Belli bir ağırlığı, hacmi, rengi olan ve öznenin dışında kalan her cansız varlığa nesne denir. Aristoteles (M.Ö. 384 – M.Ö. 322) nesnelerin 10 tane “kategorya” adını verdiği özellikle tanımlanabileceğini ileri sürmüştür. Bu özellikler şunlardır: Cevher, nicelik, nitelik, görelik, mekân, zaman, durum, pozisyon, etki, edilgi.
Bu 10 tane kategoriden hangileri sınırlı, hangileri sınırsızdır? Nicelik sayısal bir değer olduğundan sınırlıdır. Nitelik renk, koku gibi tanımlı özellikler içerdiğinden sınırlıdır. Görelik özelliği bağımsız olmayıp bir diğer şeye göre tanım içerdiğinden, bu kategorya da sınırlıdır. Keza mekân, zaman, durum ve pozisyon da sınırlı özellikleri tanımlamaya yararlar. Bir nesnenin edilgi olabilmesi için belli bir sınırı olması gerektiğinden, sınırsız olma özelliği içeren sadece iki kategori kalıyor. Bunlar: Cevher ve etki kategorileridir.
Cevher: Varlığını devam ettirmek için kendinden başka bir varolana ihtiyacı olmayan, kendi özü ile varlığını sürdüren şey olarak tanımlanabilir. Bu tanımda “şey” anlam olarak nesne olsa da, bir olgu (fenomen) özelliğini taşır. Olgu, bir konuyu başlatan, geliştiren, sonuca ulaştıran olayların sıralanmasından oluşan durumdur. Şu halde cevher veya töz, canlı cansız tüm var olanların başlamasına, gelişmesine ve sonuca ulaşmasına neden olan esas kaynaktır.
Cevherin başlangıcından veya sonundan söz edilemez, zira töz bütünsellik içeren bir olgudur. Cevher azalıp çoğalamaz, parçalara ayrılamaz ve karşıtı da yoktur. Şu halde cevher sınırsızdır ve bu yüzden tanımsızdır. Cevhere modern bilim “enerji” diyor. Enerji yok edilemez, yoktan da var edilemez. Enerji daima sabit kalır ama sınırsız olduğundan şekil değiştirir. Mekanik enerji ısı enerjisine, kinetik enerji potansiyel enerjiye dönüşebilir fakat toplam enerjide azalma veya artma olmaz. Fizik bilimi enerji türlerinden söz etse de enerjinin özünden söz etmez, edemez. Cevher (töz) de enerji gibi ne yoktan var olabilir ne de yok olup kaybolabilir. Cevherin sınırlarından söz etmek mümkün değildir. Ancak enerji gibi, cevherin en önemli özelliği etkin olmasıdır.
Etki: Bir tesir veya bir kuvvet olarak beliren olguya etki diyoruz. Etkinin fiziksel olması da gerekli değildir. Bir kişiye söylenen bir söz çok güçlü bir etki yaratabilir. Demek ki etki, birtakım sonuçlar, tepkiler, olaylar ya da görüngüler ortaya çıkarabilmektedir. Gerek doğa olaylarının gerekse insanın etki yaratma kapasitesi (yeteneği) vardır. Şu halde etkinin de sınırı yoktur. Fizik biliminde etkiye momentum veya impuls denir ve her iki kavramın da matematik tanımları yapılır. Ancak etki kavramında nesneler arası etkileşimi aşan ruhsal veya tinsel bir özellik bulunduğundan, “etkinin sınırı yoktur” denebilir.
İnsan etki edebilen ve etki altında kalan tinsel bir varlıktır. İnsan etki altında kalıyorsa bir sınırı var demektir. Zira ancak sınırı olan bir nesneye veya canlıya dıştan etki edilebilir. Sınırı olmayan veya sınırı tanımlanamayan bir varlığı etkilemek mümkün değildir. İnsandaki sınırlar zihinsel ve tinseldirler. Bu sınırlar insanların düşünce ufkunu daraltır ve gerçekleri görmesini engeller. Toplumdaki gelenekler, görenekler, örfler ve âdetler insanlarda gözle görülmeyen zihinsel sınırlar oluştururlar. Toplum kurallarıyla sınırlanmış ve bir bakıma şartlanıp uyuşmuş bir beyin, düşünüp sorgulama yetisini büyük çapta kaybeder. Böyle bir beyne sahip insan etki-tepki yasasına uygun yaşar ve bu tür şuursuz davranışlarını “haysiyet” veya “izzet-i nefis” kılıfı ile örter. Oysaki sorgulayan ve eleştiren insan açıktır ve ayıktır.
Katı kurallar içinde yaşayan ve çevresinde sınırlar çizen insanın güçlü bir ego sahibi olduğunu söyleyebiliriz. Zira ego bir yandan benliğimizi korumaya çalışırken diğer yandan bize gereksiz sınırlar çizer. Egonun koyduğu sınırlar aşırı derecede kısıtlayıcı olduğunda insan ya aşırı baskıcı ya da aşırı korunmacı olur. Her iki davranış tarzı da özgürlükleri kısıtlar. Aşırı baskıcı insan çevresindeki insanların özgürlüğünü kısıtlarken, aşırı korunmacı insan kendi özgürlüğünü kısıtlar. Önemli olan nerede ve ne kadar kendimizi kontrol edip sınırlamamız gerektiğinin bilincine varabilmektir. Genelde aşırı özgürlük seçim fazlalığı ile el ele gider. Eğer insanın, herhangi bir konuda, seçenekleri fazla ise tereddüde düşmesi ve seçimini geciktirmesi doğaldır. Tereddüdün nedeni de bilgisizliğin sonucu oluşan bir kararsızlıktır. Oysaki az seçimi olan ve ne istediğini bilen insan için ne tereddüt söz konusudur ne de kararsızlık. Seçim fazlalığı keyfiliği ve aşırı umudu körükler. Umudun fazlalığı ise ego denen bencilliği güçlendirir. Oysaki şuurlu bir farkındalık sahibi isek, seçim yapacak bir durum kalmaz. Yapılan seçim zorunlu bir seçim olacağından egonun şişmesi gerçekleşmez. Farkındalığı yüksek insan, kendi seçimiyle olaya veya duruma cesaretle katılır ve gerekeni anında yapar. Gerekeni anında yapma cesareti olan insan özgürdür.
