Roger Housden, “Rumi’nin İzinde: Kalbin Asıl Arzusunu Bulmaya Dair bir Masal” adlı romanında, arkadaşının okuduğu bir Mevlânâ Celaleddin Rumi şiirinden etkilenen gencin çıktığı hakikat yolculuğunu anlatır. Şiirler gerçekten insanın kalbini etkileyip ruhsal bir uyanışa neden olabilirler. Kişinin yaşama bakışını değiştirebilir, kişiyi derinleştirebilirler. Bu romandaki gencin mistik arayışı da, onun ruhsal gelişimiyle ve iş yolculuğuyla ilgilidir. Türkiye’ye gelir ve Hasan Şuşudile sohbet etme fırsatı bulur. Sonunda evrenin dişi ilkesiyle, aşkla tanışır. Bir dizi deneyim yaşar. Sezgi ve keşf yolları açılır.
Sezgisel biçimin geliştirilmesiyle ilgili aşağıdaki yazı, ağırlıklı olarak, Dr. Ornstein’in “Yeni Bir Psikoloji” adlı kitabıyla ilgili çalışma notlarım üzerine kurulmuştur.
BİR. TRANSPERSONAL (Kişilik Ötesi) SUFÎ PERSPEKTİFİ:
Neden Perspektif ya da Bakış Açısı?
Bir yazıyı okurken yazarın bakış açısını öğrenmek neden çok önemlidir? Çünkü aynı nesneye, aynı olaya farklı noktalardan baktığınızda göreceğiniz şeyler farklı olacaktır. Fanatik insanlar genellikle kendi bakış açılarının tek ve biricik olduğunu, herkesin de bu bakış açısından bakmaları ve aynı şeyi görmeleri gerektiğini savunurlar. Tam anlamıyla “nesnel” bir bakış açısına kavuşmak, “nesnel” bir görüşe sahip olabilmek ve nesneleri, olayları ve olguları “nesnel” görebilmek için ise kendi sınırlı at gözlüklerimizden ve gözümüzdeki ahlâk boyalarından kurtulmamız gerekir. Bu da kişisel gelişim ve dönüşüm çalışmalarıyla ulaşılmaya çalışılan hedeflerden birisidir, yani Açıklık. Açıklık olmadan kişi nesneleri, insanları ve olayları “oldukları gibi” göremez, kendi kafasındaki kayıtlara, kendi niyetine, kendi ahlâk boyalarına göre çarpıtılmış olarak görür.
Neden Transpersonal ya da neden Kişilik Ötesi?
Batı psikolojisi Hümanist Psikoloji ve Transpersonal ya da Kişilik Ötesi Psikoloji çalışmalarıyla büyük bir devrim gerçekleştirmiştir. Artık insana yalnızca bir “hasta” gözüyle bakılmamakta ve mevcut tedavi çalışmalarıyla yetinilmemektedir. İnsan artık “içindeki olumlu nitelikleri” ya da “güzel isimleri” gerçekleştirebilecek, bedensel, duyumsal, duygusal, düşünsel, ruhsal ve tanrısal çalışmalarla, çeşitli Sufi sohbetleriyle, tefekkürleriyle, Budist meditasyon pratikleriyle, Kişisel Gelişim ve Dönüşüm kurslarıyla vb. kendisini aşabilecek (Transpersonal Psikoloji ve Psikiyatri çalışmalarında uygulandığı gibi) bir varlık olarak görülmektedir. Sadece bedensel gözü ve akılsal gözü ile yetinmeyen fakat ruhsal gözünü, ya da keşf gözünü de kullanabilecek bir varlık olarak görülmektedir. Bu konumlara ulaşmayı ifade eden bazı nitelikler şunlardır: Huzur, Sessizlik, Kutsama, Açıklık, Farkındalık ve Bilgelik.
Manevî pratikler ve meditasyon artık Batı bilimine girmiştir. Kişilik ötesi modelde insan beş boyutlu olarak ele alınır. Roger Walsh ve Frances Vaughan. “Ego Ötesi” adlı kitapta bu modeli şöyle işlerler:
“Bilinç”, tüm deneyimlerimizin temeli ve bağlamıdır. Sıradan insan bilinci savunmacı bir biçimde kasılmış durumdadır. Bunun için çeşitli çalışmalarla zihin sakinleştirilir, algısal çarpıtma azaltılır ve kişilere potansiyelleri tanıtılır.
“Koşullanma” ve bağlanmalar bilincin tek bir gerçekliğe kendisini bağlamasıdır. Bu acıya yol açar. Acıdan kurtulmak için koşullanmalarımızdan ve bağlanmalarımızdan kurtulmalıyız.
“Kişilik” ve kişisel dramalarımız her birimizin hayat hikâyesini kapsar. Rollerimiz, sorunlarımız, ilişkilerimiz, bilincimizin içerikleri buna dahildir. Bizim duygusal yüklerimizdir, psişik yüklerimizdir. Tüm bağlarımızdan özgürleşme düşüncesi bile bizi korkutur.
