Okuma süresi: 27.58 mintues

ON DÖRT. GELENEKSEL BATINİ PSİKOLOJİLER, BATINİ GELENEKLER, UYGULAMALAR VE KAVRAMLAR
1. MEDİTASYON VE MİSTİK YAŞANTILAR
Meditasyon çeşitli mistik yaşantılarla bağlantılı olduğu gibi “olan”ın ya da “gerçekliğin” açıklık içinde görülmesini de kapsar. Jiddu Krishnamurti, The Only Revolution (Tek Devrim) adlı kitabında şöyle der:
“Meditasyonun bütünsel dikkatinde bilme, tanıma ve daha önceki bir şeyin hatırlanması yoktur. Zaman ve düşünce bütünüyle sona erer.

2. İNSANIN FİZYOLOJİK SÜREÇLERİNE HAKİM OLMASI (KENDİNİ BİLME)
Yoga’da “kendini bilme” oldukça derin ve fizyolojik bir anlama bürünmektedir. Fizyolojik ve psikolojik iç durumların denetimini kapar.

3. VÜCUT DURUMLARININ BİLİNCE ETKİLERİ (TAİ CHİ, MEVLEVÎ SEMASI)
Yoga’da bir dizi duruş tekniği vardır ve genel uygulamanın bir parçasıdır. Nefes alma alıştırmaları hem Yoga hem de Tasavvuf geleneğinde kullanılırlar. Oruç ise çoğu kez, bilincin sıradan işleyişini bozmak amacıyla kullanılan bir tekniktir. Thai Chi Chuan ve Mevlevilerin Sema uygulamalarındaki gibi çeşitli ritüeller ve dans hareketleri de yapılır.

4. Gizli Vücut Enerjilerine İlişkin Batıni Görüş (Chi enerjisi)
Aikido’da bu enerji formuna Ki adı verilir. Çinçede ise Chi olarak adlandırılır. Bu enerji, vücutta Chi enerjisinin akışını dengelemeyi amaçlayan bir dizi hareketten oluşan Thai Chi Chuan’ın temelini oluşturur. “Bereket” ya da “Baraka”, tasavvufta özel bir enerji formuna verilen addır. Yahudi geleneğinde de çok benzer bir kavram olan “Baruch” ya da “Kutsama” yer alır. Bereket’in bir kişiden diğerine, genellikle de öğreticiden öğrenciye aktarıldığını vurgulayan tasavvuf çalışmalarındaki usta-çırak ilişkisi bu görüş üzerine kuruludur.

5. Düşüncenin Gözardı Edilmesi
Geleneksel psikologlar, düşüncenin yani, sol yarımküre, ile sınırlanmış aklın, başka bir bilinç biçimine geçişe engel olduğunu vurgularlar. Yoga Sutraları’nın yazarı Patanjali disiplinini şöyle tanımlar: “Yoga, akıldaki değişmelerin engellenmesidir”; Zen’de ise amaç, “tümüyle uyanık durumdayken, düşünce üretmenin durdurulmasıdır.

6. Bağlı Olmama (Bağlardan Kurtulma) (Nonattachment)
Kişisel Dünyamızı düşünce ve beklentilerle yaratırız. Batıni psikologlara göre düşüncelerimizi yaratan “arzulardır.” Bu gelenekleri izleyen öğrenciler “düşünmeyi durdurma” yanında; “arzuları engellemenin yollarını” da ararlar. Yahudi-Hıristiyan geleneğinde Büyük Perhiz süresince, kiliseye gidenlerin et yememeleri gerekir. Zen ve tasavvuf geleneklerinde ise vurgu, gündelik yaşamdaki yasaklamalarındansa, bağlanmama’yı teşvik eden psikolojik durumlar üzerinde yoğunlaşır. Hem Zen, hem de Tasavvuf gelenekleri tıpkı “kendinin bilincine varma” alıştırmalarında olduğu gibi, insanın “bağlanmadığı sürece” her istediğini yapabileceğini savunur. Dünyevi zevklerden kopmak niye Meditasyon disiplinlerinin önemli bir parçasıdır? Normal ya da Sıradan Bilincin “geçmiş yaşantılarımıza”, “beklentilerimize”, “ihtiyaçlarımıza” göre yapılandığını hatırlayın. Batıni Gelenekler “Genişletilmiş Bilincin” önündeki en büyük engellerden birisinin, dış çevrenin o an için ihtiyaçlarımıza uymayan bölümlerini göz ardı etmemiz olduğuna inanırlar. Bilinç üzerindeki etkisi açısından bağlı olmama uygulaması, girdiler üzerindeki kısıtlamaları kaldırmanın yolu olarak değerlendirilebilir.
Arzular olmadığında bilincimiz daha az kısıtlanacak “ölüm” bir Aynaya benzeyecektir.

