“Umut” bizler için şüphesiz bir isminden fazlasıdır. Sadece zihinsel bir eylemin aksine, insan varoluşunun temelinde yatan bir güven duygusudur.[1] Umut, hayatın bütün gerçekliklerine entegre olmuştur ve hatta bazı düşünürlere göre “umut”, insan için bir güç kaynağıdır.[2] Her şeyden ötesi insanı, insan yapan bir “dürtü” veya “itki” olarak anlaşıldığı da görülmüştür.
Umut kavramının bir güç kaynağı olarak tanımlanmasını, bir insanı hayata bağlaması örneğini ele alarak düşünebiliriz. Geçmişte, bugün hatta gelecekte dahi açlık ve sefalet gibi çok zor şartlar altında yaşamış, yaşayan ve yaşayacak insanları düşündüğümüzde, eğer umuda tutunamazlarsa hayat mücadelesini bırakabilecekleri görülmüştür. Bir başka örnek olarak doktorların kendi söylemlerinde; yatalak bir hastanın iyileşme sürecinde, o hastalığı yeneceğine dair umuttan yoksun olduğunda, durumunun daha da kötüye gittiği görülmüştür. İnsana bazen, bir damla suyu buldurmak için, metrelerce kuyu kazdırması da insanın içinde saklı bulunan bir potansiyeli açığa çıkardığının kanıtıdır.
Bir insan için umut söz konusuysa ve o insan umut ediyorsa, hep daha iyi şeylere yönelişin kaçınılmaz oluşundandır denebilir. Umut etmenin, hep daha iyiyi arzulama, amaç edinme ve daha iyiye ulaşmaya yönelik düşünce olması, aslında mevcut durumun umut edilenden daha kötü bir durum olduğunu dolaylı yoldan anlatır bize. Terry Eagleton’a göre umutlanma eğer insan hayatındaki kaçınılmaz bir gerçeklik ve bir ihtiyaçsa, iyi olmayan veya istenmeyen şey çoktan gerçekleşmiştir aslında.[1] Mevcut durum, insanın kendisi için iyi olanı veya gerçekleşmesini istediği koşulları arzulamaya itmiştir. Birey bu yüzden umut etmeye başlamıştır.
Kutsal metinler de hayatın bütün gerçekliklerini bilincimize konu ettiğinden olsa gerek “umut” kavramına yer verildiğini görüyoruz. Hatta “öteki yaşam”, “cennet ve cehennem”, “ahiret” kavramlarının tamamen “umut” kavramına bağlı olduğunu anlayabiliyoruz. Kutsal kitaplarda geçen dünyanın bir sınav alanı oluşu, tüm kötülüklerin hatta belaların bu dünyada olduğunun anlaşılması, fakat Tanrı’nın uyulması gereken açık ve net kurallarına uyulduğu, yaşanan her kötü olaya sabırla göğüs gerildiği takdirde; öteki dünyada, ahirette, cennette, bireyi bekleyen güzel şeyleri anlattığı gerçeğiyle yüz yüze gelindiğinde, “umut” kavramı insan hayatında merkezî bir yer alıyor.
Ünlü İtalyan düşünür ve psikiyatrist Eugenio Borgna’ya göre “umut”, Tanrı ile ilişki ve iletişim kurmanın en büyük adımıdır. Borgna’ya göre insan, diğer insanlarla ilişki ve iletişim kurmak ve tanrıyla karşılaşmak için vardır. Bu şekilde bir karşılaşmaya zemin hazırlayan şey Borgna’ya göre umuttur. Çünkü karşılıklı bir ilişkinin anlamlı olabilmesi için beklenti ve umudun olmazsa olmaz olduğunu söyler Borgna. İncil’in Romalılara Mektup bölümünde (Yalnız yaratılış değil, biz de -evet Ruh’un turfandasına sahip olan bizler de- evlatlığa alınmayı, yani bedenlerimizin kurtulmasını özlemle bekleyerek içimizden inliyoruz. Çünkü bu umutla kurtulduk. Ama görülen umut, umut değildir. Gördüğü şeyi kim umut eder? Oysa görmediğimize umut bağlarsak, sabırla bekleyebiliriz.)[4] kurtuluşun umut aracılığıyla olacağına dikkat çekerken, buradaki “umut” kavramını onu Tanrıya kavuşturacak sabır kavramıyla ilişkilendirmiştir.[3]