“Kimlik” ya da özdeşleşmelerimiz, ne olduğumuzu düşünüyorsak onun tarafından belirlenir. Kendimize ait imgemizi içerir. Biz bilsek de bilmesek de bazı düşünceler ve imgeler bizim bilinç halimizi, kimliğimizi ve gerçeklik haritamızı belirlemektedir. Buda’nın ve İsmail Emre’nin dediği gibi: “Neyi düşünüyorum o’sun!”
“Kimliğin ve özdeşleşmelerin ötesi” bizim koşullanmalardan ve hayat hikâyelerinden, dramalardan arındırılmış yanımızdır. Saf farkındalık olarak ya da ademlik (hiçlik) hali olarak adlandırılır. Rüyadan uyanmış, zihinsel içerik ile özdeşleşmeyen insandır. Acı veren duygu ve düşüncelerden kurtulduğu için “acı”dan kurtulmuştur. Saf farkındalık, saf varlık ve saf kutsama olan Nirvana’ya ulaşmıştır.
Neden Sufizm?
Muhyiddin İbn Arabi Füsus ül Hikem’de insanın bu yaşamdaki amacının “gadap” halinden kurtulup “rahmet” haline erişmek olduğunu söyler.. Yani kişisel gelişim ve dönüşüm süreci bu bağlamda kalpteki “küfür”ün temizlenmesi ve “iman”ın kalbe yerleşmesidir. Şehvet, şiddet ve korku gibi olumsuz kayıtlardan kurtulup sevgi, şiddetsizlik ve güveni yaşamaktır. Böylece insan kalıcı bir dönüşüm geçirmekte ve “mümin” olmaktadır. Bu perspektifte, insanın asıl kimliği “mümin” niteliğiyle belirtilmektedir. Hakiki imanın göstergesi de budur. Bu seviyeye erişmiş olmaktır. Bu aynı zamanda Tasavvufun temel dönüşüm dizgesinin dördüncü seviyesidir. Yani Nefsi Mutmainne. Tatmin olmuş nefs, Huzura ermiş nefs. Bu aynı zamanda Sekinet’in ya da Rahmanî Nefes’in kalbe yerleşmesi olarak da ele alınır. Hint sisteminde Kundali’nin (Rahmani Nefes’in Hint’teki karşılığı olan Adi Shakti’nin insandaki hali) insanın dördüncü şakrasına, yani kalp şakrasına yerleşmesi olarak ele alınır. Bunun öncesinde ise Tasavvufta Nefsi Mülhime vardır. Yani, ilhamlar alan, sezgileri çalışan nefs, Hint’te üçüncü şakranın açılması ve kundalinin bu şakrayı kaplaması olarak geçer. İnsanın ilhamlar almaya başladığı söylenir. Yedinci seviye Nefsi Kamile ya da Nefsi Safiye ya da Nefsi Envareyani tenevvür etmiş, Aydınlanmış Nefs’tir. Hint’teki karşılığı başımızın üst kısmındaki Sahasrara şakrasının açılması ve kundalinin buraya yerleşmesidir. Kişi başkalarını “doğru olarak algılamaya” başlar. Algı filtreleri ya da Ahlâk boyaları temizlenmiştir. Kalb aynası parlamaktadır. Kristal Aynada her şey “algı filtrelerinin ve egonun çarpıtmaları olmadan” aksetmektedir. Açıklık, Gözlem, Farkındalık, Bilgelik ve Zeka boyutudur. Tasavvufta bu zeka boyutu, “Zeka tezkiye edilmiş akıldır” sözüyle belirtilir. Yedili dizgeyi birlikte ele alırsak nefs-i emmare (kötülüğün etkisi altındaki nefs), nefs-i levvame (kendini eleştiren nefs), nefs-i mülhime (sezgileri çalışan nefs), nefs-i mutmainne (tatmin olmuş nefs), nefs-i raziye (insanlardan razı olan nefs), nefs-i marziye (insanların kendisinden razı oldukları nefs, NLP’deki Liderlik için bu seviye çalışmaları gereklidir!) ve nefs-i envare (aydınlanmış, tenevvür etmiş, ışık yayan nefs).
Bu yazı bağlamında ele alacağımız Kişilik Ötesi Sufî Perspektifi üç evreye sahiptir:
İlim ve İrfaniyet, Aşk (Allah Aşkı) ve Yokluk (Fenafillah).
Bu evrelerin tarihsel süreç içindeki örnekleri ise şöyledir:
İlim ve irfaniyet evresi için Muhyiddin İbn Arabi;
Aşk evresi için Yunus Emre ve Mevlânâ Celâleddin Rumî;
Yokluk evresi için İsmail Emre.
