Yeis:
“Vâdî-i ye’se düşüp hîç ü hebâ olmayasın.”
Şeyh Gâlib (1)
“Gabriel Marcel, umutsuz kişi için zamanın akmadığını düşünür. Umutsuz kişi işlerin hep böyle devam edeceğine, değişmeyeceğine ve düzelmeyeceğine inanır. O, geleceği de sıkıcı şimdiki zamanın saf bir tekrarı olarak ön gören korkunç bir monotonluk âleminde yaşar ve umutsuzluk her şeyden önce kendisini bir ‘kapalılık’ tecrübesi olarak gösterir.” (2) Heraklitos’tan beri biliriz ki aynı suda iki kere yıkanamayız ya da Kur’an-ı Kerim’de söylendiği gibi “O her an yeni bir iştedir.” (3) Ancak, umutsuz kişi için zaman akmadığından “Umudu olmayanın nasibi de kesiktir.”
Rollo May’e göre ise “Boşluk ve hiçlik duygusu genellikle, insanların yaşamları veya yaşadıkları dünya için etkili bir şeyler yapma konusunda kendilerini güçsüz hissetmelerinden kaynaklanır. İç boşluk, bir kişinin kendi hakkındaki uzun dönemde birikmiş kanaatinin veya çevresindeki dünyayı istenen sonucu verecek şekilde etkileyebilen bir varlık gibi davranamayacağı kanısının bir sonucudur. Bu nedenle derin bir umutsuzluk ve boşunalık duygusuna kapılır. Ve kısa zamanda istediği ve hissettiği hiçbir şeyi değiştiremeyeceği için, istemekten ve hissetmekten vazgeçer.”(4) Toplumsal, siyasal, ekonomik, varoluşsal, dinsel ya da gündelik, hangi düzlemde olursa olsun, umutsuzluk, daha çok bir gelecek görememe ve kuramama ile ilgiliyken umut, geleceği yaratma, en azından buna cüret etme ya da bunu hayal etme ile ilgilidir.
Hayal gücü ve umut:
“Hayal etme, fantezi kurma, gündüz düşleri kurma yeteneğini insanın bilgi kaynaklarından ve onu eyleme yönelten insanî donanımın aslî parçalarından biri sayan Ernst Bloch, Umut İlkesi isimli kitabında(5), daha en başından umudu bir ilke olarak koyar ve umudu ya da ütopyayı olanaklı kılan insan faaliyetlerinin başında da hayal gücünü sayar. Tanıl Bora, “Üretilmesi gereken, inşa edilmesi gereken, ayakta tutulması gereken ve insanî melekelerimize katılması gereken bir yetenek gibi düşünür umudu. İnsan aklederek, deneyerek, yanılarak ve somut deneyimi ile erişir bilgiye. Ama o deneyimin henüz var etmediği ama var etme potansiyeli gördüğü imkân ve ihtimalleri gözeterek ve onları geliştirmek üzere eyleyerek de bir şey yapar; gerçekliği değiştirir, kendini değiştirir ve bilgiyi değiştirir.” (6) Hayal etme, gündüz düşleri kurma ya da fanteziyi gece gördüğümüz rüyalardan farklı bir yere koyan Bloch hayali, umudun beslendiği ve mayalandığı bir zemin olarak görür ve var olanın yadsınarak yeni bir dünyanın kurulmasının ancak eğitilmiş bir hayal ile mümkün olduğunu söyler. Metin Bobaroğlu’na göre de “Ütopya, hayalin eğitimidir ve insanın kendi kendisini dönüştürme olanağının olduğu berzahtır, hayal.”(7) Hayal gücü ve gündüz düşleri, rüyalardan farklı olarak kişinin sürece etkin bir katılımı ile mümkündür. Şüphesiz rüyalardan, mitlerden ve bilinçdışından beslenir ancak daha çok kişinin akıl yetisinin de yardımıyla oya gibi işleyeceği bir olanaklılık alanıdır. Bu anlamda akıl, sadece umut edileni gerçekleştirmek için değil, aynı zamanda umut edilenin biçimlendirilmesi açısından da zorunludur.