7. Ölüm
Ölüm bu geleneklerde batı toplumlarının tersine, bir SON olarak algılanmaz. Mevlânâ’nın şiirindeki gibi “Ben O olacağım.

8. Sezginin Eğitimi
Batı eğitim sistemleri esas olarak “sözel ve zihinsel biçim” üzerinde yoğunlaşırlar. Sezgisel biçimin eğitimine ilişkin büyük ölçekli bir eğitim sistemimiz yoktur. (Duygusal Zekâ, Duyguların Simyası ve EFT çalışmaları bu bağlamda değerlendirilebilir!) Batıni Psikolojilerin uzmanlık alanı tam da bu eğitimdir. Batıni Geleneklerin bazı teknik ve alıştırmalarını incelediğimizde, bunların çoğunluk alıcı biçimin örtük dilini kullandıklarını görürüz. Çin dilinde I Ching’in bu biçimine Kun ya da “alıcı” adı verilir. Tasavvufta ise “derin anlayış”, “sezgi” ya da “doğrudan algı” gibi çeşitli adlarla bilinir. Don Juan ise buna “Görmek” adını verir. Zen’de Aydınlanma Yaşantısı için kullanılan “Kensho” sözcüğü “içe girmek” anlamına gelir. Bu sözcüğün anlamı, Latince’deki “in” ve “tueri” kelimelerinden türetilen “sezgi” anlamına gelen “intuition” ile aynıdır. Zen’de “Satori”, “Karanlıkta Parlayan Sezgi Alevi” olarak betimlenir.

İnsan kendisini ve yaşamın doğası hakkındaki bilgileri, iki temel yolla elde eder: Birincisi, Bilimsel ve Mantıksal yol’dur, bilgilerin sürekli biriktirilmesini öngörür. İkincisi, yani “Sezgisel Biçim (ya da Yol)” Sufilerin deyimiyle “algı organının” geliştirilmesini amaçlar. TV sinyalleri, yüksek frekansı elektromanyetik dalgalarla taşınır. Bu dalgalar her an her yerdedir. Bu kitabı okuduğumuz odadadır, dışarıdadır, havadadır. Normal duyu sistemlerimiz bu yüksek frekanslı elektromanyetik enerjiyi doğrudan alamadıkları için, uygun bir alıcı olmadan bu enerji var olamaz. Ancak uygun bir teknoloji geliştirildiğinde, hemen her an varolan geliştirilmiş bir bilgi boyutuna girebiliriz. Ancak bundan sonra, Geleneksel Psikologların, kendi öğretilerinin “zihin” ya da “rasyonel akıl” için olmadığı yolundaki deyişlerini kavramaya başlayabiliriz. Bu eğitim kendi sezgisel yanımızla ilgilidir. Sezgisel biçimin örtük dilini kullanırlar. Sözcük ve resim işlevi gören kıssalar, düşler, zanaatlar, sesler, geometrik şekiller, müzik ve vücut hareketleri bu geleneklerin teknikleri arasındadır.

Dr. Ornstein’a göre Geleneksel Batıni Psikologların, sezginin eğitiminde kullandıkları bazı teknikler şunlardır:

8.1 Geometrik Şekiller
Beynin sağ yarım küresinin uzmanlık alanına giren geometrik şekillerin kullanımı, batıni psikolojide önemli bir yer tutar. Bilinç biçimini belli bir yolla doğrudan etkilemek için, bazen bir oda, bazen de tüm bir yapı inşa edilir. Bunun günümüze kalmış bir örneğin, İspanya’daki “Endülüs Sarayı Elhamra”dır. Mekansal ve yaşantısal bir etki yaratması amaçlanmıştır. Batıni psikoloji öğrencilerinden, özel hazırlanmış iki boyutlu geometrik desenlere bakmaları istenir. Bu desenler, yoğunlaştırıcı meditasyonun (Samatha, Konsantrasyon) ODAKLANMA NESNESİ işlevi görürler. Tasavvuf geleneğinde de bu tür “motifler” kullanılır.

8.2 Zanaatlar
Metafiziksel” ya da “Manevi” eğitime ilişkin Batı’daki yaygın kanı, bu eğitimin “gizli başlangıç / inisiyasyon ayinleri” ve “gizemli semboller” içeren, anlaşılması güç, düşünceler ve ritüeller üzerine kurulu olduğu yolundadır.

