Çok genel anlamıyla kişilik, insanın davranışlarını belirleyen ve ona toplumsal kimliğini kazandıran temel ruhsal yapı öğesidir. İnsanın değerleri, alışkanlıkları, algı ve tepkileri, güdüleri, eğilimleri, vb. özellikleri kişilik yapısı içinde yer alıp, buna bağlı toplumsal kimliğe biçim vererek belli görünümler kazandırırlar. Bu görünümlerdir ki, çoğu kez kişiler hakkında konuşurken, onların bizleri etkileyen en belirgin yanlarını “kişilik özelliği” olarak belirtiriz. (Örneğin; sabırlı, kararsız, cimri, kıskanç, cömert vb.)
Toplum içindeki bu genel kişilik yargıları yanında, çeşitli iş ya da toplumsal görevlerde insanlardan beklenen kişilik gerekleri de vardır. Başka deyişle, görülen işin, onun yapan bireyde oluşturduğu veya oluşturması gerektiği kişilik özellikleri bulunmaktadır. Sözgelişi bir tüccar ile bir din görevlisinde birbirinin tıpkı kişilik gerekleri aranmaz. Buradan çıkaracağımız sonuç; kişilik insanın gerek iç benliği, gerek dış benliğinin etkileşim çevresinde yer alan, durağan ve devingen bir yapı özelliği taşımaktadır. Bunun içindir ki, kişilik insanda çok yönlü ya da katmanlı bir durum göstermekte, başka deyişle yukarıda sözü edilen etkileşim çevresindeki öğelere göre, kişilik de çeşitli bölümlere ayrılabilmektedir.
Öyle ki insanın sırasında meslek ya da iş, örgüt, değişik toplumsal çevre veya konumuna ilişkin kişilikleri, inceleme konusu yapılmaktadır.
Kişilik ve toplumsal kimlik arasındaki doğal bağlılık, bireyin geliştireceği kişiliğin, yaşadığı toplumun yapısı ve düzenine göre oluşacağını ya da oluşturulması gerektiğini kendiliğinden ortaya çıkarmaktadır. Kişilik ve toplum arasındaki ilişkiler, daha başlangıçta karşımıza bir değerler olgusunu çıkarmaktadır. Bir yandan insanın kendi benliğinde, diğer yandan toplumla oluşan değerler arasındaki etkileşim ortamında, kişilik kendisine bir yer bulmaya çalışacaktır. İşte söz konusu yerin belirlenmesinde, toplumu yaratan ve ona bağlı devleti kuran düşünce, ilke, ideoloji, doktrin, felsefe, vb. sözcüklerde gücünü dile getiren sistemli davranışların önemi büyüktür. Bu davranışlar kuşkusuz, belli düşünce, görüş ve ilkeler doğrultusunda geliştirilmiş değerlerin toplum ile onun birey ve örgütlerinde yarattığı kişilik yapılarının ürünü olmaktadır. Burada sadece altı temel kavrama bağlı olarak ele alacağımız ATATÜRK İLKELERİ de dünyada ilk kez herhangi bir felsefe, doktrin ya da ideolojiye bağlı kalmadan, kendine özgü kavramsal yapılarıyla, yeni bir toplum yaratıp, ona bağlı devlet kuran ilkeler topluluğu olmuştur.
Atatürk İlkeleri ve Toplumsal Kişiliğimiz
Cumhuriyet ilânı ile Türkiye’de Osmanlı toplum düzeninden Atatürk ilkeleri ve ona bağlı devrimlerle yeni bir toplum düzenine geçilmiştir. Başka deyişle, Cumhuriyet öncesi toplumun bireyleri, örgütleri ve kurumlarından beklenen “Osmanlı Kişilik” yapısı bırakılarak, yerine “Atatürkçü Kişilik” yapısı getirilmiştir.
Söz konusu kişilik yapısının temelinde şu altı Atatürk İlkesi bulunmaktadır:
1-Cumhuriyetçilik
2-Ulusçuluk
3-Devletçilik
4-Halkçılık
5-Lâiklik
6-Devrimcilik
Kuşkusuz bu altı ilkenin ne anlama geldiğini açıklamak, çalışmamızın sınırlarını çok aşar. Ancak varsayım niteliğinde de olsa, her türlü tartışmaya açık olmak üzere, söz konusu ilkelere bağlı kişilik öğeleri veya özelliklerini kısaca belirlemek zorundayım.
