gün sofralarına koyacak sıcak yemekten öte Suriye’ye geri dönüş bileti ve istikrar umudu taşıyordu. Yıllarca çalışıp korumaya çalıştıkları o huzuru arıyorlardı. Oysa ki her gelen yeni yardım kolisi onları Suriye’den biraz daha uzaklaştırıyordu. Sonradan ziyaret ettiğim evlerde soğuk beton zemin, sırasıyla önce bir battaniyeyle sonra bir matla, derken halı ve bir sobayla ısınmış; mutfak malzemeleriyle, hijyen paketleriyle, perdelerle donanarak geçici bile olsa gerçek bir yuvaya dönüşmüştü. Tamamlanmamış inşaatların kiracısı olmuşlardı. Çevreden topladıkları tuğlaları tek tek, üst üste koyarak kendilerine yuva yapmışlardı. Önce ekmeğini bölenler, yemeklerini paylaşır oldular. Benim için Suriye kahvesi pişirenler, orta şekerli sevdiğimi bilir oldular. Kiminin eşinin kiminin çocuğunun Suriye’den dönüp dönmediğini, okula başlayıp başlamadığını, iş bulup bulamadığını bilir oldum. Biz birbirimizi tanıdıktan sonra objektifimin karşısında dimdik duran bu cesur insanlar yaşadıkları gerçeğin ufak bir kısmını benimle paylaşmaya başladılar. Bunun için, gösterdikleri cesaret için, kapılarını açtıkları için kendi minderleri yokken ben üşümeyeyim diye ayaklarımın altına battaniye koydukları için, gözyaşıyla değil gururla gözlerimin içine baktıkları için her birine teşekkür etmek istiyorum. Savaş büyük bir dalga ve önünde duran insanların hepsini ayırt etmeden yıkıp geçiyor. Dalgalar çekildiğinde bu cesur aileler kendilerini geçmişlerinden ve topraklarından uzak bir yerde buldular. Cesur diyorum çünkü her şeye rağmen yaşadıklarını bize anlatabilmek için objektif karşısına geçip dimdik durdular. Onlar adına geleceklerini yaratabilecek şansı ve desteği bulmalarını umut ediyorum. Bu kitap için yola çıkarken amacımız da hep buydu. Misafir olarak geldiler, üç günden sonra toplum olarak azı dişlerimizi onlara gösterdik. Umarım geri dönebildiklerinde bana hep o anlattıkları yemyeşil tarlalar üzerinde kırmızı gelincikleri görebilirler.
***
Uzun yıllar zor coğrafyalarda fotoğraf çeken Kerem Yücel, Suriyeli mültecilerin ülkelerini terkedip Türkiye’ye sığındıkları ilk zamanlardan beri yaşamlarını fotoğraflıyor. Doğdukları yerleri terk ederek, yeni bir yaşama başlayabilmek için Türkiye’ye sığınan mültecilerin yaşadığı zor şartlara tanıklık eden Kerem Yücel, daha sonra bu hikayelerin peşini bırakamadı ve onların zor yaşamlarına ortak oldu. Kerem Yücel ile ekmeklerini bölüşen mülteciler yaşadıklarını bizlere anlatabilmek için Yücel’in objektifinin karşısına geçtiler.
Her bir fotoğrafın farklı bir hikaye anlattığı bu kitapta metinler de Serdar Korucu’ya ait.
Misafir, Can Yayınları, 2016
* Can Yayınları kitap tanıtım bülteninden alınmıştır. Kaynak: https://canyayinlari.com/book_data/9789750731402.1_preview.pdf