Gürcüyef’in (George Gurdjieff) bir öğrencisi, hocasının eğtim yöntemlerinni incelemek üzere Orta Doğu’ya gider. Orada, Gürcüyef’in, nefes teknikleri ve seçilmiş metinlerin okunmasına ek olarak, diğer sufîlerle birlikte gündelik etkinliklerle, zanaatla uğraşmış olduğunu görür. Gürcüyef, halı dokumasını, hat sanatını, bakır dövmesini öğrenmişti. Bunlar, mistisizm ile bağlantısını kurabileceğimiz etkinliklerdir ve mekansal sezgisel biçime dayanırlar.

Gerçekte bu “Ustaların” (Master) uygulamaları Eğitim “uzayda hareket”, “görselleştirme” (visualition) ve özellikle de “zanaatlar” gibi, hepsi beynin sağ yarım küresini yetki alanına giren faaliyetlere dayanır.

8.3. Rüyalar
Batıni Geleneklerin yöntemleri, bilinçdışı üzerinde olduğu kadar, istemdışı/iradedışı fizyoloji üzerinde de hakimiyet kurmayı içerir. Her gece rüya görürüz ama bazılarını fark edemeyiz. Rüyalarımızın farkına varsak bile, bu olayları izleyen bir seyircinin pasif tutumuna benzer. Yaşamımızın uyuyarak geçen üçte birlik bölümünün kendimizi keşfetmek için bir fırsat olabileceğini hiç düşümeyiz. Rüya Bilincinin, yaşamımızın geri kalanını zenginleştirmesine olanak sağlayacak, psikolojik ve kültürel mekanizmalardan yoksunuz.

Oysa diğer kültürlerde rüya alemine etkin bir biçimde girilebilmesini mümkün kılan teknikler geliştirilmiştir. Malay yarımadasında yaşayan Senai’lerin RÜYA BİLİNCİYLE iş görme, rüya görmeyi EĞİTME ve rüyaları kendi toplumsal yaşantılarına katabilme teknikleri geliştirdikleri bilinmektedir.
Sufilerde Rüyaların çeşitli kademeleri vardır.

8.4. Müzik ve Büyülü Sözcükler (Mantra)
Temelde “melodik” olan Batı müziği, tonal organizasyonun geçici kalıplarından oluşur. Batılıların çoğu için Hint ya da Arap müziği, sıkıcı ve tek düzedir.

Çağdaş Hintli müzisyen Ali Ekber Han şöyle der:
Gerçek müzik vücut ya da akıl için değildir. Bunlardan bağımsız olarak var olan ruh içindir
Ornstein, Uzak Doğu’nun ve Orta Doğu’nun müziğinde melodinin çok önemsiz bir yer tuttuğunu, önemli olanın müziğin sesi, müziğin tonal niteliği olduğunu ve bunun da beynin sağ yarımküresiyle bağlantılı olan öğe olduğunu belirtir. (Not: Nasreddin Hoca’nın “Hep Aynı Notayı Çalması” ve “onlar benim bulduğumu arıyorlar” demesi!!) Batıni geleneklerde, belli frekanslardaki tonal titreşimlerin, zihnin normalde uyarılmayan bölümlerini uyardığı söylenir. (Udi Cahit GözkanBey, Tasavvuf Musikisindeki bazı seslerin ve makamların Batı müziğinde olmadığı ve bu seslerin insandaki bazı duyguları geliştirdiğini, merkezleri uyardığını söylemişti.) Dervişlerin “hu”su, Yoga’daki “mantra” büyülü sözcüklerdir. Bu sözcüklerin asıl özelliklerinin anlamlarında yattığı sanılır. Oysa ki, bilinç üzerinde belli bir etki yaratmayı amaçlayan bu sözcüklerin büyüsü, seslerindedir.

Konuşma insan oğlunun sahnelediği en iyi gösteridir. Kozmik perde arkasından geldiği ve gerçekten kendi esasını ortaya koyduğu evrim sahnesindeki kendi rolüdür. Modern dünyaya tamamen yabancı olan doğa ile dilin derinlemesine benzerliği fikri, Batı Avrupa kültürünün bu dünya üzerindeki tarihsel varoluşundan daha uzun bir tarihsel sürekliliğe sahip olan çeşitli yüksek kültürlerde eskiden beri bilinmekteydi.

