Okuma süresi: 24.0 mintues

Türkçe’nin anlatım gücünü araştırmak, onun zenginliklerini ortaya koyabilmek için seçilecek en iyi yol, onun kaynağına inerek, önce en eski yazılı üstünlüklerini incelemek, sonra bugüne gelinceye kadar söz ve anlatım açısından gösterdiği gelişmeleri, kazandıklarını ve yitirdiklerini incelemektir.

Biz burada, Türkçe’nin sözvarlığını süzgeçten geçirmek, onun engin gücünü ortaya koymak istiyoruz. Bunu gerçekleştirmeye çalışırken önce, Türkçe’nin ses özelliklerini, sonra yapısını ve türetme gücünü, daha sonra da sözvarlığının anlam yapısı ve özelliklerini gözden geçirmek istiyoruz

Özellikle 20. yüzyılda yurdumuzdaki yayınlarda, Türkçe’nin bir alanına yeterince önem verilmediği görülür. Bu da Türkçe’nin anlam yönünden incelenmesi, anlatım yollarının ve gücünün ortaya konmasıdır.

I- ESKİ YAZILI ÜRÜNLER

1- Bilge Kağan Yazıtı’ndan:

“Türk Oğuz Beyleri, budun, eşidin. Öze Tenri basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilinin, törünün kem artadı?”
Türk Oğuz Beyleri, halkı, işitin. Üste gök basmasa, aşağıda yer delinmese, Türk halkı, ilini, töreni kim bozar?

2- Kaşgarlı Mahmut (Divanü Lugat-it-Türk):

11. yüzyıl bütün İslam ülkelerinde Türkler’in egemen olduğu bir devirdir. O tarihlerde Türkler’in egemenliği altındaki milletler Türk dilini öğrenmek ihtiyacını duyuyorlardı. Divanü Lugat-it-Türk işte bu maksatla, yani yabancılara Türkçe’yi öğretmek amacıyla 1068-1072 tarihleri arasında Bağdat’ta yazılmış bir sözlüktür. Kaşgarlı Mahmut eserinde Türkçe’nin Arapça kadar zengin olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır. Eserde kelimelerin anlamları Arapça olarak açıklanmıştır. Kelimelerin açıklanması sırasında, Türkçe şiir ve atasözlerinden örnekler de verilmiştir.

Yiğitleme
“Öpkem gelip oğradım,
Arslanlayu kökredim,
Alplar başın togradım,
Emdi meni kim tutar?”

Sagu
“Alp Er Tunga öldi mü?
Isız ajun kaldı mu?
Ödlek öcin aldı mu?
Emdi yürek yırtılır.”

3-Yusuf Has Hacib (Kutadgu Bilig) (1019 -11. yy. 2. yarısı):

“Ukuş kayda bolsa ulugluk bulur,             Düşünce nerede olsa ululuk bulur,
Bilig kimde bolsa bedüklük alur.”            Bilgi kimde olsa büyüklük alır (kazanır).

Doğu ve Batı edebiyatlarında, devlet idaresi ve toplum düzeni hakkında bilgi vermek, devrin ileri gelenlerine telkinde bulunmak, idare adamlarının kusur ve meziyetlerini göstermek amacıyla birtakım kitaplar yazılmıştır. Kutadgu Bilig Türk edebiyatında bu yolda yazılmış ilk eserdir. (Kutadgu Bilig=Saadet veren bilgi)

4- Ahmet Yesevi (Divan-ı Hikmet) (?-l 166):

“Aşk sırrını beyan kılsan aşıklarga,
Takat kılmay başın alır kiter, dostlar;
Tag u taşga başın urup, bihud bolup,
Ehl-i ıyal, hanümandın öter, dostlar.”

Aşıklara aşk sırrını bildirsen, takat kılmadan başını alır gider, dostlar; dağ ve taşa başını vurup, kendini kaybedip, çoluk çocuktan ve ev barktan geçer, dostlar.

5- Yunus Emre (Yunus Emre Divanı) (13. yy. 2. yarısı -14. yy. başları)

1)   Aşkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni.
Ben yanarım dün ü günü,
Bana seni gerek seni.