Aydınlanma arayışı içinde olan bir insanın manevî gelişim sürecinde bu aşamalardan geçtiği söylenebilir. Bu ilerleyiş bir dizi olarak değil, bir dizge olarak ele alınmalıdır. Karşılıklı ilişki içinde ele alınmalıdır. Kişinin geçtiği aşamalar her zaman bu sırada olmak zorunda değildir tabi ki. Yaşam üslubu ya da hayat şekilleri de etkili olmaktadır. Emre şöyle demektedir:
“Kin, kibir, hased, şehvet, riya, gadap, yalan insandan kalkmalı ve şehvetsiz, menfaatsiz bir sevgi insana yerleşmeli”.
İsmail Emre’nin bir sözü yokluk noktasına ışık tutmaktadır:
“Hiçbir arzum ve düşüncem yok, sırf hizmetçilik ve sevgi.”
Bu söz, arzuların etkisi altındaki nefs’in (Freud’un alanı) ve düşüncelerin etkisi altındaki nefs’in (Descartes’in alanı) aşıldığı bir ruhsal boyutu işaret etmektedir. Freud ve Descartes gözlüğüyle bakan Batılıların anlamakta zorlanacağı bir boyuttur. Beden ve akıl gözlerini aşan kontamplasyon ya da keşf gözüyle (Bonaventura, Ken Wilber) aradıkları boyuttur bu.
Kabir Helminski, “Bilen Kalp-Ruhsal Dönüşümün Sufi Yolu” adlı kitabında şöyle yazmakta:
“Temel soru, çeşitli biçimlerde ortaya konabilir: Bireysel insan bilinci ile ne yapmaktayız? Ego’yu geliştirmeli miyiz, yoksa onu yok mu etmeliyiz? Bireysel benliğin daha büyük gerçeklikle olan doğru ilişkisi nedir? Benliğin uygun ve gerçek sınırları nelerdir? Manevi bir psikoloji, her şeyin üstünde, nitelikler ve değerler ile ilgili bir psikolojidir. Manevi nitelik ve değerleri nasıl harekete geçirebiliriz?
Bu konuyu, gerçekten holistik (bütüncül) ve Transpersonal (Kişilik Ötesi) bir bağlam içinde nasıl yeni bir biçimde ifade edebiliriz?
Eğer Varoluşçu olsaydık, evrenin saçma olduğunu, ama insanların yine de yaşamak için belirli değerleri seçebileceğini söyleyebilirdik. Transpersonal Sufi perspektifi açısından ise, bu değerlerin sadece bireysel beyinler tarafından bir anlam ve düzen oluşturmak için harcanan umutsuz bir çaba olarak üretilmediğini sanırım ki çoğumuz kabul edecektir. Bunlar, daha çok gerçekliğin esasına ait niteliklerdir. Gerçeklik temelde iyidir.”
Şarlatan Ruhsal Ustalar ya da Bogus Masters
Hemen hemen her kavramın yozlaştırdığı ve içinin boşaltıldığı günümüzde, meditasyon kelimesi de aynı akibetten kurtulamamıştır. Marco Pallis’in deyişiyle “Dünyanın her yerinde Şarlatan Ruhsal Ustaları (Bogus Masters) kolayca bulabilirsiniz.”
Tasavvuf Tarihimizde Meditasyon
Tasavvuf tarihimizde meditasyon, kontamplasyon, huzur, sakinlik gibi deneyimler yok mu? Bunlar bizim için sadece yabancıların deneyimlediği ve yazdığı, bizim de tercümelerle, kurslarla hakkında bilgi edindiğimiz şeyler mi? Acaba?
Muhyiddin İbn Arabi’den derlenmiş Endülüs Sufileri kitabından bir alıntıya dönelim şimdi:
“YEDİLER. Onlarla Mekke’de karşılaştım ve Allah, tüm Müslümanları onlardan yararlandırsın dilerim. Hanhalit duvarı ile Zemzem arasındaki bir yerde onlarla birlikte oturdum. Gerçekten de Allah tarafından seçilmiş kişilerdi. Öylesine bir Kutsal Huzur (haly tranquility – sakinah) ve huşu içindeydiler ki, gözlerini bile kırpmıyorlardı. Onlarla karşılaştığım zaman Derin Bir Düşünce Hali (in a state of contemplation) içindeydiler. Ben ve Onlar arasında herhangi bir konu hakkında hiçbir sözcük konuşulmadı. Onları, Düşünülmesi Bile Olanaksız Derin Bir Dinginlik (unimaginable calm) içinde gördüm.”
Bilgelik, aydınlanma, keşf, kontamplasyon, meditasyon, huzur, sakinlik gibi kavramlar şu ya da bu millete, şu ya da bu dile, şu ya da bu Yol’a ait, ona özgü mülkler değildirler. Ne Doğu’ya ne de Batı’ya aittirler. Bunlar hepimizin malıdır. Nerede bulursak almalıyız. Tabi dikkatli olmalıyız. Yukarıda geçen Bogus Masters her dinde, her millete, her Yol’da, her kişisel Gelişim Kursunda karşımıza çıkabilir.