Cumhuriyetçi Kişilik Özellikleri
- Demokratik tutumlu
- Özgür düşünce ve tutum sahibi
- Adaletli ve barışçı
- Erdemli ve uygar
- Topluma ve kurumlarına saygılı
- Yasalara uyan, disiplinli, dengeli, sabırlı
- Hoşgörülü, insancıl
- Kişi, örgüt ve toplum çıkarlarını dengeleyen
- Görev ve sorumluluk bilinci olan
- Sorunlara dönük ve gelişmeye inançlı
Ulusçuluk Kişilik Özellikleri
- Bağımsız düşünce ve tutum sahibi
- Toplumsal yapıyı ve amaçlarını bilen
- Geçmişi yadsımayan, ancak özeleştirici gücü olan
- Araştırıcı, gerçekçi, yaratıcı olan, öykünmecilikten kaçınan
- Ulusu temsil eden simgelere ve büyüklerine saygılı
- Ulusun çıkarlarını koruyan ve geliştiren
- Evrensel kültür ve görüş sahibi, diğer uluslara saygılı
- Tartışmaya açık, peşin yargılı olmayan
- Cesaret sahibi, işbirliğine yatkın, birleştirici
- Geleceğe dönük amaçları olan ve bunları toplumsallaştırabilen
Devletçi Kişilik Özellikleri
- Devletin, toplum düzeninin temeli olduğuna inanma
- Devletin çıkarlarını koruma ve geliştirme
- Devletin toplumsal sorumluluğunu bilme
- Ulusal, demokratik, hukuk, sosyal, lâik, çağdaş devlet anlayışını taşıma
- Katı bürokrat davranışlarından uzak kalma
- Devlet ilişkilerinde ussal davranış anlayışında olma
- Dürüst, eşitçi, dengeli ve gerçekçi olma
- Devletin yanında, ona uygun toplumsal sorumluluk duygusunu taşıma
- Toplumda devlete düşen başlıca görevler hakkında bilgili olma ve amaçlarını bilme
- Devletin; toplumun bireyleri, diğer kurum ve örgütleri ile devletlerarası ilişkilerinde derin kültür ve sağduyu sahibi olma.
Halkçı Kişilik Özellikleri
- Halka karşı saygılı ve kamuoyu duyarlılığına sahip olma
- Halkın sorunlarını bilme ve kendi çapında çözme çabalarına katılma
- Halka karşı eşitçi, dengeli, gerçekçi tutum gösterebilme
- Halkı sevme ve ona inanma
- Halkın kültürüyle etkileşim sağlayabilme ve onun kültürüne katkıda bulunabilme
- Halka karşı toplumsal sorumluluk duyma ve toplumsal bir kişilik geliştirme
- Kişisel, grupsal, sınıfsal, örgütsel, vb. amaçlar için halkı araç olarak kullanıp, onu zor duruma sokarak, çıkar sağlama anlayışından uzak kalma
- Halkı bütün olarak görüp; çeşitli ırk, din, mezhep, meslek, sınıf, vb. açılardan bölme ve ayrıcalıklı tutum gösterme düşüncesini taşımama
- Halka karşı dürüst olma, yalan söyleyip sahteci davranışlarda bulunmama
- Birey, örgüt, kurum, yöre, bölge, ulus amaçları ile evrensel amaç ve davranışlar içinde belli bir halkçı yaklaşımı gösterebilme.
Lâik Kişilik Özellikleri
- Cumhuriyetçi, ulusçu, devletçi, halkçı, devrimci kişilik özelliklerini taşıma
- Bireysel din ve anlayış tutumuna sahip olma
- Gelenekçi kalıpların dışında davranış yeteneği gösterme, gerçekçi olma
- Ussal davranış alışkanlığı bulunma; bilimin üstünlüğünü ve kılavuzluğunu benimseme
- Başkalarının görüş ve inançlarına karşı hoşgörü sahibi olma, sabırlı davranma
- Bağımsız düşünebilme
- Uygarca tutum ve davranışları benimseyebilme
- Peşin yargılardan uzak, tarafsız görüş ve davranış özellikleri taşıma
- İnançları ussallaştırabilme, ussal niteliği olmayanları toplumsal davranış kalıplarına sokmama
- Devlet ve diğer örgütlerin işlerini, başta din olmak üzere, benzeri kurumların düşünce ve inanç sistemlerinin etkisi dışında görüp yorumlayabilme.
Devrimci Kişilik Özellikleri
- Cumhuriyetçi, ulusçu, devletçi, halkçı, lâik kişilik özelliklerini taşıma
- Baskıcı, tepeden inmeci olmayıp, başkalarını anlayışla karşılama
- Özgür düşünce ve davranış sahibi olma
- Çağdaş tutumları benimseyebilme
- Amaç ve eylemlerinde bilimi temel alma
- Davranışlarını gelişigüzel, duygusal tepkilere değil, plânlı tutuma dayandırma
- Amaçları ve ulaşma yollarını önce belli araştırma süreçleri sonucu saptayabilme
- Geliştirmeyi, plânlı ve araştırmaya dayanan değişme aşamalarından geçerek sağlamaya inanma
- Araştırma, değişme ve geliştirmeyi kesinlikle uyarlamada görebilme; bunun için de başkalarına gelişmeyi inanç olarak aşılayabilme gücünde olma
- Gerek bireyde, gerek kurum veya örgütleriyle bütün toplumda devrim anlayışını “devirmek”, “yıkmak” çabalarına değil, sürekli ve aşamalı gelişme anlamını içeren evrimleşme düşüncesine bağlayabilmek.