2)   Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum,
Bana seni gerek seni.

3)   Aşkın aşıklar öldürür,
Aşk denizine daldırır,
Tecelli ile doldurur,
Bana seni gerek seni.

4)   Aşkın şarabından içem,
Mecnun olup dağa düşem,
Sensin dün ü gün endişem,
Bana seni gerek seni.

(dün ü gün = gece ve gündüz)

6- Aşık Paşa (Fakirname) (1272-1333):

“Türk diline kimseler bakmaz idi,
Türkler’e hergiz gönül akmaz idi,
Türk dahi bilmez idi bu dilleri,
İnce yolu, ol ulu menzilleri.”

7- Kaygusuz Abdal (14. yy. sonu -15. yy. başı)

1)   Yücelerden yüce gördüm,
Erbapsın sen koca Tanrı.
Alem okur kelam ile,
Sen okursun hece, Tanrı.

2)   Asi kullar yaratmışsın,
Varsın şöyle dursun deyu,
Anları koymuş orada,
Sen çıkmışsın uca Tanrı.

3)   Kıldan köprü yaratmışsın,
Gelsin kullar geçsin deyu,
Hele bir şöyle duralım,
Yiğit isen geç a Tanrı.

8- Ali Şir Nevai (1441-1501):

Türkçe’nin Farsça’dan üstün bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla Muhakemet-ül-Lugateyn (iki dilin karşılaştırılması) adını taşıyan bir eser kaleme almıştır. Ali Şir Nevai’nin eserleri Çağatay lehçesiyle yazılmıştır.

Seçme Beyitler:

La’lin hayali can ara bir nakş tuttu kim
Ab-ı hayat ile yusalar zail olmagay.

Dudağının hayali canımın içine öyle işlendi ki,
Hayat suyu ile yıkasalar silinmez.

Yüzün kayalı bile valih irdi andak kim,
Bahar kelken ü kitkenni bilmedi gönlüm.

Gönlüm, yüzünün hayali ile o kadar hayran idi ki,
Baharın gelip gittiğini bilemedi.

 II- TÜRKÇE’NİN GENEL NİTELİKLERİ

1- Fiil çekimi olanakları

Türkçe’de haber kipleri ile dilek kiplerine ait 30 zaman vardır. Avrupa’nın en zengin ve işlenmiş dillerinden olan Fransızca’da zaman sayısı 20, İngilizce’de ise 17’dir. Bu durum Türkçemize hareketleri, etkinlikleri anlatmak bakımından büyük bir avantaj sağlamaktadır.

Ünlü İngiliz bilgini Max Müller, Dilbilim kitabında şöyle diyor: “Bir Türkçe grameri okumak bile gerçek bir zevktir. Kiplerdeki hünerli tarz, bütün çekimlerde hâkim olan kıyasilik, şekillerde baştan başa görülen bir saydamlık, dilde pırıldayan insan zekâsının bu harikalı kudretini duyanları hayrete düşürmekten geri kalmaz… bu öyle bir gramerdir ki, bir billur kovan içinde bal peteklerinin oluşunu nasıl seyredebilirsek, onda da düşüncenin iç oluşlarını öylece seyredebiliriz.”

2- Dil kurallarının üstünlüğü

Türkçe, hiçbir dilde görülmeyen dil kuralları üstünlüğüne de sahiptir. Hiçbir dil, kurallarının şaşmazlığı bakımından Türkçe ile yanşamaz. Türk dilini inceleyen Batılı bilginler, dilimizdeki kural şaşmazlığını öve öve bitiremezler.

Oryantalist Jean Deny Türkçe hakkında şöyle diyor: “İnsan bu dilin yüce bir bilim akademisi müzakerelerinden çıkmış olduğu zannına düşmüş olabilir.”

Belçikalı dilbilimci Johan Vandewalle ise: “Türkçenin en hayran olduğum yanı yapısı. Matematik dil yapısı beni büyülüyor. Satranç gibi, kuralları az ve istisnasız, ama imkânları sınırsız. Halbuki, batı dillerinde kuralların uygulanabilirliğinin her zaman bir sınırı vardır,” der.