İyimserliğin ve kötümserliğin ötesine umut:
“Bardağın dolu tarafını kafamdan aşağı döktüm.” -Yıldız Tilbe
Umut, mevcudun/bugünün yadsınması, aşkınlığa/geleceğe yani var olmayana bir yöneliştir. İyimserliğin aksine, işlerin hep iyiye gideceğine inanan bir ham hayal ya da pasif bir bekleyiş değildir. Biçim vermek için bir hayale ihtiyaç duysa da daha çok niyet, sabır ve iradenin eşlik ettiği kılgısal bir süreci tanımlar ve olmayanı kurmanın sorumluluğunu üstlenir.
Mevcut ve umut edilen arasındaki gerilim ancak eylem ile ortadan kaldırılabilir. Gerilim ne kadar büyükse, gerilimin üstesinden gelmek ya da var olanın yadsınması için duyulan istek de o kadar büyük olmalıdır ve dolayısıyla daha güçlü bir irade ve eylem gerektirir. Mutlak iyimser ise gerilimi gidermek için kendini ya da gerçekliği hayaline doğru devindirmekle ilgilenmez, o daha ziyade kişisel gelişim kitaplarında bolca vazedildiği üzere sorumluluğu evrene bırakır. Mutlak kötümser ise hiç bitmeyen bir şimdiye sıkıştığından onun için gelecek de hayal de yoktur. Mutlak iyimserlik de mutlak kötümserlik de, kişiyi eylemsizliğe ittiğinden umudun karşıtıdır. Umudun, bardağın yarısını görmezden gelmek ile bir ilgisi yoktur. Aksine umut, ilerleyebilmek için sağlam bir zemine yani gerçekliğe ihtiyacı olduğunu bilir. Belki de umut edebilmek için önce, bardağı kafamızdan aşağı döküp bir güzel ayılmak gerekir.
Arzuların ötesinde umut ya da ham hayali işlemek:
“Arzu bir eksiklik hissi etrafında dönme eğilimindeyken, umut iyi olana duyulan şiddetli arzudan ibaret değildir, ona doğru bir hareketlenmedir de. Umut arzuya kıyasla daha anlatısaldır; zira arzu bariz bir hikâye seyri olmaksızın bir nesneden diğerine öylece yer değiştirebilir. Umutta ise aksine, şimdideki bir dürtüyü gelecekteki bir gerçekleşimle bağlantılandıran bir olay örgüsü vardır.” (8) “İnsan arzusu bir gelecek biçimlendirmesidir. Gelecekte olmasını umduklarımıza hem anıyı hem fanteziyi içeren simgesel süreçlerle bir şekil vermedir. Arzu kendimizi geleceğe yöneltmenin başlangıcıdır, geleceğin böyle olmasını istediğimiz itirafıdır. Öncesinde arzu yoksa irade de yoktur ve arzu en insani eylemdir.” (4)
Umut arzuyu yok saymaz ya da hor görmez, ondaki enerjiyi ve harekete geçme isteğini görür ve onu emekle yontar. İçten ama bir o kadar da hayvansı bir itki olan arzu, hayal gücü ve irade ile biçim verildiğinde hem yok olur hem de özü yükseltgenerek tutkuya dönüşmüş olur. Bizi oradan oraya savuran ve yönelişsizliği ile başımızı döndüren yabani bir hayvan olmaktan çıkar ve kendisinin bilmediği ama aklımız ve hayalimizle var ettiğimiz bir ülkeye bizi taşıyan vefakâr bir binite dönüşür. Metin Bobaroğlu’na göre “Dağınıklığı birliğe getirici ilk öğe tutkudur insanda.” (9) Umudu var kılan ve diri tutan tek tek arzular değil tutkudur. Tutku umudun dirimliliğidir ve insanın yaşantısına bir odak ve istikamet kazandırdığı için, insan için olmazsa olmazdır. Umut kişinin kendisini inşa etmesini olanaklı kılan bir ilkedir ve her ilke gibi hem aşkınlıktadır hem de edimseldir; insanın katılımını, yorumunu ve eylemini gereksinir.