Varsayım niteliğinde ve içerikleri her türlü tartışmaya açık olmak üzere öngördüğümüz bu kişilik özellikleri, kuşkusuz bazı ilkelerde yinelenmiş, başka deyişle bazı kişilik özellikleri birden fazla ilke kapsamına alınmıştır. Bunun nedeni ise altı Atatürk İlkesinin birbirinden bağımsız, soyutlanmış ilkeler olmayıp; aksine birbirleriyle kaynaşık, bütünleşik bir ilkeler topluluğu oluşturmasıdır. Öte yandan Atatürk İlkeleri, gerçi başında Atatürk’ün adını taşıyorlarsa da, aslında Atatürk’ün bir öğreti geliştirerek ortaya koyduğu düşünce ürünleri değildir. Bunlar, Türk toplumunun yüzlerce yıllık geçmişinin, onun sağduyusunda yarattığı, Atatürk’te anlatımını bulmuş ilkelerdir. Atatürk bir “öğreti adamı” olmayıp, bir ulus ve toplum önderi olduğu için, adını taşıyan ilkeler de kuşkusuz önünde gittiği toplumun öz tutum ve davranışlarının bir bakıma yansıması olmuştur. Altı ilkeye bağlı söz konusu kişilik yapısı, Türk toplumunun bireylerini, başka toplumların insanlarından ayıran, bir bakıma da onlarla birarada yaşama gücünü ortaya koyan değerler bütünüdür. Atatürk’ün “Türk, Öğün, Çalış, Güven” vb. özdeyişlerinde destek aldığı veya gördüğü güç; aslında dünyada başka hiçbir toplumun bireyinin kişilik yapısında bu derece bütünleşmemiş üstün insanlık değerleridir. Kuşkusuz, işletilmeyen madenin zenginliği nasıl soyut bir zenginlik anlamını taşırsa, bir toplumun insanının işlenmeyen kişilik değerleri de aynı durumu yansıtır. Toplumun özünde, başka deyişle bireylerinin kişilik yapısında, söz konusu özellikleri ya da değerleri, somut insan davranışlarına dönüştürecek tek düzenek veya kurum varsa o da “Eğitim”dir.
Her toplum, kendi insanının kişilik değerlerini işleyip, onu “çağdaş vatandaş” durumuna getirecek eğitim düşüncesi yaratmalıdır. Aksi halde, salt başka toplumların eğitim amaç ve yöntemleriyle, “öykünmecilikle” bunu yapmaya kalkışmak, söz konusu toplumun insanlarında kişilik bozulmaları ve dolayısıyla davranış bozukluklarına yol açar. Türkiye bunun sancısını yüzyıllarca çekmiş; ne yazık ki değişik türde, ancak aynı sonuçları doğurucu nitelikte olmak üzere, Cumhuriyet döneminde de çekmiştir, çekmektedir de.
Günümüzde toplumlar ekonomik yapılarına bağlı olarak eğitim kurumlarını “Kapitalist, Liberal ve Sosyalist” olmak üzere düşünme sistemlerinin ilkelerine göre örgütlenmişlerdir. Bu ülkeler topluluğu arasına değişik bir “bireşim”le Türkiye kendine özgü bir yapıyla katılmıştır. Bu yapının kişilik birikimi henüz değerlendirilmediği, başka deyişle, “Atatürkçü Kişilik Birikimi” eğitim kurumlarımızda ulusal kimlikli amaç, yöntem, politika ve araçlarla işlenemediği için, toplumumuzun insanı ya küme küme, ya da yaşamının belli dönemlerinde diğer sistemlerin çeşitli etkileri altında kendi kişilik özünü yitirmekte, davranış bozukluklarına uğramaktadır.
Halkın genelde, söz konusu farklılıklara uymaması, tepki göstermesi kişilik yapısına ters düşmesinden ileri gelmektedir. İlk, Orta, Yükseköğretim ve eğitim kurumlarımız, “Atatürkçü Kişilik” dediğimiz, toplumun özkişilik birikimine uygun bir düşünceye göre örgütlenmeyip, öykünmeci sistemlerin çeşitli etkileri altında karmaşık, tutarsız bir yapı özelliği taşıdıklarında, böyle bir eğitim ve öğretim sürecinden geçen toplum bireyleri ile toplum arasında bir uyumsuzluk veya yabancılaşma görülmekte, her gün bunun çok değişik olaylarına tanık olunmaktadır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, toplumumuzun insan yetiştirme kurumu olan eğitimin, daha önce önerdiğimiz Atatürk İlkelerine bağlı kişilik özelliklerine göre örgütlendirilmesinin gerektiğidir. Toplumda birey, hangi mesleğe yönelirse yönelsin, diğer deyişle, ilerde hangi mesleğin kişilik yapısını edinirse edinsin, ona öncelikle Atatürkçü Toplumsal Kişiliğin eğitim kuruluşlarında kazandırılması gerekir. Bu kişilik, onun yaşadığı toplumla uyumunu sağlayacak temel yapısı olacaktır. Söz konusu temel kişilik yapısı üzerine, başta meslek olmak üzere, öteki kişilik yapıları gelecektir.
