Okuma süresi: 3.28 mintues

Doğmadan önce nereden geldiğimizi bilemediğimiz gibi, öldükten sonrada ne olacağımızı bilemiyoruz. Doğum ile ölüm arasındaki boşlukta ise yaşantımız sınırlanır ve burada ilk sorumluluğumuz hayatta kalabilmektir. Hayatta kalabilmek için ise başka bir canlı varlığı tüketerek besin zincirinin birer halkası haline gelip, özgürlük ve sınırların anlamını, hayatta kalabilme, var olabilme isteği ile içgüdüsel olarak oluşturmuş oluruz.

Evreni incelediğimizde sınırsız ve sonsuz olduğunu algılayabiliriz. Fakat evrende bulunan herhangi bir varlığın kendisi olabilmesi için diğer varlıklardan ayrılıp sınırlanması, kendiliğinin ayrımını oluşturması gereklidir. Algıladığımız sınırsızlık kavramı sınırları yani sonsuzun bitimini de kapsar. Sınırların ötesine geçildikçe gelişme, genişleme,  değişim, dönüşüm ile farklı oluşumlar ortaya çıkar.

Özgürlük alanı ise bu sınırların içinde kalır. “Özgürlük” hür irâdeyi temsil eder, içinde bulunduğumuz toplum ve yaşadığımız evren arasındaki ilişkiyi anlatır. Bu ilişkiler dengeler halindedir ve sınırlar aşıldığında dengeler değişir.  Uzaydan dünyaya bakıldığında yaşadığımız mekânların nehirler, dağlar, okyanuslar ile ayrıldığını görebiliriz. Bu sınırlar değişik bitki örtülerini, iklimleri, farklı kültürleri oluşturur. Fakat nehirlerin okyanuslara dökülmesi, okyanusun derinliklerinde kara parçalarının bir olduğu, dağlarla vadilerin birleşmesi ile ayrı gördüğümüz her şeyin aslında tam ve bütün olduğunu algılayabiliriz. Aynı şekilde sınırlar farklı kültür ve uygarlıklar yaratmış olsa da bu farklılıklar varoluşsal açıdan bir diğerinden daha az değerli değildir ve tüm varlıklar sınırsız ve sonsuz olan kapsayan bütüne aittir.

Uygarlık ve kültür açısından farklıklarda bireyselliğimizi oluşturan değerleri sınırlar içerisinde korumak isteriz. Eğer bu sınırları koruyamazsak birikim oluşturmak ve gelişimi sağlamak mümkün olmayacaktır. Peki, özgür birer birey olarak sosyal açıdan sınırlarımızı nasıl oluşturabileceğiz. Karl Marks’ın tanımında özgür insan; “Ortak üretim araçlarıyla çalışan ve bireysel güçlerini önceden kararlaştırılmış bir plan gereğince tek ve ortak bir toplumsal emek gücü gibi harcayan insandır.” Yani özgür insan bireysel gücünü ortak fayda için harcayan insandır. Daha da açmak gerekirse birey olarak kendi güvenli alanımızda var olmamız yetmiyor, yaptıklarımızın toplumun yararına da olması gerekiyor. Tıpkı batan bir gemide kendi konforlu kamaramızda var olamayacağımız gibi.

İnsan bilinci bilgiye ulaşma, bilme isteği, varlığı, kendini, evreni sorgulaması, gerçeği arama ve anlam arayışları ile aşkınlığa ulaşmayı ve kendi sınırlarını genişletmeyi sağlar. Dünya tarihine bakıldığında özbilincin ilerleme süreci aşama aşama görülebilmektedir. Bilme etkinliği ile bilinç bilinmeyene doğru birer birer basamak oluşturur ve bilinmezin ötesine geçmeyi hedefler, bilinmezlikler aşıldıkça, bir şeyin sona ermesi ile sınırlar genişlemeye devam eder ve ilerleme, gelişim meydana gelir. Bilincin bilgiye ulaşması ve bilgilenme ile özbilinç oluşur. Kişi kendi varlığı üzerine bilgi sahibi olur.


Kaynakça:

Felsefe Terimleri Sözlüğü, Prof. Dr. Bedia Akarsu, İnkılap Kitapevi Yayın, 1998,

Felsefe Sözlüğü, Orhan Hançerlioğlu, Remzi Kitabevi, 8.Basımw

İslâm Filozoflarından Felsefe Metinleri, Mahmut Kaya, Klasik yayınları, 2003

Hitit Üniversitesi İlâhîyat Fakültesi Dergisi, 2007/2, c. 6, sayı: 12, ss. 41-58.İslâm Felsefesinde Mekân ve Boşluk Tasavvurunun Kozmolojiye Tatbiki, Şaban Haklı

Nilgün Çevik Gürel
+ Son Yazılar