Ütopya, ideal bir toplum tasarımıdır. Gerçekleştirilmesi olanaksız bir tasarım ve düşsel düşüncedir. Ütopya kelime anlamıyla içinde tasarımı, ideal toplum hayalini, siyasal ve toplum düzeni kurgulamayı barındırır. Bu pathoslara (arzu-istek) bağlı olarak gerçekleştirilmesi istenen arzunun bir hayali, düşüdür. İlk ütopyacılar olmasıydı, yerleşik düzen hayali kurulmasaydı insanlar hâlâ mağaralarda yaşıyor olacaklardı.
İnsanlar neden ütopik düşünceye sahiptirler? Ütopyalar, yani Phantasia’lar daima iyi niyet üzerine kurgulanmışlardır. Ütopya, yeni bir dünya yaratma isteği, var olan toplumsal kanunları tümüyle mahkûm etme arzusu, yeni bir toplumsal düzen kurma arzusu ve yetkin bir düzenin kurulacağı beklentisidir. Bu görüşe bir örnek vermek gerekirse; Sokrates Atina’da meclis başkanıyken yöneticileri ve yasaları eleştirerek kendisini Atina’nın en iyi “siyaset sanatı”nı bilen kişi olarak ilan ediyordu. Sokrates’in zihninde yeni bir dünya yaratma düşüncesi dans ediyordu. Dolayısıyla ütopyayı ortaya koyan itki “dünyada cenneti gerçekleştirme hayali” idi. Hegel, “Mantık Bilimi” adlı eserinde Sokrates’in tavrını şöyle yorumlamıştı: “Sokrates, düşüncesiyle Atina yönetimini ya yıkmıştır ya da yıkmaya teşebbüs etmiştir.”
Ütopya tasarımında “acı” yoktur. Genellikle mutluluğa özel bir yer verilmektedir. Ütopyalar her zaman ilerlemenin ilkesi olarak görülmüşlerdir. İlk site devletlerinin tasarımlarını yapan ütopyacılar, iyilik içeren ve refah getiren tasarımlar hayal etmişlerdir. Literatüre göre –sonradan ortaya çıkan ütopya kavramından hareketle– ütopyayı ortaya koyan tasarımcılar; özellikle Platon, Plotinus ve bizzat ütopya kavramını ortaya çıkaran Thomas More’un tasarımlarında acıya yer yoktur. Onlara göre acının olduğu yerde ütopya olmaz. Düşünce tarihinin ilk ünlü Phantasia (ütopya) tasarımcısı Platon’dur. Platon, “İdeal Cumhuriyet”inde herkesin eşit şartlarda yaşadığı, kimsenin kimseye üstün gelmediği bir devlet düzeni kurgulamıştı. Aynı şekilde Yeni Platonculuğun kurucusu Plotinus da İtalya’da Platon’un düşü olan ideal devlet düzenini kurmayı hayal etmişti. Roma İmparatoru Gallienus, Campania bölgesinde Platon’un Cumhuriyeti’ni kurması için Plotinus’a toprak vermeyi düşünmüştü.
Aynı şekilde daha sonraları Thomas More ve Karl Marx da Platon’un takipçileri olarak ideal devlet ütopyaları hayal etmiş ve kurgulamışlardı. Karl Marx’ın hayali olan Komünizm düzeni, Rusya ve Çin gibi dev ülkeler tarafından tatbik edilmişti. Fakat bu, Komünizm’in uygulandığı ülkelerde hayal kırıklığı ile son bulmuştur.
Ütopya kavramı ortaya çıkmadan evvel bu kavram yerine hayal gücü (Phantasia) ve rüya, düş (Oneiros) kavramları kullanılıyordu. Phantasia; hayal etme, hayal gücü, imgelem, izlenim anlamlarına gelirdi. Antik Yunan’da “gerçek olmayan görünüş” anlamında da kullanılıyordu. Platon’a göre algılama gücünün ve algılama yetisinin bir harmanı olarak değerlendirilmiştir. Aristoteles’te hayal gücü; algılama (Aisthesis) ile düşünme (Noesis) arasında bir ara durumdur. Phantasia, ruhun duyumundan kaynaklanan bir hareketidir ki bu süreç algı süreci ortadan kalktıktan sonra bile varlığını koruyabilen bir imge veya görüntü sunar. Stoa Okulu’nun kurucusu Zenon, Phantasia’yı; ruhtaki bir intiba veya izlenim olarak kabul eder. Stoa Okulu’nun öğretmenlerinden Khrusippos tarafından Phantasia’nın duyusal doğası, intiba veya izlenimden başkalaşmaya dönüştürüldü. Khrusippos aynı zamanda hakikatin ölçüsünün Katalepsis (kavrayış) değil Phantasia olduğunu da ileri sürdü.