Sharon Labell’in çağdaş bir Epiktetos yorumu olan “İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar” kitabında M.Ö. beşyüz yıllarında bilgelik ya da hikmet üzerine söylenmiş şu sözlere kulak verelim biraz:
“– Bilgelik edimlerinizle/ fiillerinizle açığa çıkar, konuşmalarınızla değil.”
“Bilgeliği doğrudan yaşamak onun hakkında bir şeyler bilmekten daha önemlidir.”
“İdeallerinizi yaşamaya başlayın.”
John White’ın kendi yazılarından ve başka yazarlardan ve başka yazarlardan yaptığı derlemelerden oluşan “Aydınlanma Nedir? İç Dünyanın Keşfi” adlı kitabında White, “Aydınlanma için Adlar ve Simgeler” başlıklı bölümde şunlar yazar:
“Aydınlanmaya pek çok ad verilmiştir. Buda ‘aydınlanmış kişi’ anlamına gelir, Christ ve Mesih de öyle. Aziz Paul aydınlanmayı ‘Tanrının anlayışı aşan huzuru’, Richard Bucle ise ‘Kozmik Bilinç’ olarak adlandırdı. Zen’de adı ‘Satori’, Taoculukta ‘Wu’ ya da en son Tao’dur. Gürcüyef ona ‘Nesnel Blinç’ adını taktı. Sri Aurobindo ‘üstün zihin’den söz etti. Mistik okullar ve okült yollar ‘Aydınlanma’dan, ‘Özgürleşme’den ve ‘Kendini gerçekleştirme’den söz ettiler. Benzer olarak Aydınlanma birçok imgeleriyle de simgelenmiştir. Hinduizmin bir taş yapraklı Lotüs çiçeği (Nilüfer), Hıristiyanlığın Kutsal Kasesi, Budizmin Kristal Aynası, Yahudiliğin Davud Yıldızı, Taoculuğun Ying Yang Çemberi gibi. Ayrıca Dağın Doruğu, Kuğu, Dingin Göl, Gizemli Gül, Ebedî Alev.”
Transpersonal ya da Kişilik Ötesi Psikoloji konusunda en önemli eser Rouger Walsh ve Frances Vaughan’ın yazılarından ve derlemelerinden oluşan “Ego Ötesi”–(*) adlı kitaptır. Kitapta yer alan Ken Wilber’in “Bilim ve Transpersonal Psikoloji” başlıklı yazısında, Bonaventure’nın açıkladığı üç tür göz’den söz edilmektedir: “Beden Gözü”, “Akın Gözü” ve “Keşf Gözü” (eye of contemplation). Ken Wilber geleneksel olarak Batı Biliminin ve Felsefesinin sadece ilk iki görme biçimini kullandığını, “kontemplatif bilgeliği” ya da “keşf bilgeliği”ni ise ya görmezden geldiği ya da diğer iki alana indirgediği için kategorik bir hata yaptığını, bu yüzden suçlu olduğunu söyler. Kişilik Ötesi Psikoloji’ye göre bilginin üç alanı vardır: “Duyumsal, deneyimsel”, “Kavramsal, akılsal” ve “Kontemplatif, meditatif.” Kendiliğin (self) ve gerçekliğin (reality) temel doğası içinde yapılan keşfler, kontamplasyon ve meditasyon yoluyla sağlanır. Bunlar üzerinde akılsal çalışmalarla kurumsal yorumlar yapılır ve sonuçlar çıkarılır. Bunlar da olanaklı olduğu ölçüde deneyimsel çalışmalarla temellendirilir, test edilir.
NLP ve Covey’de İnsan Kavramı
Dolayısıyla Kişilik Ötesi Psikoloji çalışmaları Batı’daki “insan” kavramını Doğu’nun insan anlayışıyla genişletmektedir. Sufizm, Budizm, Meditasyon çalışmaları incelenmekte, raporlaştırılmakta, uygulanmakta ve tekrar raporlaştırılmaktadır. NLP ve Stephen Covey de bunlardan yararlanmaktadır. Dolayısıyla “Meditasyon” ve “Kontamplasyon”, sezgi ya da keşf alanıyla bağlantılıdır. Bazı meditasyon okulları Konsantrasyon uygulamasıyla dikkati bir isim, dua, nesne, mum alevi üzerinde yoğunlaştırmayı uygular. Bazıları ise Sezgi uygulamasıyla dikkatlerini serbest bırakırlar. Bir köşede bağdaş kurarak oturup mantraları tekrar etmek ya da bazı hareketler için vücudu zorlamak yolun sonu değildir. Yolun sonu beden olarak insan olduğumuz gibi düşünce, söz ve davranışlarımızla da insan olmamızdır.