3- Türkçe’nin üstün bir şiir dili oluşu

Aşağıdaki satırlar Prof. Dr. Talat Sait Halman’a aittir: “Dilimiz enfes bir şiir dili, kafiyelerimiz bakımından İngilizce’den çok daha zenginiz. Türk şiirini İngilizce’ye çevirmek, modern şiir için çok kolay, ama kafiyeli şiir için son derece zordur. Divan şiirini İngilizce’ye çevirmek hemen hemen imkânsızdır. Çünkü kavram farkları bir yana, İngilizce’nin kafiye dağarcığı yeterli değildir, yoksuldur. Gerçek anlamda yoksuldur.”

4- Türkçe’nin türetme gücü

Dilcilikte türetme, dilin bir öğesinden çeşitli ekler ya da hüküm biçimleriyle yeni sözcükler üreterek değişik kavramların anlatımını sağlamak olarak tanımlanabilir. Dildeki sözcükler böylece yenilerini doğurur ya da başkalarıyla bir araya gelerek bileşik sözcük olup çıkar.

Bağlantılı diller (ya da bitişken, eklemeli diller) dediğimiz dil tipinde çeşitli biçimbirimler (kök ve ekler) gerek çekim, gerekse sözcük yapımı sırasında birbirine sıkıca bağlanarak, ek yerleri belli olmayan yeni sözcükler oluşturur. Türkçe, bu dillerin tipik ve güçlü bir örneğidir. Örnekler: dön- dür-ül-e-me-dik-çe, koru-n-a-ma-ma-sı-ndan-dır, hesap-laş-a-ma-ma-sı-yla.

Bu örneklerde, önce eylem kökleri, sonra da ad köklerinin çok değişik görevler yüklenen ve birbirine sımsıkı bağlanan çeşitli biçimbirimlerle birlikte, nasıl değişik kavramların anlatımını sağladığı görülmektedir.

Almanca gibi bükümlü bir dile eksiksiz çevrilmesi gerektiğinde, Türkçe, “yazmışmışım” gibi, tek bir sözcük; “ich soll, wie es heisst, geschrieben haben” biçiminde birbirinden ayrı altı öğeyle aktarılabilir. “Dinlemektesiniz” sözcüğü Fransızca’ya, “vous êtes à l’écoute” biçiminde birbirinden ayn beş biçimbirimle çevrilebilir. “Vous êtes en train d’écouter” de denilebilir.

Dilin bu değindiğimiz özelliği ona, yeni kavramları yansıtan sözcüklerin türetilmesinde olağanüstü geniş yollar sağlar. Sür(mek) kökünden bu şekilde 100 kelime türetmek mümkündür. Gör(mek) kökünden 61 sözcük türetilmektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Türkçe’de türetmede görev alan öğelerin sayısı da çok yüksektir. Bugün yalnız Türkiye Türkçesi’nde türetmeye yarayan biçimbirimlerin (-gı, -ci, -lık, -sız… gibi) sayısı 96 olarak bulunmuştur. Bu birimlerden her birinin birden çok görevi yüklendiği de göz önünde tutulacak olursa, Türkçe’nin anlatım gücü üzerinde, aydınlatıcı bir gerçek ortaya çıkar.

Türkiye Türkçesi’nde (-ci) yerli ve yabancı isimlerden çok sözcük türetilmesine yardımcı olmaktadır. Bunlar anlam açısından birbirinden farklıdır.
Meslek gösteren sözcükler: hukukçu, fizikçi, ruhbilimci, denizci, havacı, tornacı, fırıncı.
Bir davranışı ağır basan kişi: inatçı, yalancı, hileci.
Bir işi gerçekleştiren kişi: yolcu, kampçı, haberci, müjdeci.
Bir kuruma, bir kimseye bağlı olan kişi: Atatürkçü, Türkçü, Kantçı.
Araç-gereç, madde adı: alıcı, verici, püskürtücü, susturucu.

Türkçe’nin çok işlek eklerinden olan (-lik) ekinin incelenmesinde bu biçimbirimin başlıca 4 öbekte toplanabilecek olan çeşitli anlam ve görevler yüklendiğine tanık oluruz. Her öbek için birer örnek verelim: kömürlük, başlık, güzellik, yıllık.