Hazret İnayet Han, “Sufizm ve Sanat” adlı kitabında şunları yazmaktadır:

İlk müziğin küçük bir paça kamıştan geldiğini anlatan bir Çin efsanesi vardır. Çin’i müzikle tanıştıran büyük müzisyenler, bir kamışın üstüne birbirinden iki parmak uzaklıkta delikler açtılar. Böylece kamış flütü ortaya çıktı. Bundan beş nota doğdu. Bir nota kamışın verdiği orijinal notaydı. Diğer dört nota ise deliklerin üstüne parmak konarak çıkartılıyordu. Sonradan pek çok gam geliştirildi.

Hindu felsefesi insanırkının yaşam çarkını dört farklı döngüye ayırır: Krita Yuga Altın Çağıdır; Treta Yuga Gümüş Çağıdır; Dvapara Yuga Bakır Çağıdır ve Kali Yuga Demir Çağıdır. Biz şimdi Demir Çağında yaşamaktayız. Altın Çağında ruhun müziği, ruhu cezbeden ve onu kozmik bilince yükselten bir müzik, meleklerin müziği, şifa veren ve yatıştıran bir müzik vardı. Gümüş Çağının müziği yüreğin müziğiydi. Yüreğin derinliklerini cezbeden, duygudaşlık ve doğa sevgisi yaratan, insana ilham veren ve yüreğin gelişmesine yardım eden bir müzikti bu. Bakır Çağının müziği zihni cezbediyordu. Böylece insan müzik biliminin karmaşıklığını, gamlar arasındaki farkı, ritmin niteliğini anlayabiliyordu. Son olarak Demir Çağına özgü müziğin ise fiziksel beden üzerinde bir etkisi vardır. Askerin muntazam adımla yürümesine yardım eder ve insanları dans etmeye zorlar.

8.5 Dil
Geleneksel batıni disiplinlerde “dilin işlevi” çok çeşitlidir. Öncelikle şu söylenmelidir ki, paradoksal biçimde, bu öğretilerin “tümüyle kitaplarda bulunmayacağını” belirten kitaplar yazılmıştır. Bu ifade, doğrusal ve rasyonel bilincin dışında başka bir bilinç biçiminin olabileceğini düşünmeyenlerin, geri çekilmelerine yol açabilir. İkinci olarak “dil” belirli yaşantıların gerçekleşebileceği koşulları tanımlar. Örneğin, yelkencilik üzerine bir kitap okumakla, rüzgâr şiddetinin ve açısının teknenin hızı üzerindeki etkileri ve kıyı şeridinin tehlikeli kısımları üzerine bir fikre sahip olabiliriz. Ama hayatında hiç tekneyle denize açılmamış biri, “uzman denizci” olduğunu iddia edemez.

Bazı çok özel örneklerde dilin kendisi bir araç olabilir. Tıpkı dilin sesinin mantralarda ve derviş zikirlerinde temel iletişim aracı olması gibi, özel olarak tasarlanmış durumlarda, sessiz taraf için yararlı olabilecek ve dilin içine gizlenmiş öğeler taşıyabilir.

Gürcüyef’in öğretmenlerinden birisi olan Ataullah Karmani, dilin kullanımına ilişkin şu görüşleri ileri sürer:

Soru: Ders kitapları nasıl incelenirdi?
A.K.:   Anlamın farklı düzeyleri ‘sürekli okumayla’ yavaş yavaş özümlenmelidir. Kitaplar sizin deyiminizle ‘anlaşılmak’ için değil, ama ‘bilinçli varlığınızın’ ve ‘iç benliğinizin’ yapısında, ‘özümsenmek’ için okunulurdu. Batılı aydınlar size bir şeyden yararlanabilmeniz için o şeyi anlamanız gerektiğini öğretir. Tasavvuf ise yüzeysel yeteneğiniz gibi kaba bir şeye sırtını dayamaz. ‘BEREKET’ (BARAKA), zihninizin zayıflamış şekilde içeri süzülmesine izin verene kadar eşikte beklemeye zorladığı /şeyden çok, size rağmen içeri süzülen şeydir.”

8.6. Sözlü Edebiyat
Bazı kültürlerde, özellikle de Orta Doğu kültürlerinde “kıssalar” ya da “peri masalları”, bir çok işleve sahiptir. Bunlar gençleri hem eğlendirir, hem de keyif verirler. Çoğu kez yararlı bir ahlâki, alegorik bölüm” içerir ve ortak kültürel mirasın, paylaşılış söylem evrenin oluşmasına yardımcı olurlar. Sonraki yaşam için daha gelişmiş bir “öğretiye” temel sağlarlar.