Yarının da ötesinde umut:
“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin.”(10)
“Gelecek mevcut/aktüel olanın sonlanmamış doğasında, onun merkezindeki bir oyuk gibi fark edilebilir bir yer tutar. Şimdiyi geleceğe eklemleyen dolayısıyla umudun maddi altyapısını oluşturan şey potansiyelliktir.” (8) Ütopya sadece mevcut olmayan değil aynı zamanda hiç mevcut olmayacak olandır. Ancak bir yanıyla da toplumu ya da kişiyi sürekli kendisine doğru devindiren olarak onun herhangi bir kipi kadar hakikidir. Ütopya, toplumu kendine doğru devindirirken kendisi de mevcudun değişmesi ile yeniden yorumlanır ve tanımlanır olarak daima ufuktadır. Yani o şehir daima yapılmaktadır ve o şehri inşa edenlerde onunla birlikte daima yapılmaktadır. Eduardo Galeano’nun ifadesiyle “Ütopya ufuktadır. Ne kadar yürürseniz yürüyün ona asla ulaşamazsınız. Ütopya neye yarar? İşte buna yarar: yürümeye.” (11)
Hayal edebiliriz, umut edebiliriz ve gereken emeği de ortaya koyabiliriz ama umudumuzun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilemeyiz. Kişi gerçekleşeceğinden emin olduğu ya da gerçekleşmeyeceğinden emin olduğu şeyi umut etmez. Umut daima mümkünün sahasındadır ve bu nedenle de korku ve ricanın birliğidir. Dolayısıyla umut insanın kendi sınırlarını ve sınırlılığını yani aczini bilmesiyle de ilgilidir. Ve tam da bu nedenle varlığı hayal gücü, tutku, sabır, akıl, irade gibi pek çok yetinin varlığı ile mümkün olan umut, paradoksal olarak teslimiyettir de.
[Tecla’ya gelenler tahta parmaklıkların, çuval perdelerinin, inşaat iskelelerinin, metal armatürlerin, iplerle asılmış ya da ayaklar üzerine kurulmuş, tahta köprülerin, seyyar merdivenlerin, elektrik pilonlarının arasında pek göremezler kenti. “Tecla’nın yapımı neden bu kadar uzun sürüyor?” sorusuna kent sakinleri su çekmeye, çekül sallandırmaya, uzun fırçalarını bir yukarı bir aşağı kaydırmaya devam ederek “Yıkım başlamasın diye,” cevabını verirler. İskeleler sökülür sökülmez kentin parça parça dökülmeye başlayarak yıkılmasından korkup korkmadıkları sorulduğunda telaşlı bir fısıltıyla eklerler “Sadece kent değil.” Aldığı cevaplarla yetinmeyen biri, bir tahta perdenin çatlağına gözünü uydurup baktığında başka vinçleri yukarı çeken vinçler, başka iskeleleri örten iskeleler, başka kirişleri taşıyan kirişler görür. “Anlamı ne bu inşaatın?” diye sorar. “Kurulmakta olan bir kentin, kent olmaktan başka ne amacı olabilir?” “Uyguladığınız plan, proje nerede?” “Gün biter bitmez gösteririz sana onu, şimdi ara veremeyiz,” diye cevap verirler. Gün batımıyla birlikte durur iş. Gece çöker şantiyenin üzerine. Yıldızlı bir gece. “İşte proje bu,” derler.]
Italo Calvino, Görünmez Kentler , Yapı Kredi
Yayınları, Şubat 2011.
Kaynakça:
- Abdülbaki Gölpınarlı, Şeyh Gâlib Dîvânı’ndan Seçmeler, Ankara, MEB Yayınları, 2001.
- Emel Koç, Bir Umut Metafiziği Olarak Gabriel Marcel Felsefesi, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyal Bilimler Dergisi. Aralık 2008, pp. 171-195.
- Kur’an-ı Kerim, Rahman Sûresi; 29.
- Rollo May, Aşk ve İrade, İstanbul, Okuyan Us Yayınevi, 2008.
- Ernst Bloch, Umut İlkesi, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007.
- Tanıl Bora, Umut İlkesi üzerine konuşmasından.
- Metin Bobaroğlu, 1.12.2008 tarihli konuşmasından.
- Terry Eagleton, İyimser Olmayan Umut. İstanbul : Ayrıntı Yayınları, 2016.
- Metin Bobaroğlu, 3.11.2008 tarihli konuşmasından.
- Kur’an-ı Kerim, Zümer Sûresi; 53.
- Eduardo Galeano, Yürüyen Kelimeler, İstanbul, Çitlembik Yayınları, 2003.