Hakikatin seyranına Krishnamurti “Farkındalık” der, bunun “Düşünme”den çok farklı olduğunu belirtir. Mevlânâ’nın “Söz bakışı bulandırır” sözü tam da buraya uygundur. Söz ya da akıl, bakışı ya da keşfi, kontamplasyonu, farkındalığı bulandırır.
İsmail Emre, “Fiilini değiştir, duysun kulağın” demişti. Bu söz, NLP’nin de Covey’in de hedeflerini onlardan daha açık bir dille ifade edebilmektedir. NLP ve Covey’de algı filtreleri ve tutumlarda değişiklik yapılarak kişilerin fiilleri ve davranışları değiştirilmeye çalışılmaktadır. Bu ifadede ise önce fiiller üzerinde çalışmak esas alınmaktadır. “Bana fiillerinizle döneceksiniz!” sözünü de anımsayabiliriz bu noktada. Stephen Covey, karakterde gerçekleştirilecek bir değişim ve gelişimi, kişilikte yapılan geçici değişikliklerden üstün tutmaktadır. Bu bağlamda NLP’den üstün olduğu söylenebilir.
Kişisel gelişim ve dönüşüm, senin yaşam üslubunun ya da hayat şeklinin aynı kalacağı ve senin artı olarak bir şeyler kazanacağın bir kurs değildir.
Sen değişeceksin. Sen gelişeceksin. Sen dönüşeceksin.
Buna razı mısın?
Transpersonal Sufi Perspektifi adlı bu yazıyı, sizin için seçtiğim modellerden birisi olan Muhyiddin İhya’nın bir sözüyle bitirelim:
“Ruhum imam, bedenim mescid; fiillerim, amellerim cemaatimdir!”
İKİ. SIRADAN BİLİNCİMİZ:
Robert Ornstein gündelik hayatlarımızda kullandığımız sıradan aklımızın ya da sıradan bilincimizin, büyük bir bulmacanın ya da Büyük Resmin parçalarını bir araya getirirken analitik çalıştığını ve başarısız olduğunu söyler. Geleneksel batınî psikolojilere göre, zihnin tamamlayıcı işleyişi ya da Kant’ın deyişiyle imgelem gücünün yeniden üretici etkinliği geliştirildiğinde bilinç daha yetkin bir hale gelir.
Kör Adamlar ve Fil Öyküsü bu mesajı iletmek için kullanılır:
“Gher şehrinin yakınlarında, tüm halkı kör olan bir başka şehir daha vardı. Bir gün bir padişah ordusuyla, bu şehrin ötesinde ise çöl başlıyordu. Bir gün bir kral ordusuyla gelip bu çölde kamp kurdu. Kralın savaşçılığıyla ünlü güçlü bir fili vardı. Şehir halkından bazı meraklılar bu ünlü fili tanımak için yanına gittiler. Elleriyle dokunarak bilgi edinmeye çalıştılar. Sonra şehre geri döndüler. Şehir halkı onların çevrelerine toplanıp, fil hakkında bilgi vermelerini istediler.
Elleriyle filin ‘kulaklarına’ dokunan adam, ‘Büyük, kaba saba bir şey’ dedi, ‘çok da geniş, tıpkı bir halı gibi.’
Filin ‘hortumuna’ dokunan diğeri ise, ‘Asıl gerçeği ben biliyorum’ dedi. ‘Düz bir boru gibi, ürkütücü ve güçlü’.
Filin ‘ayaklarına ve bacaklarına’ dokunmuş olan adam ise şöyle söyledi: ‘Bir sarayın mermer sütunları gibi güçlü ve sağlam.’
Her biri, filin organlarından yalnızca birisine dokunmuş ve onu bile yanlış algılamıştı. Hiçbirisi filin bütününü görememiş, filin bilgisine erişememişti.”
“Zaman ve tarihsellik yolu” ile “zamansızlık ve an yolu”, insanın kavrayış çabasının iki yüzü gibidir. Her mistik hikâyenin böyle iki yüzü vardır: hikâyenin zahiri yüzü ve hikâyenin batınî yüzü. Nasreddin Hoca hikâyeleri ya da fıkraları da böyledir.
ÜÇ. SEZGİNİN EĞİTİMİ:
R. Ornstein, Batı eğitiminin ağırlıklı olarak Sözel-Analitik biçime dayandığını, bu yüzden Geleneksel Batıni Psikolojilerin yöntemlerinin Batı eğitiminden geçmiş insanlara “garip göründüğünü” söyler. Batıni psikolojiler, Batı geleneğinin ihmal ettiği “Hayatın anlamı nedir?”, “İnsan nedir?”, “Bilincin doğası nedir?” gibi sorularla ilgilenmektedirler. Bunlara “Derin Gece Düşünceleri” dendiğini belirtir. Mantıkçı pozitivistler için bu soruların kesin cevabı yoktur. Kendimizi “sözel zihinsel mantık” biçimiyle sınırlar, “batıni psikolojilerin yöntemlerini” kavrayamayız.