Bu kıssaların mantığı sıradan değildir. Daha çok rüya mantığına benzerler. Doğrusal zamanın çok az bir değeri vardır. Peri Masallarında geçen olaylar, birbirinin içinde, birbirinin etrafında birbirinden önce ya da sonra meydana gelebilirler. Zamanı aşabilen sihirli halılar vardır. Bilinç psikolojisi açısından, Peri Masallarında yer alan sembollere “yeni anlamlar” verilebilir. (Nasreddin Hoca hikâyelerindeki sembollere de yeni anlamlar verilebilir: Mavi Boncuk, Kavak Ağacı, Ay, Güneş, Yüzük, Anahtar vb.)

Dr. Ornstein şimdi sizi aşağıdaki örnekler üzerinde düşünmeye çağırıyor:
a. Sihirli lambada saklı bir Cin (serbest kalması bir felâket olabilecek…)
b. Kuleye hapsedilmiş güzel prenses (kurtarılması neredeyse imkânsız olan…)
c. 108 Kıratlık Elması koruyan bir Ejderha / Dragon.

Bazı hikâyeler, geleneksel batıni psikolojileri anlatmak için kaleme alınmıştır. Kulaktan kulağa aktarılırken çoğu kez birbirine karıştırılmışlardır. Bunlara örnek olarak Ezop’un Hayvan Hikâyeleri, Yunan Efsaneleri, Binbir Gece Masalları, Don Kişot verilebilir.

Etkileri yalnızca eğlendirmek olmayıp kişinin, başka bir yoldan ulaşılamayacak yanıyla bağlantı kurmak ve kişinin içinde, bilinen boyutlarımızın alışılmış sınırlarının ötesinde söze dökülmemiş gerçek bir iletişimi sağlamak olduğu için, öğretici hikâyeler olarak adlandırılmışlardır.

Bu hikâyeler “bilinci” nasıl etkileyebilir ve “sezgisel biçimi” nasıl ifade edebilirler? Neden sürekli olarak okunmak ve yeniden okunmak zorundadırlar? Onu anlayabilmek için ona aşina olmamız gerekir. İsmimizi, düşük tonla söylense de diğer bir çok kelimeden daha çabuk işitebiliriz. Türkçe bir kelimeyi, harflerin rasgele diziliminden oluşturulmuş kelimeler arasından, daha çabuk seçebiliriz. Kupa altılısını, maça altılısından daha çabuk görürüz.

Batıni gelenekte amaç, bilinmeyen bilgiyi almaktır. “Öğretici kıssalar” kasıtlı olarak seçilmiş olay kalıplarını içerirler. Hikayenin tekrar okunması, okurun aklında bu kalıpların kalmasını sağlar. Yeni algılama organları yaratır. Olayların çoğu tekrarlanamaz ve olağan dışıdır. Hikâyeler aklı, bilinmeyen ve doğrusal olmayan yollara sürükler. Dolayısıyla her zamanki “zihinsel” ve “rasyonel” biçimde anlaşılması gerekmez.

Sürekli yeniden okuma, bilinci olağandışı bir biçimde işlemeye yöneltir. Dış olaylar zorladığında kullanılabilecek “kategori” ya da  “işleyiş biçimleri” yaratır.

Bu hikayeler, öncelikle sözlü gelenekle aktarılırlar. (Bektaşi fıkraları gibi!). Batı kültüründe birisinin oturup bir hikayenin anlatılmasını dinlemesine nadiren rastlanır. Bir edebiyat paragrafını sıradan biçimde okumak ile, onu bir edebiyatçıdan, belki de yazarından dinlemek arasındaki farkı düşünün. Dinlemek, Don Juan’ın belirttiği gibi, dengeyi kulaklara yöneltir. Olayları resimlememize olanak sağlar. Peri Masalları, tam da bu amaçla, resimlendirilmiştir.

Kıssa Anlatıcısı, sıradan sözel, zihinsel aygıtla ulaşılamayan bir bilinç biçimini etkilemek için, dili kullanarak bu geleneklerin en önemli öğelerinden birini oluşturur. Bu özel öyküler her kültürde mevcuttur. Her kültürel çağ için öykünün işlevleri, bir okul ya da kişi tarafından yeniden formüle edilmelidir. İdris Şah, bu öyküleri Çağdaş Batı Kültürüne yeniden sunmak için güncelleştirmiştir. Geleneksel öğretici hikayeleri toplamak ve birbirleriyle karşılaştırmalı çalışmalar yapmak için yıllarca bir kıtadan öbürüne seyahat etmiştir.