Çeşitli soneklerle türetilen dilekçe, eğitmen, izleyici, kalıtım, olumlu, olumsuz… gibi yüzlerce sözcük de bunlara katılabilir.

Dildeki sözcük birleştirme eğilimi özellikle yeni, yabancı kavramları, çeşitli, bilim, sanat, teknik alanlarının terimlerini karşılamak üzere elverişli bir anlatım yolu oluşturur: atardamar, toplardamar, içbükey, dışbükey, eşkenar, ikizkenar, ısıölçer, ruhbilim, sıkıyönetim, eşzamanlı, varoluşçuluk, varsayım, bilgisayar, dışalım, dışsatım, olağanüstü, gerçeküstü… gibi.

 III- TÜRKÇE’NİN ANLAM YAPISI VE ANLAM ÖZELLİKLERİ

1- Türkçe’nin anlam yapısını, özelliklerini, anlatım gücünü ortaya koyabilmek için, onun kavramlar dünyasını gözden geçirmek, Türk’ün dile getirdiği kavramları ve bu dilin anlatım yollarını başka dillerle karşılaştırmak gereklidir.

a) Türkçe, doğadaki varlıkların adlandırılmasında, insana özgü duyguların, insanlararası ilişkilerin anlatımında, genellikle somut bir anlatım yolundan gider; yine doğadaki varlıklara başvurarak, benzetmeler yaparak, duyanın zihninde hemen bir imge, bir hayal yaratan, konuyu, kavramı canlandırıveren bir dildir.

b) Türkçe, anlatım, adlandırma sırasında yine aynı eğilimlerle benzetmelere sık sık başvurur; temelini benzetmelerin oluşturduğu aktarmalarla güçlü bir anlatım sağlar.

c) Türkçe, bir “ayrıntılı anlatım dili”dir. Türkçe birçok dilde bir genel kavram olarak bir arada anlatılan konuları ayrı kavramlara dönüştürür. Akrabalık adlarında, renk tonlarında, başka dillerde görülmeyen bir zenginliğe sahiptir.

d) Kavramların dile getirilişi sırasında güçlü bir anlatım sağlamak üzere birden çok sözcüğün bir arada kullanıldığı çeşitli ikilemelere başvurulduğu görülür: ev bark, bol bulamaç, eksik gedik, dere tepe, dip bucak gibi.

Değişik dönemleri ve çeşitli lehçeleriyle Türkçe’yi bir bütün olarak ele alırsak gerek sözvarlığı, gerekse anlatım yollan bakımından gerçek bir denizle karşılaşırız.

Çeşitli kavramlar, bu arada değişik hayvan adları bakımından Türkçe ve Farsça’yı karşılaştıran Ali Şir Nevai, Türkçe’de ördeğin erkeğine süne (Anadolu’da suna), dişisine burçin dendiğini, İranlının her ikisine birden murgabi dediğini belirtmekte, Türkçe’de ördeğin, çörge, irke, soktur, almabaş, çakırkanat, timurkanat, alaluga, alapike, bagçal gibi yetmiş türü bulunduğunu söylemektedir. At türleri için yine Türkçe’deki topuçak, argumak, yeke, yabu, tatu gibi sözcüklerin Farsça’da da kullanıldığını belirten Nevai, İranlıların bir tek kulun’a küre dediklerini, tay, gonan, dunan, tolan, çırga, langa gibi çeşitlerin adlarını Türkçe olarak kullandıklarını vurgular.

2- Türkçe’nin kavramlar dünyası

a) Türkiye Türkçesi

Türkçemizde, çevreye ilişkin kavramları, bitki örtüsü ve hayvanlar, özellikle hayvancılıkla ve yiyecek maddeleriyle ilgili kavramlar, renkler büyük bir zenginlik gösterir.