Atatürkçü Kişiliği Yetiştirecek Eğitim ve Öğretim Ortamının Temel Nitelikleri
Atatürkçü Kişiliği yetiştirecek eğitim ve öğretim ortamının toplumdaki başlıca kurumları, aile, okul ve çeşitli ilişkilerinin bulunduğu diğer örgütlerdir.
Altı ilkeye bağlı Atatürkçü kişilik özelliklerinde aile, okul ve diğer örgütlerin kendilerine düşen eğitim, öğretim yükünü belirlemede çok duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu konuda, aşağıdaki bakış açısı, içinde bir düşünüş yolu açılması kanımızca olasıdır.
Ailenin Bir Eğitim Kurumu Olarak Atatürkçü Kişiliği Yetiştirmedeki Rolü
Aile ortamı, bireyin doğal kişilik yapısının ilk oluşum yeri özelliğini taşıdığı için dolayısıyla altı ilkeye bağlı Atatürkçü Kişiliğin birçok öğesinin bireye kazandırılabileceği temel düzeyi ortaya koymaktadır. Kuşkusuz burada Türk Toplumunun aile ilişkilerinde yaygın olan düşünce ve davranış örüntüsünün gözardı edilmemesi gerekmektedir. Bu örüntü içinde bazı Atatürkçü Kişilik öğelerinin doğrudan doğruya yer aldığı görülebilirken, bazıları ancak ailenin eğitim ve kültür düzeyinin yükselmesiyle yerleşebilecektir. Örneğin; Cumhuriyetçi Kişilik öğelerinden olan “demokratik tutumlu” öğesini aile yapısında çocuğa kazandırmak, ancak kültür ve dolayısıyla ilişki düzeyi yüksek bir aile “atmosferi”nin yaratılmış olmasına bağlı kalırken; aynı kişiliğin “yasalara uyan”, “disiplinli”, “dengeli”, “sabırlı olma” öğesi Türk Ailesinin geleneksel ilişki yapısında doğal olarak bulunabilmektedir. Atatürkçü Kişiliğin temel öğelerini bireye kazandırmada temel kurum, aslında okullar olacağına göre; burada okul-aile ilişkileri büyük önem kazanmaktadır. Her öğrenci, çeşitli bölge ve yörelerin birbirinden farklı aile yapılarına bağlı olduğu için; öğrenciye kazandırılacak Atatürkçü Kişiliği desteklemedeki düşünce ve davranış açıklarının “ailenin eğitimiyle” kapatılmasında elde edilen başarıya bağlı kalacaktır. Bunun için örgün eğitim kurumları, kendi aile çevrelerine “Özel Eğitim” yaparken; ülke genelinde ailelerin ortak düşünce ve davranış açıklarının da yaygın eğitimle giderilmesinde çalışacaktır.
Buradan görülmektedir ki aile; bir yandan Atatürkçü Kişiliği kendi gücü oranında yetiştirdiği bireye aktarma durumunda bulunurken, diğer yandan kazandırmadığı veya okulun kazandırdığını olumsuz tutumuyla yok etme çabasına giriştiği kişilik öğelerinde, örgün ve yaygın eğitim kurumlarının destekleyici çabalarına gereksinme duyacaktır.
Atatürkçü Kişiliği Yetiştirmenin Temel Kurumu Olarak Okullar
Atatürk İlkeleri üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vatandaşlarının, Atatürkçü Toplumsal Kişiliğini kazanacağı temel kurum kuşkusuz “okullar” olacaktır. Ana, ilk, orta, yükseköğretim ve eğitim düzeylerinde yer alan okulların gerek örgün, gerek yaygın türdeki çalışmalarının söz konusu kişiliği yetiştirecek biçimde düzenlenmesi, toplumun ve devletin dayanacağı vatandaş kişiliğinin yaratılmasının temel koşuludur. Bunun için de okulların biçimsel öğretim amaçlarıyla yetinmeyip, daha çok eğitim iletişimi alanına giren Atatürkçü Kişiliğin öğrencilere kazandırılması amacı doğrultusunda yapılarını yeniden örgütlemeleri zorunluluğu çıkarmaktadır. Eğer bu yola girilmezse, kişinin ailede başlayıp, okulda süren, meslek örgütlerinde son aşamasına gelen, kendi başına, ne yöne gittiği belli olmayan doğal kişilik “serüveninden” sağlıklı vatandaş veya toplum üyesi davranışları sağlanamaz. Her devlet toplumunun bireylerini öğretim ve eğitim kurumlarında bir yandan ona kendi vatandaş kişiliğini kazandırmak zorundadır. Bunu kazandıramaz, başka deyişle, okullardaki öğrencilerin doğal kişiliği üzerine bu kişilik katmanını getirmezse, o vakit kendi geleceğini doğal kişilikleri başıboş kalmış, kısacası “vatandaş” olamamış insanların düşünce ve davranışlarında tehlikeye sokmuş olur. Türkiye’de gittikçe sıklaşan dönemlerde, toplum yönetiminde devletin girdiği çıkmazlarda, herhalde başta gelen temel neden, T.C. Devleti’nin vatandaş kişiliği olan “Atatürkçü Toplumsal Kişiliği” okullarda öğrencilere kazandırmada düşülen büyük öğretim ve eğitim çıkmazıdır. Bu çıkmazdan kurtulma yoluna girilmedikçe, gelişme hızı izlenemeyecek derece yüksek olan toplumun devletçe yönetimi, sık sık “müdahaleleri” gerektirecek sancılı dönemlere girecektir.