İnsanoğlunun yaşadığı hayatı göz önünde bulundurduğumuzda, “zaman” kavramını göz ardı edemeyiz. İnsanın bu hayatta kuşkusuz geri alamayacağı nadir şeylerden biridir “zaman”. Hatta bu sebeple zaman, insan hayatındaki en değerli şeylerden biridir. Umut kavramını zaman kavramıyla birlikte ele aldığımızda ise, umut kavramının bilindik zaman dilimlerinin her biriyle bağlantılı olduğunu gözlemleriz. Bir olay yaşandığında ve o olay bittiğinde artık geçmiş sayılır. Birey onu “şimdi”de fark edip, bu doğrultuda geleceğe doğru hareket eder. Yukarıda bahsettiğimiz Terry Eagleton’ın anlatımını tekrar ele alırsak, birey mevcut durumdan veya geçmişten hoşnut olmadığından, geleceğe yönelik arzu ettiği yaşamı, koşulları, olgu ve olayları umut eder ve geleceğe yönelik beklentiye girer. Burada umut kavramı her ne kadar geleceğe yönelik bir kavram gibi görünse de, geçmişi de içinde barındırdığı açıktır. Çünkü umut edilen, hiç yaşanmamış olan ve yaşanılması arzu edilen bir bilinç halidir. İnsan bu durumda kendine bir “ütopya” yaratmıştır. Fakat bu ütopyanın yaratılışında, geçmişte yaşanan gerçekliğin payı büyüktür. Bu sebeple umut kavramının hem geçmişi hem de geleceği içinde barındığını, ancak farkındalık açısından yalnızca o “an”da umut edilebildiğini söyleyebiliriz.
Umut ile zaman kavramlarının birlikte incelenişi ve aralarındaki ilişkileri pekiştirmek adına yapılan araştırmalarda, literatürde bu konuyu detaylıca ele alan Borgna’ya göre üç farklı zamandan bahsedilebilir. Geçmişe ilişkin şimdiki zaman “bellek”; geleceğe ilişkin şimdiki zaman “beklenti” ve şimdiye ait şimdiki zaman ise “sezgi”. İnsan belleğinde bulunan geçmişte yaşadığı üzüntü, sıkıntı ve mutsuzluk uyandırmış olan şeyleri, gelecekte bir daha yaşamamayı umut eder ve bu beklentiyle yaşar. Bu çerçevede bakılacak olursa bellekte bulunanlar insanı umuda yönlendirmiş oluyor. Yani umut ile belleğin ayrılamaz bir bütünlüğü gözlemleniyor. Borgna’nın bu çıkarımıyla da umut kavramının bizlerin farkında olduğu geçmiş, şimdi ve gelecek zamanla ne kadar ilişkili olduğu anlaşılabilir.[3]
Umutsuzluk ve umutlu olmak, zihnimizdeki geçmiş ve gelecek zamanla ilişkili bir durum olsa da, zaman açısından bakıldığında göreceliliğin ne kadar da etkin olduğunu anlayabiliriz. Zamanın göreceliliği bir umutsuzluk anında, sıkıntı ve mutsuzluk hissiyatının en yoğun seviyelerindeyken, zamanın ne kadarda uzun, donuk ve durağan gelmesi; veya tam tersi umutlu, mutlu ve sevinçli bir anda bir o kadar da akıcı ve hızlı geçmesi olarak düşünülebilir.
Sonuç olarak umut kavramını incelediğimizde gördüğümüz en önemli noktalardan biri, yaşamla ölüm arasındaki o koca boşluğu dolduracak büyüklükte bir etki yarattığıdır. İnsanı ölüm döşeğinden kurtarabilmesinin yanında, insanın halen yaşadığı bu hayata anlam katabilmesine belirgin etkisi olduğu da açıktır. Kimi zaman hayatta kalması için ona güç veren “umut”, kimi zamansa içinde mutluluk ve barış uyandıracak davranışlarda bulunmasını sağlayacak. Bazen umut edip, beklentiye kapılıp kaygılanacak hatta belki de üzülecek olan insan, bazense bunu bir tutkuya dönüştürüp hayatını bambaşka bir şekilde değiştirecek. Borgna’nın ifadesiyle: “Yaşıyorum, öyleyse umut ediyorum”.[3]
Kaynakça:
[1] Terry Eagleton, İyimser Olmayan Umut
[2] Ernst Bloch, Umut İlkesi Üzerine
[3] Eugenio Borgna, Bekleyiş ve Umut
[4] Kutsal Kitap, İncil, Romalılar, 8: 23-25