Renk bildiren sıfatlarda, Hint-Avrupa dillerine oranla daha zengin olan Türkçe’de renk tonları büyük bir çeşitlilik gösterir; örneğin yeşilin yanı sıra aynı rengin zeytuni, zehir yeşili, dudu yeşili, küfrengi, limon küfü, ördekbaşı, filizi, tirşe, türbe yeşili gibi birçok tonlarına rastlanmaktadır. Bunların yanında kanarya sarısı, çingene pembesi, kömür karası; fesrengi, kestanerengi, külrengi, pasrengi, samanrengi, kiremitrengi, tarçınrengi, menekşerengi, leylakrengi, çivitrengi; şarabi, tahini gibileri de doğadaki nesneleri çağrıştırarak renkleri aktaran öğelerdir. Ayrıca moda ve giyimde Batı dillerinden alınan renk sıfatlarını düşünecek olursak, Türkiye Türkçesi’nde çok zengin renk dünyası olduğunu söyleyebiliriz.

Bitkilerin adlandırılışında her dilde, onların biçimlerini yansıtmak üzere doğadaki benzer nesnelerle ilişki kurulduğu görülmektedir. Örneğin, çiçeğinin biçimi aslanın ağzına çok benzediği için Anthirinum bitkisi Türkçe’de aslanağzı adını alır. Çiçeği, farenin kulağına benzeyen Auricula muris bitkisine Türkçe’de sıçankulağı adı verilmiştir.

Hayvan organlarına dayanan, doğaya bağlı anlatımın ürünü olan birkaç bitki ismine değinelim: tavşankulağı, kuzukulağı, ayıkulağı, eşekkulağı, atkuyruğu, kuşburnu, itburnu, keçisakalı, horozibiği, keçiboynuzu, turnagagası… gibi.

Yine doğadaki nesnelere dayanan adlandırma örneklerinden kadifeçiçeği, çançiçeği, gramo- fonçiçeği, boruçiçeği, ateşçiçeği, yüksükotu, kaşıkotu, mercanotu, gelinyanağı, kızgüzeli, kaynanadili, ballıbaba, kaynanayumruğu gibi çok değişik adlandırmalar Türkün çok özgün ve nükteli benzetmelerinin sonucudur.

Türk mutfağındaki zenginlik ve çeşitlilik, yemek adlarına da yansımakta, bunlar arasında nükteli bir anlatım dile getiren imambayıldı, kalburabastı, hünkarbeyendi, bülbülyuvası, dilberdudağı, hanımgöbeği, kadınbudu köfte, karnıyarık, vezirparmağı, sarığıburma gibileri dikkati çekmektedir.

Türkçe’de akrabalık ilişkilerinin ayrıntılarıyla kavramlaştırıldığı görülmekte, bunların İngilizce, Fransızca, Almanca gibi, bugün kültür dili sayılan dillerden sayıca çok olduğu dikkati çekmektedir. Örneğin Almanca Schwagerin, İngilizce sister-in-law, Fransızca belle soeur sözcükleriyle dile getirilen dört ayrı ilişki Türkçe’de baldız, elti, görümce, yenge gibi dört ayrı kavramla anlatılır.

Bugün Türkiye Türkçesi’nde kullanılan bu gibi kavramların sayısının kırktan fazla olduğunu ve bunların büyük bir kısmının Türkçe kökenli olduğunu görürüz.

Burada Türkiye Türkçesi’nin söz zenginliğini tanıklandırmak üzere değişik kavram alanlarından örnekler verelim: gücenmek, darılmak, küsmek, kırılmak, incinmek, alınmak, kalbi kırılmak, gönlü kırılmak, hatırı kırılmak, burulmak, gönül koymak, içerlemek, çarpılmak, gücüne gitmek, ağırına gitmek, canı sıkılmak, araları açılmak, aralarından kara kedi geçmek, araları şeker renk olmak, bozulmak.

Sevgi, aşk, muhabbet, meyil, sevda, tutkunluk, vurgunluk, yangınlık, düşkünlük.
Seven ve sevilen, canan, yar, dost, sevgili, sevdicek, yavuklu, sevdalı, ilk göz ağrısı.

b) İkilemeler

Türkçe, başka dillerde çok seyrek kullanılan bu anlatım yoluyla çok değişik nitelikte, anlam ve ses açısından son derece ilgi çekici birleştirmelere gitmekte, olağanüstü güçlü ve etkileyici anlam biçimlerini ortaya koymaktadır.