Kültür ve Eğitim düzeyleri düşük, gelenekçi tavırları ağır basan aile yapılarında, Atatürkçü Kişiliği destekleyici tutumları görmek nasıl olanaksız ise; aşağıda eğitici, kişilerarası ilişki ve örgüt açısından tek tek özelliklerini belirtmeye çalıştığımız gelenekçi eğitim ortamlarında da kuşkusuz öğrencilere Atatürkçü Toplumsal Kişiliği kazandırma söz konusu olamaz, şöyle ki:
Gelenekçi Eğitim Ortamında Eğiticinin Özellikleri:
- Eğitimde bireysel tutum gösterir. Öğrencileriyle etkileşime girmediği için, eğitici yanı değil, tek yönlü öğretici kişiliği vardır.
- Eğitime yeni öğelerin girmesine karşı çıkar. Alıştığı geleneksel öğretim tutumunu sürdürmekte direnir.
- Eğitimde kendine özgü yaratıcı davranışları geliştiremez, “ustasından gördüğünü yapma” anlayışı ile “hocalarını”öykünmekle yetinir.
- Eğitimde belli işleyiş ya da çalışma düzeni kuramaz; günlük davranışlarını kararsızlığa iten kişisel eğilimlerinin dağınık görünümü içinde kalır. Örneğin; her yıl öğrettiği konulardan sıkılıp karşısına gelen öğrencilerin farklı olduğunu düşünmeyerek, öğretim konularından bazı çıkarma ya da atlamalar yapar.
- Öğrettiği konuların “eğitim bilincine” ulaşmadığından, kendine güveni yoktur. Çünkü bildiklerinin değeri, yararı hakkında görüşü gelişmemiştir. Bunun için öğretimini yaptığı konuların yetkilisi olmaktan kuşku duyar.
- Öğrencileri arasında kız, erkek ayırımı yapar. Erkek öğrenci, erkek öğretmen, erkek yönetici çizgisinin üstünlük karmaşığından kendisini kurtaramaz.
- Öğretim ve eğitimini plânlama anlayışı gelişmemiştir. Bunun için de gelecek eğitim dönemine hazırlanma gereğini duymaz.
- İçinde bulunduğu öğretim ve eğitim grubunun ortak amaçları olması ve grup üyelerinin buna uygun davranması gerektiğine inanmaz. Kişisel tutumuna her zaman öncelik verir.
- Tutumunda gerçekçi olamaz. Her dönem karşısında değişik bir öğrencinin geldiğini benimsemediğinden, çoğu kez kendi öğrenciliğinin davranış üstünlüğüne takılmıştır. Aynı davranışları yıllar boyu karşısına gelen öğrencilerden göreceği inancıyla yaşar.
- Peşin yargılarının, eski deneyimlerinin, çoğu kez uygulamalı değerini yitirmiş sonuçlarının etkisinden kendisini kurtaramaz.
Gelenekçi Eğitim Ortamında Kişilerarası İlişki Özellikleri
- Eğitimde çeşitli rolleri olan kişiler, tek yönlü iletişimle uğraşılarını sürdürdüklerinden, ne kendi aralarında, ne de dolaylı ilgileri olabileceklerle ilişki kurmayıp yaşamdaki ilişkilerini eğitim ortamı dışındaki kişilerle düzenlerler.
- Eğitim ortamında kişilerarası ilişkiler salt zorunluluklar karşısında ve çoğu kez duygusal nedenlerle kurulur.
- Eğitim ortamında aynı rolü benimsememiş kişiler arasında bağlılık yoktur. Meslek veya “rol” arkadaşlığı kavramları gelişmemiştir. Buradaki bağlılıklar da, yaşamın genel arkadaşlık bağlılığındaki nedenlerle ve duygusal olarak kurulur.
- Eğitim ortamının sert statü anlayışı ilişki kurmayı engellediğinden, değişik rollerdeki kişilerle ilişki kurulduğunda, bu statülerin en az davranış koşullarına uyulmaz, taraflar birbirinin statüsünü “hiçe sayarak” ilişki kurarlar. Bu durum, eğitim ortamının farklı rollerindeki kişilerini birbirinden kaçış içine iter.