Bu hikayeler, tefekkür (reflection) nesneleri olarak da hizmet edebilirler. Tefekkür etmek, hem tasavvur etmek hem de ayna tutmak anlamlarına gelir. Bir öyküde geçen bir olay, bir nehrin uçaktan çekilmiş fotoğrafı gibi, okurun ya da dinleyicisinin bilincindeki bir kalıbı yeniden biçimlendirir. Batınîlerin kullandığı “Yukarısı nasılsa, aşağısı da öyledir” sözünün anlamı budur.

Bu hikayeler, kendimizi gözlemleyebileceğimiz kalıplar ya da bilinç şablonları olarak da, kullanılırlar. Bunlardan birinde Nasreddin Hoca (ya da Hace Nasreddin) Ud Çalmaya merak duyar. Bir Ud Ustası bularak sorar: “Dersler için ne kadar ücret istiyorsun? Ud Ustası cevap verir: “İlk ay için on altın, sonraki aylar için birer altın alırım.”
“İyi” der, Nasreddin, “O halde ben ikinci ay başlarım.”

Diğer bir hikaye ise şöyledir:
“Bir gün Nasreddin Hoca, şehrin ana caddesinde etrafa ekmek parçaları saçarak yürüyormuş. Komşusu yanına gelip, “Ne yapıyorsun Hoca?” diye sormuş. Hoca, “Şehri kaplanlardan korumaya çalışıyorum” demiş. Komşusu, “Aman Hoca, yüzyıllardır bu bölgede hiç kaplan ortaya çıkmamış ki?” deyince, Hoca cevabı yapıştırmış: “Demek işe yarıyormuş, değil mi?”

Bu hikayede Nasreddin Hoca, aynı zamanda hem “boş ve yararsız işler yapan bir aptal”, hem de “sıradan, doğrusal bilinçle kavranamayan eylemlere sahip geleneksel psikoloji öğreticisi” durumundadır.

Başka bir hikaye:
Nasreddin Hoca şehrin Kadısı olmuş. İlk duruşması sırasında davacı öylesine ikna edici konuşmuş ki, Nasreddin ona “Haklısın” demek zorunda kalmış. Sonra davalı konuşmaya başlamış. Onun etkileyici ve güzel konuşmasından etkilenen Hoca, ona da “Haklısın” demiş. Zabıt katibi bu duruma itiraz etmiş. “Muhterem Kadı” demiş, “her ikisi de haklı olamaz”. Nasreddin cevap vermiş: “Sen de haklısın”.

Dr. Ornstein’a göre bu hikaye, eş zamanlı olarak bir çok noktadan ele alınabilir. Birinci olarak Nasreddin, zihnimizin yeni bir fikir ya da teknikle karşılaştığında heyecanlanan ve diğerlerini dışlayarak ona sahip çıkan, tutunan yanını temsil eder. Bizler de, yaşamımızda yeni bir insan, yeni bir yazar, ya da yeni bir film yıldızı, keşfettiğimizde, onların hiç yanlış yapmayacaklarını düşünürüz. Eski arkadaşlarımızı ve eski ilgi alanlarımızı bir anda unuturuz. İkinci olarak, Nasreddin’in bu hikayede bir “Kadı” olduğuna dikkat edin. Biz, başkalarını yargılarken çoğunlukla “Sen haksızsın” deriz. Bizim Batılı eğitim sistemimiz, bu öyküde ise Nasreddin, alternatif bir yola başvuruyor, önce anlaşma noktası üzerinde durmak, sonra anlaşmazlık noktalarını ele almak.” Nesneler arasındaki farklılıkları bulmaya yöneliktir. Bizi, farklı olayları çözümlemek ve farklarını ortaya koymak konusunda eğitirler. Üçüncü olarak da bu hikaye bize fil öyküsünü hatırlatıyor. Davalı ve davacı aynı zamanda haklı olabilirler. Tıpkı bir file elleriyle dokunup anlamaya çalışanların farklı şeyler söylemeleri ve hepsinin haklı olması gibi. Yüksek bir Perspektiften bakıldığında, başka bakış açılarından birbirinin zıddı gibi görünen birçok görüş, birbirini tamamlayıcı, bütünleyici olarak görülebilirler.

Psikolojiden örnek verirsek, “bilinç bireyseldir”, “bilinç kozmiktir”, “dil aracılığıyla dolaylı olarak anlarız”, “sezgiyle doğrudan anlarız” gibi görüşlerin hepsi, daha üst bir bakış açısından bakıldığında birbirini tamamlayıcı görülebilir. Bilimsel ve kişisel bilgimiz geliştikçe bir PERSPEKTİF ya da BAKIŞ AÇISI kazanabilir ve daha önce bize karşıt gibi görünen görüşleri uzlaştırabiliriz.