– Eşanlamlı sayılabilecek olan ad, sıfat, belirteç gibi sözcük türlerinin hemen hemen hepsinden alınma öğelerle kurulmuş yerli-yabancı kökenli sözcüklerle oluşturulmuş ikilemeler; yinelemelerle kurulanlar: eksik gedik, kol kanat, dağ tepe, kırık çıkık, it köpek, it kopuk, kir pas, hesap kitap, kılık kıyafet, kavga dövüş, hatır gönül, yüz surat, tek tük, çoluk çocuk, güle oynaya, ezile büzüle, yorgun argın, akça pakça, derme çatma, yalınayak başıkabak.

– Karşıt anlamlı öğelerden kurulan ikilemeler:
Dip doruk, dost düşman, er geç, giren çıkan, olur olmaz, irili ufaklı, içli dışlı, aşağı yukarı, güle ağlaya, bata çıka, gide gele, eninde sonunda.

c) Anadolu ağızları

Bugün Anadolu ağızlarımız yazı diline oranla birkaç kat daha geniş bir sözvarlığına sahiptir. Yazı dilimizde çok eskiden beri kullanılan (um-) kökünden türeme umgu, ağızlarda “umut, iyidilek” demektir; umma ise “özenme, bundan dolayı duyulan üzüntü” ve “özenilen şeyin ele geçmemesinden dolayı acı” anlamına gelir. Aynı anlamda, ağızlarda ummaca, ummağ, umsuluk, umsunluk, umsunuk, umsuruk, umaca, umma olmak, umsuluk olmak, umsunmak, umsunuk olmak, umunmak, ummaya uğramak öğelerine rastlıyoruz. Aynca umarsız = çaresiz, umaysız = düşüncesiz, saygısız, umsalak = umulan, beklenen, olması istenen, umsundurmak = umutlandırmak gibi ilgi çekici örnekler göze çarpıyor.

d) Somut kavramlar

Anadolu ağızlarında somut kavramları karşılayan örnekleri gözden geçirdiğimizde, bir yandan yazı dilimizde bulunmayan sözcüklere rastlanmakta, bir yandan da yazı dilimizde yabancı öğelerle dile getirilen kavramların Türkçe karşılıklarının bulunduğu görülmektedir. Farsça’dan alınan merdiven için ağızlarda basak, bastak, bastır, baskıç, basgaç, basıcak, ayakçak gibi birçok sözcük vardır. Yine Farsça’dan gelme dürbün yerine bakaç, gözek, görgüç öğeleriyle karşılaşıyoruz. Yunanca kökenli bodrum için altev, kiler için azıklık, Farsça kökenli ayna için ise bakanak, bakar, bakıncak, çevence, yüzenge, yüzgörgü, yüzüngör, yüzgörgüsü, kılıklık sözcükleri vardır.

Bu örneklerde, ağızların kavramlaştırma ve kendine özgü adlandırma eğilimleri, her şeyden önce de türetme çabası belirgin olarak görülmektedir.

e) Soyut kavramlar

Anadolu ağızlarımız soyut kavramlar yönünden de büyük bir zenginlik gösterir. Yazı dilimizde yadigar, hatıra gibi yabancı öğelerle anlatım bulan kavram Anadolu ağızlarında anacak, andaç, angı, angaç gibi sözcüklerle anlatılır.

Yazı dilinde bir kimsenin davranışından ötürü duyulan hafif gücenme duygusu alınmak, incinmek sözcükleriyle anlatım bulur. Anadolu ağızlarından bunlara ek olarak ağrınmak sözcüğüyle karşılaşıyoruz. Aynı anlam Kütahya dolaylarında yanıkmak biçiminde dile getirilir. Ürgüp ve Niğde dolaylarında ağrıngın sıfatı da vardır ki, hatırı kırılan, dargın anlamındadır. Ağrısınmak, ağırına gitmek, hakaret saymak demektir.

IV-ANLAM OLAYLARINA, SÖZ SANATLARINA TANIK ÖRNEKLER

1- Dilde benzetme ve benzetme örnekleri

Bütün dillerde görülen ortak tutum, anlatıma güç kazandırmak üzere benzetmelere başvurmaktır. Bu benzetme işi ya doğrudan doğruya, niteliği anlatılmak istenen nesnenin bir başka nesneye dayanılarak, onunla benzerliği ortaya konarak anlatılması yoluyla olur.

