Çağımızın pusulasını kaybetmiş gibi görünen savrulmuşluğu bize tutunacak sağlam dayanaklar aratıyor. Bu durumda Sayın Takiyettin Mengüşoğlu’nun önemle ele aldığı “İnsanın varlık bütünlüğü içinde kıymetler” sorununu irdelemek çok anlamlı görünüyor.
Felsefî Antropoloji için insan aktif olan, sürekli yapıp-eden bir varlıktır. Hayat ancak yönü belli olan yapıp-etmelere, bunların gerektirdiği kararlara dayanabilir; yoksa insanın yaşamasına imkân kalmaz; insanın içinde bulunduğu durumlar onu silip süpürürler. İnsan gayelerini, hedeflerini, planlarını gerçekleştirirken onun eylemlerini düzenleyen, onları önemine göre sıraya koyan bir “organ”a ihtiyacı vardır. Eylemlerimizin düzeni ve sıralanması ancak insanın bir “kıymet organı”na, bir “kıymet-duygusu”na sahip olmasıyla mümkündür.
Literatürde hüküm süren bir önyargı “kıymet” kavramını abstract, genel kavramlar olarak ele alır ve onları insandan sadece olması gerekeni isteyen soyut normlar olarak görür. Aslında felsefî teorilerin bu gürültüleriyle ne naiv insan ne de ilimle ilgilenen insan ilgilenir. Hangi konumda olursa olsun sevip sevmediğimiz insanlardan, sanat eserlerinden, iyi ya da kötü ve korkunç diye nitelediğimiz eylemlerden konuşuruz, gerçekleştirdiğimiz eylemlerden bir kısmını angarya diye niteler, bir kısmına kendimizi veririz. Eğer felsefe bu fenomenlerden koparak “felsefe yapmaya” başlarsa gündelik hayattaki tavrını değiştirip, bu fenomenleri tersine çevirir ve tahlil, tasvir, açıklama derken adeta Hegel’in şu sözünü ispat etmeye çalışır: “Felsefe, günlük hayatın, sağduyunun tersine çevrilmesidir.”
Antropoloji bakımından kıymetler üç ana grupta ele alınır:
Yüksek kıymetler: Bu gruba sevgi, nefret, bilgi, doğruluk, yalancılık, masumluk, saflık, dürüstlük, dostluk, hak ve haksızlık, adalet, güven ve güvensizlik, inanma, söz verme, saygı, şeref, iyi ve kötü gibi kıymetler girer. Bu kıymetler tarafından yönetilen eylemler, ya direkt ya da refleksiyonlu olarak gerçekleştirilirler. Eğer açık seçik, otonom bir kıymet duygusu varsa ve eylemin niteliği çok kompleks değilse eylem, direkt olarak yüksek kıymet yönünde gerçekleşir. Örneğin A, B’ye başına bir şey gelirse çocuklarına verilmek üzere tanıksız olarak bir servet emanet etsin. Burada direkt tavır tereddütsüz olarak serveti çocuklara verir. Refleksiyonlu tavır ise tereddüt eder, düşünür ve sonra eyleme geçer… Refleksiyonlu tavır daima insanda bir conflict (çatışma) meydana getirir. Örneğin, gençlerin meslek seçiminde kendisini içten ilgilendiren mesleği seçmekle, sosyal çevrede prim yapan, kazancı daha çok görünen bir mesleği seçmek gibi…
Refleksiyonlu yapıp etmede yahut karardaki tehlike, farkına varılmadan kıymet gruplarının birbiriyle değiştirilmesidir. Kolaylıkla vasıta değerlere kayabiliriz. Direkt olan kıymet duygusu, yapıp etmelerin yönünü kendi içinde hazır bulur. Tarihin en büyük etikçisi Kant’ın literatüründeki “Kategorik İmperatif” tam da refleksiyonsuz tavra karşılık gelmektedir.