Bir başka hikaye ise şöyledir:
Bir gün Nasreddin Hoca evinin önünde bir şey ararken yanına komşusu gelir. “Ne kaybettin, Hocam?” diye sorar. “Anahtarımı” der Hoca. İkisi de yere çömelir ve anahtarı aramaya başlarlar. Bir süre sonra adam yorulur ve sorar: “Hocam, anahtarı burada düşürdüğünden emin misin?” Hoca, “Aslında evimin içinde kaybetmiştim” deyince, adam kızar. “Peki neden dışarıda arıyorsun?” deyince, Hoca cevaplar: “Burası daha Aydınlık da ondan”.

Bu hikaye, her ne kadar “komik” görünse de, yaygın bir sığ ahlâkı eleştirmektedir. Ancak öyküyü biraz daha işleyerek, daha derin öğeleri açığa çıkarabiliriz. Dr. Ornstein kısa bir süre için sizi bu öyküyü birkaç kez okuyarak aşinalık kazanmaya davet ediyor:
1. Hikayeyi birkaç kez okuyun.
2. Gözlerinizi kapayın ve kendinizi bir şey ararken hayal edin.
3. Ne aradığınızı düşünün.
4. Nerede aradığınızı düşünün.
5. Aradığınız yerde “biraz ışık” var mı?
6. Bir anahtar düşleyin.
7. Anahtar nedir? Üzerinde kafa yorun.
8. “Anahtarınızı kaybettiğinizi” düşünün ve bunun sizi nereye götürdüğüne bakın.
9. Tüm hikayeyi bir araya getirin: “Kendi evimin içinde kaybettiğimi gerçekten bildiğim anahtarımı, rada olmadığını bildiğim halde, daha fazla ışık olan evimin dışında arıyorum.”
10. Hikayeye biraz daha zaman ayırın.
Hikayeyle ilgili bir başka yorum da şu: Aklın iki alanı, “ışık ya da gündüz” alanı ile “karanlık ya da gece” alanı birbirine karşıttır. Kaybettiğimiz anahtar, evimizin (bedenimizin!) içinde, karanlıktadır. Evimizin, aklımızın, bilimin keşfedilmemiş alanındadır. Nesneleri gün ışığında bulmak daha kolay olduğundan, günün aydınlığından etkileniriz. Aradığımız şey burada olmayabilir. Aradığımız şeyi karanlıkta bulduktan sonra onu ışığa çıkarabilir ve aklın iki alanının bir SENTEZİNİ yaratabiliriz.

Batıni uygulamalar, geçici olarak, bireysel ve analitik bilinci bastırmak ve FARKINDALIĞI ortaya çıkarmak için çaba harcarlar.

“Daha yüksek bir bilinç düzeyi”, mistik yaşantı olarak, birliğin “hepimiz biriz”in algılanması olarak gösterilir. (Kavramsal Bilgiyle Bilinçlenme – AYDINLIK/ Sezgisel Farkındalıkla Gözlemleme – Karanlık.) Bu önerme, çoğunluğun yorumladığı gibi, “BİZ HEPİMİZ AYNI ŞEYİZ VE KESİNLİKLE BİRBİRİMİZE BENZERİZ” demek değildir.

Dr. Ornstein’a göre, bireysel ve analitik bir bilinçten, “sezgisel yanlarımızı eğiterek”, bilincin bütüncül biçimine sıçramak, Batıni Gelenekte “nefsin ölümü” olarak çevrilen bir terimle ifade edilir. Bu SIÇRAMA, kişisel bilinci sürdüren oluşumlar “dağıldıktan” ve birden ortaya çıkan “Gestalt bilinç biçimine” geçildikten sonra oluşur.

Geleneksel batıni psikolojiler de, modern psikoloji de ortak bir temelden başlarlar ve birbirini bütünleyerek gelişirler. Her ikisinde de normal bilinç, seçici ve kısıtlayıcı olarak, kişisel bir oluşum ya da inşa olarak tanımlanır. (Krishnamurti’de her türlü iki yüzlülüğü ve yanılsamayı ortadan kaldıran “sabit seçmesiz farkındalık” kavramı vardır!) Modern Psikoloji, bu inşanın başarılmasına ilişkin başarılı araştırmalar yapar. Örneğin, gözün fizyolojisini ve merkez sinir sisteminin iletici özelliklerini ele alır ve psikologlar, kişisel bilincin içeriğine ilişkin kavramlarımızın ve eğilimlerimizin etkisini ortaya çıkaran deneyler yaparlar. Geleneksel batıni psikologlar, başka bir YOL izlerler. Normal Bilincin “kısıcı vanasını” tuzağa düşürmek ve “normal, analitik, doğrusal bilinci askıya almak” için MEDİTASYON gibi uygulamalı tekniklerden yararlanırlar. Daha sonra da, daha ileri teknikler, kendi örtük dillerinde çalışarak SEZGİSEL BİÇİMİ uyarırlar.