Zira “Özgürlük bilincine varılmış bir zorunluluktur.” Bu tür bir zorunluluk sorumluluktan kaynaklanır. Sorumlu insan eylemlerinde özgürdür ama aynı derecede ahlâklı davranmaya ve kendini kontrol etmeye de önem verir. Gerçek ahlâk, dış kurallardan kaynaklanmayan, içten gelen ve sorumluluk içeren ahlâktır.
Bilim tarafsız kalmak iddiasında olduğundan bilim insanı gözlemi tercih eder ve her gözlemde bir miktar katılım olduğunu da unutur. Modern Kuantum kuramı gözleyen ile gözlenenin birbirlerini etkilediklerini savunur. Eğer bilim insanı olaylara katılımla yaklaşmayı başarırsa ve ikili ayırımcı mantığın yetersizliğini kavrarsa arif bir insana dönüşür. Arif olan, olaylara bütünsel ve kapsayıcı bir bakışla katılabilen kişidir. Dolayısıyla bilim insanı varsayımlarıyla sınırlı, arif kişi ise sınırsızdır. “Arif olan anlar” sözü de bu sınırsızlığa işaret eder.
Âlimin uğraşı alanına ilim, arifin uğraşı alanına ise marifet denir. Aradaki fark birinde (ilimde) ayrımcı düşüncenin ve gözleyen gözlenen ayrımının bulunuşu, diğerinde ise bütüncül bakışın ve sezginin bulunuşudur. Marifet sahibi kişi düşünerek marifetini ortaya koymaz. Marifet, sezginin yardımıyla, bir anda ve düşünmeden ortaya çıkar. Bunun nasıl çıktığını arif olan kişi de anlayamaz, çünkü akıl ve mantıkla bu durumu açıklayamaz. Sanat alanında marifetin belirmesine “İlham geldi” diyoruz. Şair ilham bekler, ressam ilham bekler, besteci ilham bekler. Fakat bu ilham denen yeti beklemekle ortaya çıkmaz, aniden bir şimşek parlaması gibi belirir. Bu tür bir şimşek parlamasına farkındalık diyoruz. Japon mistikleri aniden gelen farkındalığa “satori”, Hint mistikleri ise “prajna paramita” diyorlar.
Prajna paramita “Aşkın bilgeliğin mükemmelliği” demektir. Aşkın olabilmek için ise her türlü sınırdan ve kısıtlayıcı düşünceden kurtulmuş olmak gerekir. Buna bir bakıma tam özgürlük de diyebiliriz. Tam özgürlüğe kavuşmuş insan için “gerçek” sadece beş duyumuza hitap eden olaylar ve olgular değildir. Beş duyunun ötesinde de bir gerçekliğin olduğunu kavrayabilmek için öncelikle mantığımızı değiştirmemiz veya düşüncemizin sınırlarını genişletmemiz gerekir. Günümüzde geçerli olan Aristo’nun ikili “ya veya” mantığı gerçeği tam olarak kavramamıza yetmiyor. Yeni bir mantığa gerek olduğu görüşündeyim. Bu da Aristo mantığını aşan “hem hem” mantığıdır. Hem hem saçaklı mantık değildir, zira saçaklı mantık olasılık hesabını kabul eder ve “tüm olasılıkların toplamı bire eşittir” der. Yani, kapalı bir sistem öngörür ve sınırlıdır. Ancak sonlu ve sınırlı problemleri çözmekte başarılıdır.
Hem hem mantığında birlik ve bütünlük vardır ve dolayısıyla bu mantık sınır kabul etmez. Karşıt kavramlar birbirleri ile birleşmiş ve ayrılmaz bir bütün oluşturmuş durumdadırlar. Başka bir ifade ile hem hem mantığında ayrımsız sınırsızlık vardır. İşte birkaç örnek:
• Her nesne hem parçacık hem dalgadır.
• Her insan hem güzel hem çirkindir.
• Her önerme hem doğru hem yanlıştır.
• Teknoloji hem faydalı hem zararlıdır.
• Var olanlar hem bağımlı hem bağımsızdırlar.
• Zaman hem sürekli hem süreksizdir.
• Doğa hem belirli hem de belirsizdir.
• Bütün parçalarının hem toplamıdır hem de toplamı değildir.
• Etkiler hem yerel hem de tümeldir.
Bu mantıkta ne mutlaklık ne de görelilik vardır. Her durum ve olay bütüncül ve ayrımsız bir bakışla yorumlanıp değerlendirilir. Doğada her an her şey değişmekte ve dönüşmektedir. Bu döngünün farkına varabilen insanlar akışa uyum sağlayarak sınırlarını genişletirler. Sınırlarını genişletebilmiş olanlar ise mantıklarını değiştirmiş olanlardır.
• Mantığımızı değiştirirsek dünyaya bakışımız ve yaşantımız değişir.
• Mantığımızı değiştirerek kendimizi tedavi edebiliriz.
• Mantığımızı değiştirirsek mutlu oluruz ve depresyon yaşamayız.
• Mantığımızı değiştirirsek çevremiz ve ilişkilerimiz değişir.
• Mantığımızı değiştirirsek sınırlarımız değişir.