Kanaatime göre Phantasia, Oneiros ve Ütopya kavramlarının anlamları çok az bir farkla aynıdır. Bu kavramların anlamları “dünyada cenneti gerçekleştirmek” olarak özetlenebilir. Antik Yunan felsefesi ve kadim bilgeliğe göre; yeryüzü yani dünya “Hades”tir. Yani cehennemdir. Burası, yani dünya, ruhların bedenlere bürünüp bedenlerden ayrıldıkları bir “üs”tür. Bir sürgün yeridir. Bu sürgün yerinde, yani dünyada, toplumsal huzurun, eşitliğin, adaletin gerçekleştirilmesi olanaksızdır. Bu yüzden bazı filozoflar veya hayal taciri “değerli insanlar”, dünyada cenneti gerçekleştirme hayalini kurmuşlar ve bu tür ütopya tasarımları yapmışlardır. Yeryüzüne bir beden içine gönderilmiş ve uğradığı tüm belaların kaynağı olan bir beden içerisinde ruhun, bu tür ütopyaları gerçekleştirmesi imkânsız gibi görünmektedir. Aynı zamanda uslanmaz, arlanmaz inşa psişesi (nefs) madde tapar görünümüyle mutluluğa erişemeyeceği izlenimini vermektedir. Yeryüzünde bir “altın çağ”ın gerçekleşmesi imkânsız görünse bile toplumsal olarak değil bireysel olarak bir insanda yani levh-i mahfuzda “cennet” anlayışı gerçekleştirilebilir. Antik Yunan’da Stoa Okulu’nda bu duruma, yani bir insanın geldiği bu hale “Apatheia” denirdi.
Düşünce olarak ideal görünmesine karşın ütopyanın, bencil, çıkarcı, madde tapar insan nefslerine kabul ettirilmesi imkânsız gibi görünmektedir. Belirli bir zaman dilimi içerisinde zorlama ve korkutma yoluyla kabul ettirilse bile sonuçta bu tür uygulamaların gerçekleştirilmesi olanaksız olarak görülebilir. Belki nefs terbiyesinden geçmiş küçük azınlık gruplarda bu tür uygulamalar başarıyla uygulanabilir. Tarihte Pythagoras’ın Kroton kentinde kurduğu (M.Ö. 540) okulunda bu tür komün bir hayat başarıyla uygulanmıştı. Pythagoras, üniversitesini kurduğu Kroton kentinde adaletin sağlanması için şehri idare eden “Binler Meclisi”ne 300 rahibini sokarak geçici olarak yolsuzluğun, hırsızlığın önüne geçmiş, kısmen de olsa adaletin sağlanmasına öncülük etmişti. Ayrıca Pythagoras, İtalya’da iki Yunan site devletine anayasa yazmıştı. Tarihte ilk defa bir filozofun görüşleri site devletlerinde uygulanır olmuştu.
Pyhtagoras’ın Phantasia’sında (ütopya) devleti idare eden siyasilerin abartılı malları, maaşları, altınları, villaları olmayacaktı. Pythagoras bu görüşüyle, siyasetçiliğin cazibeli bir meslek haline gelmesini engellemek istiyordu. Platon da Pythagoras’ın bu fikirlerinden hareket ederek, ideal devlet (İdealar Cumhuriyeti) ütopyasını kurguladı.
Platon’un devletinde siyasetçilerin evlilik yapmamaları öngörülüyordu. Çünkü Platon’a göre, eğer siyasetçiler evlenirlerse aileleri onlara, lüks bir yaşam sürmeleri için devlet hazinesini soyma konusunda tahrikler yapacaklardır. Ayrıca bu siyasetçilerin çocukları da olmayacaktır. Platon yaşlandığında bu katı görüşlerini kısmen de olsa yumuşatmıştır.
Düş, Rüya (Oneiros)
Kelime Herakleitos’la birlikte felsefeye girmiştir. Herakleitos düşü, “kendine doğru-içeriye dönüş” olarak ele almıştır. Dolayısıyla Herakleitos’un düşü, “eve dönüş yolculuğu”nu gerçekleştirmek ve bunu topluma yansıtmaktır. Platon’a göre düşlerin kaynağı, ruhun akli kısmının (logistikon) görsel imgelere dönüştürülmüş haldeki düşüncelerini iştihâ yetisiyle (epithumetikon) bildirdiği karaciğerde bulunur. Karaciğer, geleceği bildirme merkezi olarak insana ilhamlar verir. Platon’a göre biz birçok ilhamları, karaciğer aracılığıyla alırız. Platon’un en nihai Oneiros (düş), Phantasia (hayal gücü) ereği; bir insanın kendisinde iyiyi, doğruyu ve güzeli gerçekleştirerek “En Yüksek İyi” olan To Agathon’a varmaktır. En Yüksek İyi’yi kendisinde gerçekleştirmiş olan kimse de bunu toplum hayatına yansıtarak “İdealar Cumhuriyeti”ne benzer bir yaşam düzenini yeryüzünde gerçekleştirme olanağına kavuşmuş olur. Bu görüş, Ortaçağ’da Skolastik Felsefede “Summum Bonum” olarak adlandırılıyordu.
Kaynakça:
Turgut Özgüney, El Yazmaları.
Francis E. Peters, Antik Yunan Felsefesi Terimleri Sözlüğü, çev: Hakkı Hünler, Paradigma Yayını, İstanbul, 2004.
Hegel, Mantık Bilimi Varlık Öğretisi, İdea Yayını, İstanbul, 1991.