Gleisner, Gündelik Yaşamda Reiki adlı kitabında kendisinin Usta Takata’nın sözlerinin, Reiki’nin orijinal yöntemlerine tekrar en yüksek değerlerini kazandırdığını ve bu sözlerin gündelik yaşamda uygulanabilir tutumlar olduklarını açıklar. Bu yöntemler şunlardır:

Yalnızca bugün için öfkelenmeyin. Yalnızca bugün için endişelenmeyin. Babanıza, annenize, öğretmenlerinize, komşularınıza kutsamalarınızı ve saygılarınızı sunun. Yiyeceklerinizi israf etmeyerek onlara saygı gösterin. Her şeye şükran duyun. Yaşamınızı dürüstlükle kazanın. Her canlı varlığa nazik davranın.

John White’ın, “Aydınlanma Nedir?” adlı kitaptaki sözleriyle yazımızı bitirelim:

Tarihten çıkıp Tanrının Krallığına girmenin, kararsız dünya durumumuzdan çıkıp bir Yeni Çağa (New Age) girmenin biricik yolu, yıkıcı insan davranışlarının kaynaklandığı sahte ‘kendi’ (kendilik, self, zat) duyusunun aşılmasıdır.

KAYNAKÇA:

Cengiz Erengil, Krishnamurti ve Philosophia, Ayna Yayınevi, İstanbul, 2002.
Cengiz Erengil, Budizm, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004.
Dr. H.J. Witteveen, Universal Sufism, Element Books, USA, 1997.
E.F. Gleisner, Gündelik yaşamda Reiki, Çev. Cengiz Erengil, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2003.
Hice Han, İslâm Hikmeti, Çev. Cengiz Erengil, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004.
Hazrat İnayat Khan, The Heart of Sufism, Shambhala, Boston and London, 1999.
Hazrat İnayat Khan, Mistik Yürek, Türkçesi: Nur Yener, Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 2003.
Hazrat İnayat Khan, Sufizm ve Sanat, Türkçesi: Nur Yener, Okyanus Yayıncılık, İstanbul, 2003.
J. Marvin Spiegelman, Pir Vilayet İnayet Han, Tansım Fernandez, Jung Psikolojisi ve Tasavvuf, Çev.: Kemal Yazıcı, Ramazan Kutlu, İnsan yayınları, İstanbul, 1997.
J. Krishamurti, The Only Revolution, harper row Publishers, New York, 1970.
J. Krishnamurti, Zihin ve Düşünce Üzerine, Çev.: Cengiz Erengil, Ayna Yayınevi, İstanbul, 1999.
John White, Aydınlanma Nedir? / İç Dünyanın Keşfi, Çev.: Cengiz Erengil, Ayna Yayınevi, İstanbul, 2002.
Metin Bobaroğlu, Batıni Gelenek/Hermetik ve Sanskrit Öğretiler, Ayna Yayınevi, İstanbul 2003.
Metin Bobaroğlu, Aydınlanma Sorunu ve Değerler, Ayna Yayınevi, İstanbul, 2002.
Metin Bobaroğlu, Dinle Ney’den/ Tasavvuf Sohbetleri 1, Ayna Yayınevi, İstanbul 2004.
Robert E. Ornstein, Yeni Bir Psikoloji, Çevirenler: Dr. Erol Göka-Feray Işık, İnsan Yayınları, İstanbul, 1990.
Roger Housden, Rumi’nin İzinde/ Kalbin Asıl Arzusunu Bulmaya Dair Bir Masal, Çev.: Nurgül Demirdöven, Ayna Yayınevi, İstanbul2003.
Roger Walsh ve Frances Waughan, Ego Ötesi, Çev.: Halil Ekşi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2001.
Seyyid Hüseyin Nasr, Bir Kutsal Bilim İhtiyacı, Türkçesi: Şehabettin Yalçın, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995.
Sharon Labell, İçsel Huzur İyi Yaşamın Kapısını Açar – Yeni bir Epiktetos Yorumu, Çev: Cengiz Erengil, Alkım Yayınevi, İstanbul, 2003.
Titus Burckhardt,  İslâm Tasavvuf Doktrinine Giriş, Türkçesi: Fahreddin Arslan, Kitabevi, İstanbul 1995.

Cengiz Erengil
+ Son Yazılar