Vasıta Kıymetler: İlgi ve menfaat dairesinin kıymetleri, fayda, çıkar, kuşku, çekememezlik, yaşamsal kıymetler, teknik, her türlü maddî kıymetler vb. girer. Bu kıymet grubunun insan hayatında çok önemli ve geniş bir yeri vardır; çünkü insan hayatı bu kıymetlerin gerçekleştirilmesine dayanır; ancak bu gerçekleştirme yüksek kıymetleri kenara iten, onlara karşı çıkan bir gerçekleştirme olmamalıdır.
Habitüel (Alışkanlığa dayalı) Kıymetler: Modanın, zevkin, alışkanlığın kıymetleri, temelini bir topluluğun sosyal yapısında, geleneklerinde bulan kıymetler, davranış ve nezaket kuralları vb.
Şimdi bu kıymetler gruplarını biraz ilişkilendirerek ele alalım. Vasıta kıymetlerde daima refleksiyonlu bir tavır görülür. Her şeyi hesaba katma, her vasıtaya başvurma, içinde bulunulan durumdan yana ve karşı olan her şeyi incelemeyi gerektiren bir durumdur bu… Bu tavır yalnız büyük çaptaki işler için değil; günlük hayatın ilgi alanı, küçük menfaatler için de söz konusudur. Bu kıymet grubu kendi alanının içinde kalmayıp, birinci kıymet grubu tarafından yönetilen eylemler alanına kadar uzanabiliyor. Bu durum birçok hâkim rol oynayan faktörlere göre (toplumsal, dönemsel vb.) değişkenlik gösteriyor.
Vasıta kıymetler grubunun başka önemli bir niteliği de onun, çeşitli kavgaların, hesaplaşmaların, sert çatışmaların, yarışmaların olup bittiği bir alan olmasıdır. Bu çatışmaları da ancak hak temeli üzerinde yükselen devlet kanunları önleyebilir. Oysa yüksek kıymetler alanında bu türden kavgalar, hesaplaşma ve yarışmalar mümkün değildir. Her insan istediği kadar dürüst olabilir, içten sevebilir; gücü yettiği kadar kendisini bir ilme, sanata, herhangi bir işe verebilir. Bu gibi durumlarda hiçbir çatışma ve kavgayla karşılaşmayız. Yüksek kıymetler insanları birleştirir; vasıta kıymetler ise çatıştırma riskini taşır.
Ancak yine de bu iki kıymet grubu birbirinden koparılarak ele alınmamalıdır. Birbirinden koparırsak, somut hayatın yanından geçer ve birisini mutlaklaştırırız. Örneğin, Yüksek kıymetleri mutlaklaştırırsak metafizik idealizme saplanırız. O zaman da insanın ayakları altındaki toprakla ilgisi kesilir, reel hayatta yönünü bulamayan bir fantast (hayalci) olur. Diğer taraftan vasıta kıymetleri mutlaklaştırırsak kendimizi “metafizik materyalizme” kaptırırız ki bu, insanı kıymetli olandan, insan hayatını asilleştiren, manalı kılan her şeyden eder. Bu hayat da yaşamı anlamsız kılar. Şimdi tam ve somut hayat ne metafizik idealizmin ne de metafizik materyalizmin tasarladığı hayattır. Reel hayat, dolu hayat, vasıta kıymetlerin yüksek kıymetlerin emri altına alınmasını değil, yüksek kıymetlere hizmet etmesini ister. İnsanın bütün başarılarının gelişmesi, ilerleyip devam etmesi, her iki kıymet grubunun bir örgü gibi iç içe geçmesine dayanır. Bu ise insana hazır olarak verilmez, bir dereceye kadar eğitimle ulaşılabilir. Kökleşen kıymet duygusu ile mücadele edilmesi çok güç; genellikle etkisizdir. Bu duygu ancak erken başlayan ve nasihat üzerine değil, örnekler üzerine yükselen bir eğitimle sindirilebilir. Bir çağdaki gençliğin materyalist olduğunu söylemek ve bundan yakınmak ne bize yardım edebilir ne de sorunu çözebilir. Bu ancak hem örgün hem de yaygın eğitimde örnek olan ve etkin olan insanların varlığı ile ulaşılabilecek bir hedeftir.