- Kişiler eğitim ortamının amaçlarına dönük gruplar kurmadıkları gibi, şu veya bu şekilde kurulmuş olanlara da katılmaktan çekinirler.
- Eğitimin yasal yapısı gereği kurulmuş gruplar içinde zorunlu olarak gözükseler bile; şu veya bu yapıda yine de kendi özel görev anlayışları ile çalışırlar.
- Eğitim ortamındaki kişiler kendi rollerini benimsediklerinden, belli bir iş ya da görev bilinciyle çalışmazlar. İşe ya da görevlerine bağlılıkları zayıftır. Dolayısıyla rollerinden dolayı bir yaşam kanışı duymazlar. Kanışı, bu rollerin görev gereklerinden kaçma fırsatlarına elde etmede ararlar.
- Gelenekçi toplumun kişilerarası özellikleri arasında belirtilen, eğitim ve öğretime karşı çelişik duyguların beslenmesi, bazen desteklenip bazen gereksizliğinin savunulması, gelenekçi eğitim ortamında da aynı biçimde geçerlidir.
- Kişiler eğitim ve öğretimdeki sorunlarını yetkili kişilerle görüşmekten, aynı rollerin başarılı olmuş görevlileriyle bir arada bulunup onlarla ilişki içine girmekten kaçınırlar. Kıskançlık ve çekingenlik duyguları bu kişilerde kendi sorunlarına başka kesimlerden çağrı arama, bulamayınca da, aynı çevrelerde olumsuz duygu ve tepkiler geliştirme eğilimine yol açar.
- Eğitimin amaçlarına ulaşmada, yasalara ve bunları yürütmekle görevli olanlara güven duyulmaz. Çoğu kez düşman gözüyle bakılır.
Gelenekçi Eğitim Ortamının Örgüt Özellikleri
- Bu tür ortamın örgütlerinde, sürekli “kıdemlilere” önem verilir. Örgüt düzeni onların anlayış, istek ve davranış biçimlerine göre ayarlanır.
- Örgütte babaerkil bir aile düzeninin işleyişi egemendir. Herkes, çevresine egemen tavırlar koyan, “rol kıdamlilerinin” çizgisinde davranış gösterir.
- Eğitim ortamının eğitici, eğitilen, yönetici grupları arasında ilişkiler yasal yönden kurulmuş olsa bile, yaşamsal açıdan kurulmamıştır. Bu üç büyük grup kendilerine özgü yaşayışlarını sürdürerek, her biri diğerlerinden kendisine uyum göstermesini ister.
- Örgütün büyük grupları arasında hiç ya da çok sınırlı koşullarda pek az birlik ve beraberlik görülür.
- Eğitimde öğrenci ya da eğitilenlerin belli bir disiplinle yetiştirilmesi anlayışında, örgütün eğitici ve yönetici kesimleri arasında bir tutum birliği gelişmemiştir. Çoğu kez yönetici ve eğiticiler, öğrencilere karşıt düşen davranışlarda bulunmaktadırlar. Böyle bir ortamda kuşkusuz, kitle isteğine dönüşen her türlü öğrenci isteğine, eğitici ve yöneticilerle uyulur.
- Gelenekçi eğitim ortamında örgüt kesimlerini birbirine duygusal bağlar birleştirir veya ayırır. Örgütün eğitimdeki toplumsal amaçları ile bu amaçları yerine getirmedeki çıkarlarının söz konusu bağları oluşturmada rolü yoktur.
- Örgüt kendi dışındaki çevrelere kapalıdır. O çevrelerdeki eğitim örgütlerinin davranışlarına kuşku ile bakılır. İşbirliği olanaklarının araştırılmasından kesinlikle kaçınılır.
- Örgüte yeni görevler getirecek geliştirme önerilerine karşı çıkılır. Sürekli bu önerileri yapanların örgütten uzaklaştırılmalarına çaba gösterilir.
- Örgütte yeni eğitimle öğretim araçlarının getirilmesi genel plânda istenmez. Ancak, eski eğitim ve öğretim davranışlarını daha kolay yürütecek araçlar ile yöntemler büyük çapta benimsenir.
- Örgütün eğitim ve yönetim kalıpları dışında davranış göstermeye kalkışanlara yasal ya da yasadışı cezalar ile baskılar uygulanarak, gelenekçi tavırda kalmaları sağlanır. Nasıl tarımda toprağı hazırlamadan ekime geçilmezse, bir önceki sayfada özelliklerini belirtmeye çalıştığımız gelenekçi eğitim ortamını örgütleri, yönetimleri, öğretmenleri, araç-gereç, yöntem ve politikalarıyla çağdaş özelliklere kavuşturmadıkça, devlet okullarından Atatürkçü toplumsal kişiliği kazanmış vatandaşlar elde etmek sadece ulusal günlerin coşkulu söylevlerinde temelsiz “inanç” ya da “umut” sözcüklerinde yankılanır. Toplumu çağdaşlaştırma hızı aile yapılarında, okullarındakinden daha güç olduğundan, Atatürkçü toplumsal kişiliğin temel yetişme ortamı olan okulları ve genel eğitim sistemini “gelenekçi” özelliklerden hızla arındırıp çağdaşlaştırma yoluna sokmada gecikilecek her anın, gelecek kuşaklara yükü kuşkusuz katmalı olacaktır.