(Sırada Yürüyen Adam öyküsündeki gibi “uzun süre tek algı odağı olarak meditasyon nesnesini korumak” çok önemlidir. Nasreddin Hoca’nın “Hep Aynı Notayı Çalması” hikâyesiyle ilişkilendirilebilir. Bir sarhoşun şarkısıyla duvardaki resmi canlandırdığına dair bir Hint hikâyesi de buna örnek verilebilir!)
Batıni psikolojilerin yani Budist, Sufi vb. psikoloji yöntemleri, “bilimin” ve “mantıksal araştırmaların” dışladığı sorulara, “formel ve entellektüel” yollarla değil, “sezgisel ve kişisel” yollarla cevap verebilme girişimleridir.
Meditasyon uygulamasıyla Akıcılık ve Sükun/Sakinlik durumu elde edilmektedir. Bağlı olmama (not attachment) durumu elde edilmektedir.
Batıni ritüellerle sezgisel biçim eğitilmektedir ve çeşitlilik içinde birlik yaşanmaktadır.
Metin Bobaroğlu, “Aydınlanma Sorunu ve Değerler” adlı kitabında etik sorunları şöyle belirler:
“En yüksek iyi sorunu; Doğru eylem ya da ilkesel eylem sorunu; İstenç/İrade özgürlüğü sorunu; kendini ifade etme ve kendini gerçekleştirme sorunu.”
Yöntem konusuna ise Batıni Gelenek adlı kitabında şöyle değinir:
“Tüm ezoterik okullarda arınma, Aydınlanma ve Sevgi, bilgeliğin yöntemi olarak benimsenmiştir. Bilgelik ve Aydınlanma yolunda arınma’dan amaç ise: İçgüdüleri de içine alan duyguların armonize edilmesiyle coşku ve yaşam sevincine kavuşmak; Duyarlık yetisi’nin eğitilmesiyle, algı yollarının yetkinleştirilmesi; Sezgi ve buluş yollarının açılmasıdır.”
DÖRT. İNSAN-I KAMİL’İN METAFORU OLARAK NEY:
Metin Bobaroğlu, “Dinle Ney’den” adlı kitabında şöyle yazar:
“Hz. Mevlâna’nın dediği gibi: Dinle neyden kim hikayet etmede / Ayrılıklardan şikayet etmede.
Ney nedir? Neyde dokuz boğum, yedi delik vardır. Bu da insanı simgeler. İnsan kamışlıktan kesilmiş, kamışlar arasından seçilmiş, ney olmaya hazır olmuş bir insanı simgeler. Halkın içinden, bu muhabbete girecek insanın seçilmesini anlatır. Ondan sonra, aldığımız bu neyin içerisi temizlenir, yani nefsaniyetten arındırılır. Yedi delik açılır, yani yedi nefs mertebesinden ses çıkar, manası oradan zuhur eder. Gırtlak dokuz boğumludur ve nitekim ney de dokuz boğumdur. Hangi biçimde üflerseniz üfleyin ses çıkmaz.Yalnız ‘H’ dediğiniz zaman neyden ses çıkar. Zât-ı İlâhî’yi zikrettiğiniz zaman, nefsinden arınmış olan insandan muhabbetullah çıkmaya başlar. Artık onun adı Sohbettir. ‘Dinle Ney’den’, yani Kâmil’i dinle, Kâmil’in sohbetini dinle kim hikayet etmede, kim konuşuyor ondan? Bir dinle bakalım, kimden bahsetmede, neyi anlatıyor, dinle. ‘Ayrılıklardan şikayet etmede.’ İnsanın kendi aslından nasıl ayrı düştüğünü, nasıl özüne yabancılaştığını, nasıl özünden ayrı düştüğünü anlatır. Kim bu ayrılığı ortadan kaldırır ve kendi özüne vasıl olursa, kavuşursa zaten o İnsan-ı Kâmil’dir. Her devirde İnsan-ı Kâmil hazır ve nazırdır. Zaten öyle olmasa, Muhyiddin Arabi’nin dediği gibi: ‘Eğer İnsan-ı Kâmil bu alemden geçip giderse, bu alem de geçip gider.’ Bu alem İnsan-ı Kâmil ile kaimdir. Zât-ı İlâhi’nin Suret-i Hakk üzere zuhur ettiği ve kemâle geldiği Mâbet ya da Beytullah İnsan-ı Kâmil’dir. O bakımdan O, her devirde mevcuttur.”