Biz burada, Türkiye Türkçesi’nde yaşayan özgün ve ilgi çekici benzetmelerden bir bölümünü sıralamak istiyoruz: dalyan gibi, filinta gibi, çakı gibi, dağ gibi, aslan gibi, tığ gibi, ay parçası gibi, peri gibi, tasvir gibi, bebek gibi, taşbebek gibi, gül gibi.

2- Dilde aktarmalar ve aktarma örnekleri

Dilcilikte aktarma olarak adlandırılan olaylar, benzetmenin bir ileri aşaması olup, anlatıma güç kazandırmak için başvurulan söz sanatlarıdır. Örneğin inatçı bir kimse için, keçi gibi sözünün kullanılması bir benzetmeyken, aynı kimseden keçi biçiminde söz edilmesi bir aktarmadır. Buna deyim aktarması (ya da iğretileme) diyoruz.

a) Deyimler ve deyimlerde aktarmalar

Her dilde, belli bir durumu, bir kavramı, bir duyguyu dile getirmek üzere, deyim adını verdiğimiz öğeler kullanılır. Genellikle birden çok sözcükten kurulan deyimler, seyrek olarak tek bir sözcüğün yan anlamında kullanılmasıyla oluşabilir.

Örnek olarak gözden düşmek, bindiği dalı kesmek, pişmiş aşa su katmak, bir baltaya sap olmak, ağzından girip burnundan çıkmak gibi binlercesini, tek öğeli olanlar için de gözde, akşamcı, kaşarlanmış gibi deyimleri gösterebiliriz.

Türkçe deyimler açısından çok zengin bir dildir. Ömer Asım Aksoy’un yalnızca, bugünkü yazı dilimizde saptadığı deyimlerin sayısı 6309’dur. Bu sayıya elbette, lehçelerde, Anadolu ağızlarında kullanılanlar da katılabilir. Fransızca’da 8000 deyim olduğu tesbit edilmiştir. İngilizce’deki deyim sayısı 7400’dür.

b) Somutlaştırma ve Türkiye Türkçesi’ndeki örnekleri

Somutlaştırma soyut, anlatımı güç durumların, olayların, kavramların somut kavramlar aracılığıyla örneklendirilerek dile getirilmesidir. Örneğin, dilde asıl anlamı dışında, bir işte yetişip olgunlaşmak yerine kullanılan pişmek sözcüğü, bir şeyi elle sıkıca tutmak anlamına gelen kavramak fiilinin bir şeyi zihninde aydınlatarak iyice anlamak anlamında kullanılışı.

c) Türkiye Türkçesi’nde öteki deyim aktarmaları

Türkçe’nin bütün lehçelerinde ve Türkiye Türkçesi’nde deyim aktarmalarının, somutlaştırma adını verdiğimiz türünün dışında kalan örneklerine de sık sık rastlanır. Örnek: peynirdeki gözler, dolabın gözü, bir göz oda ya da bardağın ağzı, fırın ağzı gibi. Bu örneklerde insana özgü nitelikler doğaya ve eşyaya uygulanmıştır. Bazen doğa ile ilgili sözcükler insana uygulanır. Örneğin; sulu, pişkin, yırtık, yapışkan, çirkef, fırıldak gibi iğretileme öğeleri dile yerleşmiştir.

Bazen duyularla ilgili kavramlar arasında aktarmalar yapılır. Örneğin; ılık bir ses, yumuşak bir ses, tatlı bir ses, tatlı kahverengi, acı yeşil, çiğ renkler gibi.

3- Deyimlerde nükteli anlatım eğilimi

Doğadaki nesnelere benzetme, onlarla ilişki kurma ya da belli bir tasarım yaratma yoluyla hoşa giden deyimler yaratarak etkileyici anlatım sağlamaya yönelinir. Örnek: pişmiş kelle, baston yutmuş.