Atatürkçü Kişiliği Yetiştirmede Örgütsel Boyut
Örgütler aileden başlayıp okullar, dernekler ve sonunda bireyin mesleğini yürüttüğü kuruluşlara kadar toplumsal yaşamın merkezini oluştururlar. Okullarda kişiliğindeki toplumsallaşma süreci hızlanan birey, okul sonrası meslekî kişiliğini çalıştığı örgütte kazanır.
Toplumu ve devletiyle, ulus temelleri Atatürk İlkeleri üzerine atılan Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi vatandaş kişiliğini elde etmede aile, okul çizgisinde boyutlanan gelişme sürecini örgütlerde de sürdürmesi zorunluluğu vardır. Okulda kazanılacak, ailede desteklenecek Atatürkçü Toplumsal Kişilik, bireyin çalışacağı veya üye olacağı örgütlerde olumsuz tutumlarla yıpratılıp bozulmaya uğramadan meslek katmanını da aynı doğrultuda elde etmelidir. Okullardaki eğitim ortamının geriliği, nasıl Atatürkçü Toplumsal Kişiliğin yetişmesini engellerse, örgütlerdeki çalışma ortamının çağdışı zayıflık, noksanlık ve bozuklukları, okulda söz konusu kişiliği elde etmiş bireyin bu yapısını zorlayıp, onu “sorunlu” bir insan durumuna getirebilir. Örgütü gerilikten kurtaracak veya “çağcıl örgüt” ortamını yaratacak tek güç varsa, o da yönetimdir. Her örgüt, yönetim gücünün üstünlük ve zayıflıklarına göre özelliğini kazanır. Yönetim bu gücü kuşkusuz yöneticinin kişiliğinden alır.
Yöneticinin kişiliğinden kaynaklanan ve örgütü çalıştıran yönetim gücünün, Atatürkçü Toplumsal Kişilik temelinde özünü kazanması, bu gücün yer aldığı örgütsel yapıyı; kendisine katılan bireylerin Atatürkçü Toplumsal Kişiliklerinde meslek katmanında en iyi şekilde oluşturmalarını doğal olarak sağlayacaktır.
Atatürk İlkelerinin Eğitim ve Öğretimdeki Başlıca Sorunları
Kişilik üretici gücü olan kavramsal nitelikteki altı Atatürk İlkesi, toplumun ve devletin dayandığı temel taşlar olmasına karşın, bugüne değin ulusal eğitim sisteminde kişilik yaratıcı yönleriyle ele alınmamış, bu çok önemli konu özdeyiş biçimindeki anlatımlarla bir bakıma geçiştirilmiştir. Oysa günümüzde “kapitalist” dediğimiz toplum ve devletler, bireylerinden örgütlerine kadar eğitim kurumlarında yarattıkları kapitalist kişilik üzerinde gelişirken, “sosyalist” dediklerimiz de çeşitli tür ve düzeylerde yarattıkları sosyalist kişilik yolunda amaçlarını kollamışlardır. Türk Toplumu, Atatürk’ün önderliğinde başlattığı yeni devrim ve toplum düzenini de kuşkusuz Atatürkçü Kişilik açısından herhangi bir yaklaşımı, kamuoyuna mal olacak ciddî bir örgütleme ile kazandırma çabası gösterilmemiştir.
Yapılan çalışmalar daha çok okullarda öğrencilere “genel kültür” ve “meslek kültürü” bilgilerinin aktarılması yönünde yoğunlaştırılmıştır. Toplumun gereksinme duyduğu Atatürkçü Kişilik yaşamın temelinde yer alan eğitim kurumu, özellikle Batı ülkelerinden sorumsuzca aktarılan, çok çeşitli model, program, teknoloji ve politikaların yığınağı durumuna getirilmiştir. Bu da kuşkusuz üstesinden kolay gelinmeyecek bir “eğitim ve öğretim kargaşası” olgusunu kanser niteliğinde toplumsal yaşama kökleştirmiştir. Atatürkçü Kişilik yetiştirme temelinden yoksun eğitim ve öğretim düzenine, aşağıda değini niteliğinde belirteceğimiz birkaç soru getirip yanıtları üzerinde biraz durulabilseydi, kanımızca toplum son yılların ağır sancılı dönemlerini, daha az zararla geçirebilirdi.