Üçüncü kıymet grubu belirli bir sosyal yapıya özgü, neredeyse zamanla otomatikleşen davranış biçimlerimizi yönetir. Bu otomatikleşme, daha kompleks ve önemli bazı eylemler için zaman ve güç kazandırırlar. Moda, sorumsuz alan, gelenekler, günlük hayattaki rutin davranışlar hem toplumdan topluma hem de aynı toplumda zamanla değişirler. Ancak bu türden sosyal davranış şekillerinde de bir tür tiranlık vardır. İnsanın tekliği, burada da belirli bir dereceye kadar kendisine has bir yolda yürüyebilir; bu davranışları abartmak da insanı yapmacık bir orijinalliğe, özentiye, kendini beğenmişliğe sürükleyebilir. Aksi yönde düşünürsek, toplum bireyleri kendi değerlerini diğer toplumlardan üstün görerek önyargılara kapılabilir. Aslında her millete her kültür çevresine ait olan davranış şekilleri olduğu gibi kabul edilmelidir.
Gerek ikinci gerekse üçüncü grup kıymetler alanında sözü edilen rölatiflik yüksek kıymetlere uygulanamaz; çünkü yüksek kıymetler ve bunlara dayanan yapıp etmeler insandan insana, milletten millete, çağdan çağa bir değişikliğe uğramazlar. Verilen sözü tutmak, dürüst olmak, güvenilir olmak, adil olmak evrensel nitelikte kıymet hükümleridir. Fakat bu alanda henüz açıklık kazanmayan bir durum hüküm sürüyor. Bilerek veya bilmeyerek kıymetlerin yerleri değiştiriliyor, birbirine karıştırılıyor ve bundan sonra kıymetler rölatifleştirilmeye çalışılıyor. İnsan hangi kıymet grubundan konuştuğunun farkında olmalıdır; burada bize yol gösterecek olan kendi kıymet şuurumuzun açık olmasıdır; burada başka bir otorite de yoktur…
İnsan hayatını bölünemeyen bir bütün olarak gören insan felsefesinin, Felsefî Antropolojinin temeli üzerine kurulacak felsefî bir etik, ön plana fenomenlerin tahlil ve tasvirini koyacaktır. Böyle bir etik, saadet nedir? Fazilet nedir? İyi ve kötü nedir? İnsan hayatının gayesi nedir? Türünden sorular sormak yerine bunların ortaya çıktığı fenomenler üzerinde duracaktır.
Hem yüksek hem de vasıta kıymetler duygusu olan ve vasıta kıymetleri yüksek kıymetlerin emrinde bulunduran kimselerin hareket ve faaliyetlerinde daima bir objektiflik, eleştiri ve özgürlük idesine dayanan seçimleri vardır.
Bir eğitimci olarak, yetişen nesillerin şimdiki gibi lise son sınıfta teorik bilgiler bütünü olarak felsefeyle tanışmak yerine, çok daha erken, örneğin, 10-11 yaşlarında hayatın içinden sorunlar üzerine düşünüp tartıştıran, hem programı hem de eğitim yöntemi bu konuda yetkin insanlarca belirlenmiş (ki bunu yapabilecek çok değerli bilim insanlarına sahibiz) bir sistem uygulansa eminim ki en geç yirmi yılda ülkemizin insan profili değişir… Benim samimi olarak inandığım bir düşüncedir bu…
Kaynakça:
Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefî Antropoloji
Takiyettin Mengüşoğlu, Değişmez Değerler; Değişen Davranışlar