4- Atasözleri

Atasözleri halkın yarattığı bir sanat türüdür. Çoğunlukla mecaz, cinas, istiare, kinaye sanatlarıyla bezenmiş, ölçülü ve kafiyeli mısralar, beyitler halindedir. Örnek:

Kepenek altında ne erler yatar
El elden üstündür arşa varınca. (Emrah)

El atına binen pek çabuk iner
Tez eskir iğreti kaftan demişler. (Mer’ati)

 V- KALIP SÖZLER VE TÜRKÇE’DEKİ ÖRNEKLER

Her toplumda, belli durumlarda söylenmesi gelenek olmuş sözler, duyguları açığa vuran kalıplar, çeşitli klişeler vardır. El öpenlerin çok olsun, Allah acısını unutturmasın, ağzından yel alsın, Tanrıya şükür, Tanrı sizlere ömür versin, Tanrı yardımcınız olsun gibi.

Başka örnekler de incelendiğinde görülmektedir ki, Türklerin çok değişik durumlarda, çok çeşitli dilekleri ve incelik belirtilerini açıklama yolundaki eğilimleri aydınlanmakta, kimi birçok ulusta bulunmayan bu tür öğelere sahip olmakla toplum yaşamındaki iyi niyetli ve ince davranışlar daha iyi ortaya çıkmaktadır.

Türkçe’de kalıp söz niteliği kazanmış bulunan öğeler içinden birçoğu, aynı zamanda hayır dua örneği oluşturmaktadır. Örnek: yazın ak, yüreğin pak olsun; ayağın gül, başın pınar olsun; evine buğday yağsın.

Anadolu ağızlarında kullanılan beddualar arasında gerçekten sanatlı olanlar, çok değişik ve özgün tasarımlar yaratan örnekler vardır. Örnek: Beşik dibinde oturmayasan, nenni demiyesen (Van yöresinden), Karnında görüp de kucağında görmeyesice (Alanya yöresinden), Beşikte gör, eşikte görme (Kadiroğlu yöresinden).

VI- BİLMECELERİMİZ

Doğayla iç içe yaşayan Türk insanının yarattığı bilmeceler, bir yandan onun doğadaki nesnelerle olan sıkı ilişkisine, maddi ve manevi kültürüne ışık tutmakta, bir yandan da çok özgün buluşlarını, nükte, gözlemleme ve anlatım gücünü ortaya koymaktadır. Örneğin kestaneyi anlatan
Kaftanı kara, mintanı sarı,
İçinden çıktı bir kocakarı,
bilmecesinde, bu yemişin dış görünümünü betimleyen bilmece aynı zamanda, kestane içinin bir yaşlı kadın yüzü gibi buruşuk görünümünü de yansıtmaktadır.

Örnekler:
Dal üstünde al yanak (Elma)
Kat kattır ama katmer değildir
Kırmızıdır ama elma değildir,
Yenir ama meyva da değildir. (Soğan)
Ağaçta kilitli sandık (Ceviz)
Üç katlı bir dükkânım var, altı oduncu, ortası uncu, üstü kadifeci (iğde).

VII- MANİLER

Manilerde en çok dile getirilen konulardan biri, sevilen kişiye duyulan özlem, ona kavuşamamanın verdiği umutsuzluktur.

Gittim arpa bişmiye
Eğildim su işmiye
Dediler yarin gelir
Ganatlandım uçmıya (Erzurum ağzı)

Camiler medreseler
Yar geliyor deseler
Bir kuş kadar canım var
Veririm isteseler (Başgöz)

Sırma saçlar karışık
Men sana oldum aşık
Sen hatrime tüşkende
Elimden düşer kaşık (Kırım ağzı)

Oy bu akan daralar (dereler)
Hep gözümün yaşidur
Sevip de alamamak
Elumun (ölümün) kardaşidur (Rize)

 

KAYNAKÇA

1) Aksan, Doğan (Prof. Dr.), Türkçenin Gücü
2) Halman, Talat Sait (Prof. Dr.), “Dilimiz Konusunda Çağrılar”, Türk Dil Bayramında Yapılan Konuşma
3) Selçuk, Peker, “Türkçe’nin Gücü ve Mantığı”, Us Düşün ve Ötesi, Anadolu Aydınlanma Vakfı Yay., İstanbul, Eylül 1999

Aytaç Barkot
+ Son Yazılar