BEŞ. DOĞU VE BATI GELENEKLERİNİN TEFEKKÜRE DAYALI İLİMLERİ:
Seyyid Hüseyin Nasr, “Bir Kutsal Bilim İhtiyacı” adlı kitabında şöyle yazar:
“Tüm Doğu ve Batı geleneklerinin tefekküre dayalı ilimleri, benlik ve onun mahiyeti bilincinin öncelik taşıdığını ısrarla vurgular. On üçüncü asır büyük Japon Zen üstadlarından Dogen’in dediği gibi, ‘Budizmi incelemek, benliğin ya da egonun gerçek doğasını araştırmaktan başka bir şey değildir. Hz.İsa’nın meşhur emri olan ‘Allah’ın Hakimiyeti/Melekutu içinizdedir’ sözü de benzer bir şekilde, dinin son amacı olarak Nihai/Sonsal Benliğe doğru içsel bir yolculuğun önemini vurgular.
Modern psikolojik çalışmalarla hiçbir şekilde karıştırılmaması gereken geleneksel psikoloji ya da ruhbilim, geleneksel metafiziğe çok yakından bağlıdır. Çünkü bu ilim (ruhbilim), nefsin kendini onlarla anlayabildiği araçları içerir. Ve nefs, uygun ruhsal ilimlerin yardımıyla nihayette ‘Kendini’ bulmak için kendini değiştirip dönüştürür. Bu, Mahayana Budizminin Yogacara okulu için böyle olduğu gibi, Hinduizmdeki çeşitli Yoga biçimleri ile Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm’ın tefekküre dayalı okulları için de böyledir. Örneğin İslâm’da, benliğin gelişerek ve değişerek Benliğe (the Self/Kendilik) doğru yol almasını konu alan tam bir ‘nefs ilmi’ geliştirilmiştir. Arapça’daki nefs sözcüğü de ruh ve benlik anlamlarına gelmektedir. Normal olarak nefs, sınırlamanın, hırsın ve insanı bencil ve ben-merkezli yapan her şeyin kaynağı olarak anlaşılır. Nefs-i Emmare yani kötülüklerin kaynağı olan nefs, ölüm ve tezkiye yoluyla derece kazanabilir. Bu nefs, daha üstün olan benlik tarafından denetim altına alınmalıdır. Nefs-i Emmare, Ruh’un (Spirit) yardımıyla özünü değiştirmek suretiyle kendi doğasının daha iyi farkına vararak Nefs-i Levvame’ye yani kendini kusurlu gören nefse dönüşür. İçsel dönüşümün daha ileri safhasında, nefsi levvame Nefsi Mutmainne’ye ya da huzurlu nefise dönüşür. Bu durumdaki nefs, ‘Yakın Bilgi’ elde edebilir ve ona huzur içinde güvenebilir. Çünkü o kendi merkezini yani Benliğini keşfetmiştir artık. Son olarak bazı sufilere göre nefsi mutmainne, Nefsi Raziye’ye ya da razı olmuş nefse dönüşür.
Bu haldeki nefs artık Ruh’un mükemmel gelini olmayı ve dolayısıyla Rabbine dönmeyi hak edecek bir mükemmelliğe ulaşmıştır. Allah’ta baki kalmak üzere kendi kendisini yok ederek ya da fani olarak, Benliği (the Self/Zat) kendinde gerçekleştirecek düzeye gelmiştir.
Her kâmil gelenekte bulunabilen bir ilim olan Geleneksel Nefs İlmi, Benliğin farkına varma yöntemleriyle beraber, kendi kendinin farkına varma (self awareness) sürecini, Nihai Benliğin (the Ultimate Self) düzeyine çıkaracak bir vasıtadır. Bu geleneksel ilim, ruhanî bir rehberin yardımıyla, benliğin o geniş alanında gidip gelebilen insanların bu alandaki düşünce ve bizzat yaşayışlarının bir sonucudur.”
ALTI. MEDİTASYON VE MİSTİK YAŞANTILAR:
Meditasyon yapmayla ilgilenilmeye başlandığında ortaya bir dizi soru çıkar. Birden fazla teknik vardır. Mevleviler bir daire içinde dönerler (içlerinden Allah Allah diye zikrederek!) Budistler dikkatlerini nefes alış verişlerine yöneltirler ve kımıldamadan otururlar.
Yogiler ise bir mandala ya da bir nesne üzerinde (vazo vb.) odaklanırlar. Zen Budistler “Tek elin sesi” gibi bir koan üzerinde yoğunlaşırlar.
Bu farklı uygulamaların “çalışma biçimleri” ve “sağladıkları yaşantılar” açısından ortak yanları nelerdir?
“Aklın olmadığı” haller ya da “gizemli karanlık” durumları nedir?
İnsanlar “bilinci” değiştirmek ve genellikle “mistik” olarak adlandırılan yaşantılara erişmek için meditasyon yaparlar. Mistik yaşantıların özellikleri nelerdir? Meditasyon teknikleri uygulanarak buna nasıl erişilir?
Meditasyon tekniklerini ve mistik yaşantıları bilinç psikolojisinin çağdaş bilgileriyle birleştirmenin bir yolu var mıdır?