Atatürkçü Toplumsal Kişiliği yetiştirme açısından öğretim ve eğitim düzenimizin belli başlı kurumlarına örnek niteliğinde şu soruları yöneltebiliriz:
- Ana okuluna gelen bir çocuğa altı Atatürk İlkesine bağlı kişilik öğelerinin hangileri, nasıl bir öğretim ve eğitim modeliyle kazandırılabilir? Bu konuda çocukların aileleri ile ne gibi ilişkiler kurularak, çocuğun bu ilk kişilik öğelerinin ailesi tarafından da desteklenmesi önlemleri alınabilir?
- Sekiz yıl süresince ilköğretimde bir öğretmenin öğretim, eğitim ve yöntemine bırakılan öğrenciye, bu öğretmenin Atatürkçü Kişiliği ilkokul düzeyinde kazandırma gücü ne olabilir? İlkokul öğretmeninin yetişme durumu, ilkokulda izlenen öğretim ve eğitim programları, bu okullarda, yaygın olan yönetim modeli ve yönetici kişiliği ile ona bağlı tutum ve davranışlar, söz konusu kişilik eğitiminde hangi bozucu ya da destekleyici nitelikler göstermektedir? Atatürkçü Toplumsal Kişilik temeline oturtulacak bir ilkokul öğretim ve eğitim modeli dersleri, öğretmenleri, yönetim, fiziksel koşulları, yöntem ve politikaları ile başlıca hangi ölçütlere göre kurulmalıdır? Saptanacak bu ölçütlerle kurulacak yeni ilkokul öğretim ve eğitim modeli karşısında şimdiki uygulamada öncelik sırası dikkate alınırsa, peşpeşe ne gibi değişikliklere gidilecektir? Böyle bir tutum ile öğrenci ilkokulu, başlıca hangi Atatürkçü Kişilik öğelerini kazanarak bitirecek, kişiliği korumada öğrencinin yakın ve uzak çevresinde hangi önlemler alınmalıdır?
- Ortaöğretim kurumlarında öğrencilere ilkokulun Atatürkçü Kişilik eğitimiyle verilmeyen hangi kişilik öğeleri kazandırılacaktır? Ortaöğretimde öğrenciye verilecek Atatürkçü Toplumsal Kişilik düzeyine göre dersleri, öğretmen davranışları, yönetimi, fiziksel olanakları, yöntem ve politikalarıyla genel öğretim ve eğitim modeli ne olmalıdır? Bugünkü durumuyla kişilik eğitimi boyutu bulunmayan, sadece yüzeysel “genel kültür” ve “meslek kültürü” düzeyinde modeli çizilmiş ortaöğretim kurumları Atatürkçü Kişilik temeline göre yeniden örgütlenirken, öncelikle hangi sorunlarının kısa ve uzun dönemde çözülmesi zorunluluğu içinde bulunacaklardır? Altı veya yedi yıllık ortaöğretim süresi sonunda öğrenci hangi Atatürkçü Toplumsal Kişilik düzeyinde, ne gibi kişilik öğelerini kazanarak yüksek öğretime veya doğrudan doğruya çalışma yaşamına geçecektir? Öğrencinin ortaöğretimde edineceği Atatürkçü Toplumsal Kişilik yapısı, başta ailesi olmak üzere, yakın ve uzak çevre kurumlarınca hangi önlemler alınarak korunacaktır?
- Topluma üst düzeyde meslek adamı ve kişilik yetiştirme sorumluluğunda bulunan yüksek öğretim kurumları, Atatürkçü Toplumsal Kişiliğin ilk ve orta düzeylerinde kazandırılamayan veya temel nitelikte kazandırılan öğelerini, hangi yöntem ve eğitim politikalarıyla yükseköğretim gençliğine kazandıracaklardır? Öğrencisine çoğunlukla genel ve özel meslek kültürü aktarmaktan öte kişilik kazandırıcı eğitim ortamı yaratamamış yüksek öğretim kurumları, hangi değişiklikleri geçirerek Atatürkçü Toplumsal Kişiliği üst düzeydeki öğeleriyle yüksek eğitim çizgisi tutturacaklardır? Bu konuda devletin başka kuruluşlarından ne gibi destek görme gereksinimleri olacaktır?
- Ana, ilk, orta, yükseköğretim ve eğitim düzeylerinin Atatürkçü Toplumsal Kişilik temelinde sürdürecekleri çalışmalara destek olmak üzere, başta aileler, devletin okullar dışındaki kamu yönetim organları ve görevlileri kesiminde yaygın eğitim yoluyla, söz konusu kişilik boyutunu destekleyici ne gibi çalışmalar yapılmalıdır? Devletçe, okulda kazanılan bu kişiliğin çevrece yıpratılmaması için hangi etkili önlemler alınmalıdır?
Buraya kadar belirttiğimiz sorular, diğer yönüyle Atatürk İlkelerinin eğitim ve öğretimdeki temel sorularını içermektedir. Eğer bunlara yanıt verme yönünde bazı çabalara girişilebilirse, kuşkusuz toplumun ve devletin kuruluş temellerine uygun kişilik gereksinmesi karşılanmış olacaktır.