Ütopya TDK’da “gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce” olarak tanımlanmaktadır. Yunanca “Utopia” Eu-iyi ve Topos-Yer kelimelerinin birleştirilmesinden oluşmuştur. İdeal, hayali bir ülkedir.
İdeal olan ve olması gereken yer kavramının kökü nereye dayanır diye bakmaya çalıştığımız zaman, her zaman karşımıza kutsal kitaplar ve kutsal yazıtlar çıkmaktadır. Kutsal kitaplardaki cennet kavramı yaşanılması gereken barış ve bolluk diyarının bize ilk tasarımını verir.
Bundan sonraki tasarılara şöyle kısaca bir göz atacak olursak:
– Bilinen ilk ütopya (ideal devlet tasarımı) Platon’un (M.Ö. 380) Devlet adlı eseridir. Diyalog ve kurgunun iç içe olduğu bu eserde katı sosyal sınıflar bulunur.
– Panchaea (M.Ö. 3. yy), Euhemerus Arap yarımadasında bir devlet düşlemektedir.
– Tanrıkent Augustinus (M.Ö. 413-426) Kudüs’te bir sonsuz şehir düşler. Hristiyan ütopyalarının fikir babasıdır.
– Tao Hua Yuan (MS. 421), Çin entelektüelleri için düşünülmüştür.
– El-Medine El Fazıla (874-950) Farabi: Platon benzeri bir ideal devlet kurar. Filozof devlete kılavuzluk eder.
– Ütopya (1516) Thomas More: More eserinde Atlantik Okyanusu’ndaki kurgusal ada toplumundan bahseder.
– Gargantua (1532), François Rabelais: Thélème adlı bir topluluk düşlemektedir. Sevgi ve eğlencenin dönüşümüne odaklı edebi bir eserdir.
– La Città Felice (1553), Francesco Patrizi
– Güneş Şehri (1623), Tommaso Campanella
– Yeni Atlantis (1627), Francis Bacon
– Erewhon (1872) Samuel Butler
– News from Nowhere (1892), William Morris, “Hiçbir Yer” adlı politika olmayan yerdir. Ortak mülkiyet ve üretimin demokratik kontrolü vardır.
Ayrıca Sosyolog Ömer Yıldırım’ın derlemesine göre, A. Smith ve J.S. Mill ekonomik liberalizmi, Saint Simon, Karl Marx ve Robert Owen ise sosyalizmi (eşitlik), Edward Bernstein ve John Rawls ise sosyal devleti (adalet) temel alan bir düzeni savunmuşlardır.
İnsanlığın gelişiminde geriye doğru bir göz atacak olursak, pek çok şehir devlet/krallık’ın gelişiminde o zamanın şartlarına göre daha iyi bir güvence ve daha iyi imkânlara kavuşma ihtiyaçları ve yönelimlerinin bir uzantısı ve elbette inançlarındaki ortak birlik rol oynamıştır.
Daha ileri dönemlerde farklı kabilelerden ve inancalardan insanların daha ileri bir uygarlık ve idealler için ortak hareket ve birliktelikleri ile millet/ulusların, sonraki süreçte de imparatorlukların oluştuğunu gözlemledik. Bu gelişim sürecinde adalet, ekonomi ve güvence bu yapıları ideallere bağlılıkları ölçüsünde pekiştirirken, ideallerden uzaklaşmanın sonucunda yozlaştıkça da çözülme ve dağılmalarına neden olmuştur.
Pek çok imparatorluğun başlangıcında büyük idealler ve bu ideallere adanmış önderler ile oluştuğunu ve geliştiğini, bu ideallere adanmayan kendi menfaatlerine göre hareket eden yöneticiler ile de bu koca imparatorlukların dağılmaya mahkûm olduğunu gözlemlemişizdir.
Peki, ütopyanın gerçekleşmesi gerçekten de imkânsız mı?
Kanımca Gazi Mustafa Kemal gerçekleşemeyeceğini düşünmüyordu. Bu idealin gerçekleşebileceğine olan inancını da söylem ve eylemlerinde rahatlıkla bulabiliyoruz. En somut örneklerini kurulmasında fikir önderliğinde bulunduğu “Halk Evleri” ve “Köy Enstitüleri” projelerinde görmek mümkündür. Önerileri fikir düzeyinde kalmış filozof, önder ve aydınlara göre bu projelerin çok önemli başarılar olduklarına kuşku yoktur. Bu projelerin başarısı öncelikle toplumun aydınlanmasına yönelik olarak eğitime öncelik vermesiydi. Burada da bilimsel düşünmeye verilen önemi görebiliriz.