Meditasyon tekniklerinin ve mistik yaşantıların, çağdaş psikolojiye ve çağdaş insanlara “uygunluğu” nedir?
Geleneksel psikolojilerin en yaygın ve en üst mükemmellik düzeyine ulaşmış olan tekniklerinden birisi meditasyondur. Eski Mısır kültüründen, çağdaş Eskimolarınkine kadar hemen her kültürde bu tekniklere rastlanır. Batı kültüründe yeni geçerlilik kazandığından “meditasyon alıştırmaları” ve beraberindeki psikolojiler (Transpersonal ya da Kişilik Ötesi Psikoloji vb.), çoğu insanın kafasında çok fazla karışık etki ve tepkiler doğurmuştur. Bazıları “çekici” bulurken, bazıları “Batılı duyarlılığa yabancı” bulmuştur.
Bu karışık etkilerin bir bölümü “yanlış bir yorumdan” kaynaklanır. Bu yanlış yorum şudur: “Meditasyon çoğunlukla yönlendirilmiş düşünce biçimi” olarak ele alınır. “bu konu üzerinde meditasyon yapacağım” demenin, “bu konu hakkında düşünecek ve bir sonuca ulaşacağım” anlamına gelmesi gibi. Meditasyon, bu şekilde, “akıldaki bir alıştırma, problem ya da sorunun çözümü” olarak düşünüldüğünde, Hint ve Japon uygulamacılarının bazı iddiaları ve belirlemeleri anlaşılmaz görünür. “Hiçliği düşünmek”ten, “Boşluğa ya da Nirvana’ya girmek”ten, veya “Aklın olmadığı duruma ulaşmak”tan söz ettiklerinde, “Mantıksal düşüncenin hiçliğe nasıl ulaşabildiği bilinmediğinden”, Batı aklı tarafından sadece küçümsenirler.
Meditasyonun olumsuz yönleri de olabilir. Örneğin “saplantı halinde düşkünlük”, yaşamdan “sürekli geri çekilmeye”, “düşünceden” vazgeçmeye ve onu değersiz kılmaya yol açabiliyor. Yeterli bir bağlamdan yoksun olduğunda meditasyon yapmanın “boş bir teknik” haline geldiği kesinlikle doğrudur.
Meditasyon uygulamalarında önemli olan “teknik” değil, meditasyon yapanın davranışları ve dikkatidir.
Meditasyon alıştırmaları “mantıklı düşünceyi” içermez ve sıradan mantık araçlarıyla anlaşılamazlar. Belirli bir bağlam içinde, belli bir zamanda, sinir sisteminin belli bir işleyiş biçimini güçlendirmek için tasarlanmış tekniklerdir. Meditasyon, “hiçliği düşünme” uygulamasıdır. (Not: Bu yorum “samatha” meditasyonunun bir yorumu!)
Batıni geleneklere karşı Batılıların tepkilerinin diğer bir yönü, “egzotikliğin çekiciliği”dir. Koan, mantra ve karma gibi sözcükler, bugünlerde konuşmalarımızı süslemektedir. Hintli Kutsal Adam giysisi, şimdi çoğunlukla kolej öğrencileri tarafından kullanılmaktadır.
Robert Ornstein’in bazı arkadaşları 1970 öncesinde Hindistan’a umut dolu seyahatler yapmışlar. Ünlü bir Guru’nun (Mürşit) ününe kapılarak ülkeyi baştan başa otostopla geçmişler. Çok ucuza uçak bileti bularak, uçak yolculuğu yapmışlar. Büyük güçlüklerle Himalaya’lara varıp günlerce süren yürüyüşün sonunda, Guru’nun Ashram’ına (bir çeşit dinsel yaşam birliği) ulaşmışlar. Bir süre dinlenmelerine izin verilmiş. Sonra Guru onları kabul etmiş. Umutları oldukça büyükmüş. Gizli bir inisiyasyonla birlikte otantik bir sihirli sözcük almayı düşünüyorlarmış seyahatlerini, karşılaştıkları zorlukları, beklentilerini ve umutlarını anlatmışlar. Guru sessizlik içinde onları dinledikten sonra şöyle demiş :
“Yüzünüzü duvara dönerek oturum ve nefesinizi sayın. Hepsi bu.”
Ornstein’ın arkadaşları allak bullak olmuşlar. Bu sıradan tekniği evlerinde oturarak da öğrenebileceklerini düşünmüşler. Ancak birkaçı bunun bir “ders konusu” olduğunun farkına varmış.
Philip Kapleau, Zen’in Üç Sütunu (Öğreti, Uygulama ve Aydınlanma) adlı kitabında psikoloji bağlamında meditasyon uygulamalarının başlangıcındaki yararlı bir noktayı, bir hikayeyle bize sunar. Aşağıdaki hikayede “sadeliğin” ve “yalın dikkatin” önemi gösterilmektedir.