Eğer hakikate yönelik ilminiz eksik ise, adil olmak isteseniz dahi yanılıp olamayabilir, ekonomik refaha ulaştıracak bilgi ve ilimden mahrumsanız, iyi niyetli dahi olsanız yetersiz bilgi ile bunu başarmanız mümkün olmayabilir. Ayrıca ideal yönetimi yansıtmak için ne kadar üst ideallere de sahip olsanız, bunu yapacak yeterli donanım ve liyakate sahip değilseniz, bunu nasıl başarıp uygulayabileceksiniz?
Ütopya ile ideoloji arasındaki ilişkiye gelecek olursak:
Doğru eğitim ve liyakate ulaşma ile gerçekleştirmek istenilenlere karşı daha donanımlı ve alt yapı olarak hazırlıklı olunacağından, bir de eğitimin pratik tarafı ile de eksiklikler bir taraftan giderilme imkânı bulunabileceğinden, ideal olanın gerçekleşmesi için hiçbir engel kalmayacaktır.
Özgürlük; önce de değinildiği gibi “eşitlik”, ekonomik refah ve adil bir yönetim ile de oluşabileceği ön savı ile mümkün olabileceği öngörülür. Ama hakikatte ise özgürlük kişi/toplumun kendisini tutsak eden tutkularından tam anlamı ile azat olmadıkça nasıl mümkün olabilir?
Bir toplum/milletin özgürleşmesi ve aydınlanması öncelikle lider/önderlerinin özgür ve aydın olmaları ile mümkün olabilir. Kendi tutkularını tatmin etmeye çalışan liderler ile o toplumun ideal olana doğru kendini devindirmesi ve aydınlanıp o yola baş koyması nasıl mümkün olabilir?
Bir toplumun aydınlanıp özgürleşmesi ve ana gayesi doğrultusunda harekete geçmesi, o yolda önder/liderlerinin kendilerini ikna ve eyleme geçirmesi ile mümkün olur. “Baş nereye yönelirse gövde de oraya doğru gider” misali önder/liderlerin aydın/özgür oluşlarının ve temel amaca/ülküye ne kadar adanmış oldukları temel belirleyici olur.
Özgürleşmede veya aydınlanmada “emek” niye çok önem kazanıyor?
Bir konuda emek harcamak, Yaradan’ın o konudaki isminin açılmasına ve haliyle bilinmesine vesile olmada temel belirleyicidir. İnsanın dışında da eylemi ile Yaradan’ın isimlerinin ortaya çıkmasına, Yaradan’ın bilinmesine vesile olabilecek bildiğimiz kadarı ile başka bir varlık yoktur. O yüzden insanın eylemi ayni zamanda “ibadettir”.
Hem onu Yaradan’a yöneltir ve yaklaştırır hem de bu yolda mesafe kat edip yakınlaştıkça da arınıp aydınlanarak özgürleşir. “Allah’a nafile ibadetler ile yakınlaşılır.”
Yaşadığımız bu çağda dünyanın pek çok yerinde yeterli liyakate sahip olamayan kişilerin yönetimde söz sahibi olması için yoğun bir hummalı çalışmanın olduğu görülüyor.
İnsanın aklına liyakat sahibi olmayan kişilerin dünyanın dört bir tarafında söz sahibi yapılarak ne elde etmeye çalışıldığı sorularını akla getiriyor.
Bu kişilerin sorunları çözmede liyakat olarak yetersizliklerine bağlı olarak aciz kalacakları aşikârdır. Bu da bu ülkelerde karmaşa ve zayıflığa yol açacaktır. Bu şekilde bir yapılanma ise ne için yapılır? Ve buna araç olan kişiler buna nasıl razı olur?
Biz yine konumuza dönecek olursak, liyakat sahibi lider/önderler kendi nefslerini yenmiş ve aydınlanmış olacakları için Yaradan’ın o toplum için biçtiği role göre o toplum/milleti yönlendirip o toplumun yaradılış amacını ortaya koymalarında onlara önayak olacaktır.
Bunun nasıl olması gerektiği ise Anadolu geleneğinde “Ahilik”, günümüz Türkiye’sinin kuruluş aşamasında ise Gazi M. Kemal tarafından kurdurulan Halk Evleri ve Köy Enstitüleri’nde görebiliyoruz. Zihnin uzantısı el anlatımı olan dil (Kant) doğrultusunda bir eğitim ile toplum/millet aydınlanma/özgürleşmesi ve kendi yaradılış gereğini yerine getirmesi mümkün olacaktır kanaatindeyim.
Kaynakça:
– http://www.dmy.info/utopya-nedir-utopyalar-nasil-olur/
– http://www.felsefe.gen.tr/siyaset_felsefesi/ideal_bir_duzenin_olabilecegini_kabul_edenler.asp
– Bauman , Zygmunt, Sosyalizm Aktif Ütopya.
– Mennheim, Karl, İdeoloji ve Ütopya.